Namazın Önemi ve Kurtuluş Yolu

Namazın Önemi ve Kurtuluş Yolu

Namazın Önemi ve Kurtuluş Yolu

Namaz: Ebedi Saadetin Anahtarı

Namaz, imandan sonra en önemli ibadetlerden biridir; sadece şekilden ibaret değil, kalpten gelen bir teslimiyet ve Rabbimizle (c.c.) kurulan samimi bir bağdır. Secde anında insan, dünyadan uzaklaşır ve yalnızca Rabbine (c.c.) yönelir. Ancak modern hayatın hızlı akışı, kalbimizi gaflete sürükleyip namazdan uzaklaştırabiliyor. Günlük telaşlar, dijital meşguliyetler ve dünyevî arzular; namazı ertelemek için bahaneler hâline geliyor. Özellikle gençler, secdede bulacakları huzuru başka yerlerde ararken içlerinde derin bir boşluk hissediyor.

Oysa namaz, sadece bireysel bir görev değil, aynı zamanda bir kurtuluş vesilesidir. Rabbimiz (c.c.) Kur’an’da cehennem ehlinin durumunu tasvir ederken şöyle buyurur: “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?” (diye sorulur.) Onlar derler ki: ‘Biz namaz kılanlardan değildik.’ ‘’

(Müddessir Suresi, 42-43). ,

Bu ayet, İslam’da namaz ibadetini terk etmenin uhrevî sonuçlarını bizlere hatırlatmaktadır.

Namazın Önemi ve Kurtuluş Yolu

Namaza Çağrı ve Gaflet

Sekizinci katta oturan bir babasınız. Küçük çocuğunuz, balkon demirine yaslanmış, farkında olmadan tehlikeli bir şekilde sarkıyor. Aşağıdan geçen bir dostunuz bu durumu görüyor ve hiç düşünmeden tüm gücüyle bağırıyor: 

“Kalk! Çocuk düşecek!”

Siz, bu ani ve yüksek sesle irkiliyorsunuz; ama aynı anda koşup çocuğunuzu son anda tutuyor, düşmekten kurtarıyorsunuz. Belki o sesleniş sizi rahatsız etti, belki kalbiniz hızla çarptı. Ama o çığlık, bir hayat kurtardı. Şimdi soralım: O kişiye kızmak mı gerekir, yoksa ona sarılıp teşekkür etmek mi?

İşte namazı hatırlatan uyarılar da böyledir. Hayatın koşturmacasında, ekranların başında, dijital dünyanın büyüsünde bazen gaflete düşüyoruz. Kalbimiz oyalamalara, gözümüz sahnelere, aklımız içeriklere gömülüyor. Sabah ilk iş telefona uzanılıyor; ama sabah namazı unutuluyor. Bildirim sesleriyle uyanılıyor; ama ezan sesi duyulmuyor.

Oysa namaz, insanın ruhuna nefes aldıran bir sığınaktır. Allah’la (c.c.) olan bağı canlı tutan bir iptir. Onu ihmal etmek, bir çocuğu tehlikede bırakmak yani ahiretimiz riske etmek demektir. Ve bu yüzden, namaza çağıran bir dostun sözü; kimi zaman sert gelse de, aslında uyandırmak isteyen bir merhamettir.

İçindekiler

Şeytanın Vesvesesi ve Namazı Ertelemenin Tehlikeleri

Şeytanın en sinsi vesveselerinden biri de günahkâr bir geçmişe sahip insanlara fısıldadığı şu cümledir: “Sen bu kadar günah işlemişken, Allah’ın (c.c) huzuruna nasıl çıkarsın? Senin gibi biri secdeye varsa da kabul edilmez.” Bu sözler, kulda ümitsizlik oluşturarak onu tövbe kapısından uzaklaştırmak ve namazı terk ettirmek için tasarlanmıştır.

Şeytan, insanın günahını büyütür; onu affedilmeyecek bir yük gibi göstererek kulun Allah’a (c.c) yönelmesini engellemeye çalışır. Bu ise en tehlikeli vesveselerden biridir. Çünkü kulun içindeki umut kırıldığında, ibadete yönelme arzusu da körelir. Şeytanın amacı da budur: “Ne olursan ol, ama namaza gelme.”

Oysa Rabbimiz, Tevvab ve Rahîm olan Allah’tır (c.c). O, tevbeleri her an kabul eden, kullarını rahmetiyle kuşatandır. Zümer Suresi, 53. ayette şöyle buyurulur: “Ey kendilerine zulmetmiş kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

Namaz kılmak, Allah’ın (c.c) rahmetine atılan ilk adımdır. Ne kadar günahkâr olunursa olunsun, samimi bir secde ve içten bir yöneliş, kul ile Rabbi (c.c.) arasında yepyeni bir başlangıçtır. Bu yüzden şeytan, özellikle tevbe ve dönüş anlarında daha güçlü fısıldar. Ama kul, bu sesi bastırıp secdeye vardığında, şeytanın planı boşa çıkar. Çünkü Allah (c.c.), samimi dönüşleri sever ve kabul eder.

Şeytanın En Sinsi Vesvesesi

Şeytanın vesvesesi, insanı doğrudan günaha çağırmaz. Onun yöntemi çok daha kurnazcadır. “Namaz kılma” gibi açık bir çağrı yerine, “Daha vaktin var”, “Kafan çok dolu”, “Biraz dinlen, sonra kılarsın” gibi sözlerle yaklaşır. Bu ifadeler zararsız gibi görünür; ancak şeytanın asıl hedefi, kulun Rabbiyle (c.c.) olan bağını zamanla zayıflatmaktır. Çünkü doğrudan inkâr etmek zor, ama sürekli ertelemek kolaydır.

Bu taktiğin tezahürü hayatın her alanında görülür: “Sınav bitsin, sonra başlarım”, “Evlilik bir düzene girsin, bakarız”, “Şirket biraz rahatlasın, düşünürüz.” Bu sözler kişiye mantıklı gelse de, aslında şeytanın kalbe üflediği bahanelerdir. Kişi ibadeti inkâr etmez; ama uygulamayı sürekli erteler. Zamanla bu erteleme alışkanlığa dönüşür ve namaz, gündemden tamamen çıkar.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu durumu veciz bir şekilde şöyle açıklar: 

“Yarın yaparım diyenler helâk oldu.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/129) 

Çünkü insan, gelecek garantisine sahip değildir. Gün gelir, “yarın” hiç gelmeyebilir. O hâlde namazı ertelemek, aslında kendini kandırmak ve ebedi bir pişmanlığa davetiye çıkarmaktır.

Namaz, her an için hazır bir kurtuluş kapısıdır. Şeytan, bu kapıdan girilmesini engellemek için tüm enerjisini harcar. Ama kul, niyet ettiği anda, tüm engeller aşılır; çünkü Allah (c.c.) kulunun samimi yönelişine her zaman icabet eder.

Namazdan Usanmanın Gerçek Sebebi

Bediüzzaman Said Nursi’ye göre nefse ağır gelen şey namazın kendisi değil, ölmeyecekmiş gibi yaşama arzusu yani “tevehhümü ebediyet”tir. Bu kavram, insanın dünyayı hiç bitmeyecekmiş gibi algılayarak dünya işleriyle fazlaca meşgul olması, ebedi kalacak gibi yaşamaya çalışmasıdır. Bu kuruntu, nefsin namaza karşı bir direnç oluşturmasına neden olur. Nursî bu durumu şu ifadeyle özetler: “Ey bedbaht nefsim!.. Sana usanç veren (namaz değil), belki tevehhümü ebediyettir.” (Sözler, 21. Söz)

İnsan, hayatını uzun vadeli planlara göre kurar; emeklilik hesapları yapar, yıllar sonrasına yatırımlar yapar, dünyaya adeta kazık çakmak ister. Bu alışkanlıklar, ölüm hakikatini görmezden gelmesine neden olur. Oysa namaz, insana bu hayatın faniliğini hatırlatır. Bu nedenle nefis, namazdan usanmaz; bilakis ölümle yüzleşmekten kaçar. İşte bu yüzden namazı ertelemek, çoğu zaman ölüm fikrinden kaçmanın örtülü bir biçimidir.

Halbuki namaz, günde sadece 1 saatlik bir zaman dilimi alır. Bu kadar kısa bir ibadetle, sonsuz bir saadetin kapısını aralamak mümkündür. Ancak nefis, keyfini ve dünyevî düzenini bozmak istemediği için bu gerçeği kabullenmekte zorlanır. Bu nedenle namaza karşı oluşan içsel bıkkınlık, aslında bir tür dünya sarhoşluğunun ve ebediyet kuruntusunun eseridir. Nefsin bu bahanesine karşı Bediüzzaman’ın şu benzetmesi dikkat çekicidir: “Ey şikemperver nefsim! Acaba, her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu?” (Sözler, 21. Söz). 

Bu hatırlatma, namazın da tıpkı fiziksel gıdalar gibi ruhun vazgeçilmez bir ihtiyacı olduğunu gösterir.

Ruhun Daralması: Gıdasız Kalmasındandır

İnsan bedenini her gün besler, su içer, dinlenir; çünkü yaşamak için fiziksel ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Peki ya ruh? Onun gıdası nedir? Ruhun gıdası, ibadet, zikir ve özellikle namaz kılmaktır. Ancak çoğu zaman, maddi koşuşturmaların içinde bedenimize gösterdiğimiz ilgiyi ruhumuza göstermeyi unuturuz.

Ruh, yaratılışı gereği Allah’a (c.c) bağlılıkla huzur bulur. Bu bağlılığın en güçlü ve doğrudan şekli ise namazdır. Namaz, ruhun Rabbiyle (c.c.) kurduğu derin iletişim hattıdır. Ne var ki ruh, bu bağı ihmal ettiğinde; insan, iç sıkıntısı, anlamsızlık hissi ve psikolojik boşluk gibi sorunlarla baş başa kalır. İşte bu yüzden namazı ertelemek, sadece ibadeti geciktirmek değil, ruhu susuz ve aç bırakmaktır.

Oysa secde, ruhun oksijenidir. Kalp, Allah’a (c.c) yöneldiğinde huzur bulur. İnsan, başkalarına anlatamadığı dertlerini, korkularını, umutlarını secdeye dökerken, içsel bir arınma yaşar. Bu yönüyle namaz, yalnızca bir ibadet değil, aynı zamanda derin bir psikolojik ve manevi terapidir. Bedenimize gösterdiğimiz özeni ruhumuza da göstermek, dengeli bir hayatın ve gerçek huzurun anahtarıdır.

Namazın Hem Dünyaya Hem Ahirete Katkısı

Şu soruyu hatırlayalım: “Sırf dünya için mi yaratıldın ki bütün vaktini dünya işlerine sarf ediyorsun?” Bu soru, modern insanın gün içinde 10-12 saatini kariyer, kazanç, sosyal medya ya da dünyevî meşgalelere ayırırken; Allah’a (c.c) yönelişi sadece bir dakikalık düşünceye bile layık görmemesi üzerine bir ikazdır. Geceleri ekranlara, gündüzleri işlere, haftasonları alışveriş merkezlerine adanmış bir ömür; yaratılış gayesiyle ne kadar örtüşebilir?

İnsan, bu dünyaya sadece çalışmak, kazanmak ve tüketmek için gelmedi. Gerçek anlamda huzuru ve istikameti bulabilmesi için kulluğunu hatırlaması gerekir. Namazın önemi, tam da burada ortaya çıkar. Çünkü namaz, hayatın merkezine Allah’ı (c.c) koymaktır. Her rekât, bir teslimiyet ilanı; her secde, bir kulluk mühürüdür.

Bu yüzden bir saatlik namazı fazla görmek, insanın ölçü birimini sorgulatmalıdır. Çünkü o bir saat, insanın hem dünyasına bereket katar, hem de ahiretine sermaye olur. “Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Ali İmran, 31) ayeti, namazın Peygamber’e (s.a.v.) uymanın bir tezahürü olduğunu ortaya koyar. Namaz, yalnızca ibadet değil, aynı zamanda sevginin ve sadakatin bir göstergesidir.

Namazın İhmali, Ebedi Hayatın İhmalidir

Namaz, ahiret hayatının en temel direklerinden biridir. Bu dünyada ihmal edilen her namaz vakti, ahirette eksik bir hazırlık olarak karşımıza çıkar. “Namaz, mü’minin miracıdır” hadisi, bu ibadetin değerini ve yüceliğini en güzel şekilde ifade eder. Miraç, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) göğe yükseldiği ve Rabb’iyle (c.c.) doğrudan buluştuğu özel bir hadisedir. Namaz da mü’minin ruhen yücelip Rabb’iyle (c.c.) buluştuğu manevî bir yolculuktur.

Bu nedenle namaz kılmak, sadece dünyevî huzur değil, ebedî saadetin de kapısını aralamaktır. İnsan, bu dünyada hangi hedefe ulaşırsa ulaşsın; eğer namazı ihmal etmişse, en büyük sermayesini kaybetmiş demektir. Çünkü namaz, Allah’ın (c.c) kuluna verdiği bir lütuf, kulun ise Rabbi’yle (c.c.) olan ahdini her gün yenilediği bir buluşmadır.

Bugün bir adım at, secdeye biraz daha yaklaş. Allah (c.c.), tövbeye, dönüşe, yönelişe karşılık verendir. O (c.c.), kulunun niyetini görür, çabasını karşılıksız bırakmaz. Hayatın hengâmesi içinde kaçırılmış her vakit için pişmanlık yerine, şimdi bir adım atmak mümkündür. Çünkü Allah (c.c) her zaman kabul edendir.

Birçok Gencin Namaza Başladığı İşte O Sohbet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir