Namazı Ertelemenin Zararları
Namaz, biz müminler için sadece bir ibadet değil, aynı zamanda ruhun huzura erdiği, kalbin Rabbine (c.c.) yöneldiği mukaddes bir buluşmadır. Ne var ki bazen nefis, gaflet ve tembellikle bu buluşmaya engel koyar. Oysa namazını vaktinde ve huşu içinde eda eden, dünyada ve ahirette huzuru tadar. Bu yazıda nefsimize sorular sorarak onu namaza karşı daha dikkatli olmaya çağıracak ve namazın kıymetini gönlümüzde taze tutacağız.
Namazı Vaktinde Kılmak Neden Önemli?
Namazı vaktinde ve cemaatle kılmak, insanın hem ruh hem de ahiret huzuru için bir anahtardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuştur:
“Cemaatle kılınan namaz, yalnız başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.”
(Buhari, Ezan, 30; Müslim, Mesacid, 42)
Namazı ertelemek kalpte ağırlık oluşturur, huzursuzluk artar. Özellikle yatsı namazını vakti geçtikçe kılmak zorlaşır; nefis bahaneler üretir, uyku veya meşguliyetler daha cazip gelir. “Birazdan kılacağım” denir ama bu niyet çoğu zaman harekete dönüşmez.
Keyifli bir işle meşgulken namaza yönelmek zor gelebilir. Bu da namazın zihinde geri plana atılmasına, öneminin azalmasına neden olur. Oysa mümin, namazı merkeze almalı, vaktinde ve mümkünse cemaatle kılmayı alışkanlık hâline getirmelidir.
Çünkü namazı üşenerek ve isteksizce kılmak, münafıklık alametlerindendir. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle ifade edilir:
“Onlar namaza kalktıklarında üşene üşene kalkarlar; insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.”
(Nisa Suresi, 142)
Bu noktada nefse şu soruyu sormalıyız:
“Ey nefsim! Sen de namazda münafıklar gibi tembellik mi edeceksin?”
Müminin gayesi, namazı hem zahiren hem de batınen en güzel şekilde vaktinde ve cemaatle eda etmek ve Rabbine (c.c.) olan bağlılığını diri tutmak olmalıdır.
İçindekiler
Namazı Vaktinde Kılmamanın Sonuçları
Namaz, kalbin Rabbi (c.c.) ile buluştuğu, secdede rahmet kapısına dayandığı bir haldir. Kalbinde huşu iddia eden bir insanın, namazını bir yük gibi görüp tembellik etmesi ne büyük bir çelişkidir. Zira Kur’an-ı Kerim’de bu hakikat şöyle ifade edilir:
“Gerçekten de namaz, Allah’a (c.c.) saygı ile boyun eğenlerden başkasına elbette ağır gelir.”
(Bakara Suresi, 45)
Namaz, kalpteki yaraların sabır ipliğiyle dikildiği, secdede dil yerine kalbin konuştuğu bir şifadır. “Ya Rab, huzurundayım, kapındayım; beni rahmetinle içeri al“ demektir.
Bir mü’min, huşuyu sadece dilde değil, kalbinde ve davranışında da taşımalı; namazı ertelemekten sakınıp onu bir rahmet buluşması olarak görmelidir. Zira huşu, tembellikle değil, teslimiyetle yaşanır.
Peygamberimizin (s.a.v.) Namaz Sevgisi ve Müslümanlara Örnekliği
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) namaza olan muhabbeti bizler için en büyük örnektir. O, (s.a.v.) geceleri ayakları şişinceye kadar uzun uzun namaz kılmış, gözyaşlarıyla rabbine yönelmiştir. Hz. Ayşe (r.a)’nin hayret dolu sorusu üzerine ise şöyle buyurmuştur:
“Şükreden bir kul olmayayım mı?”
(Buhari, Teheccüd, 6; Müslim, Salatü’l-Münafikin, 79)
Hz. Muhammed (s.a.v.), namazı sadece bir ibadet değil, kalbin huzur bulduğu, ruhun yüceldiği bir yakınlık vesilesi olarak görmüştür. Gerçek sevgi, sevdiğinin sevdiklerini sevmekle ispatlanır. O hâlde nefsimize şu muhasebe sualini de sormamız gerekir: “O’nu sevdiğin iddia ediyorsun ama O’nun ‘Gözünün Nuru’ dediği ve bütün muhabbetini sunduğu namazı sevmiyor musun?“ Seven, sevdiğinin sevdiklerini de sever. Hz. Muhammed (s.a.v.)’i seven bir mümin, O’nun (s.a.v.) en çok sevdiği ibadet olan namaza da kalpten bağlanmalı, onun gibi namazda huzur aramalıdır.
Namazı sevmek, onu ertelememekle başlar. Nefse rağmen ayağa kalkmak, kalbe Allah (c.c)’ı hatırlatmak ve her vakitte huzura koşmak, gerçek kulluğun nişanesidir. Zira sevgi, fedakârlık ister; huşu, gayretle beslenir. O halde, her ezanla birlikte kendimize hatırlatalım: Namaz bir yük değil, rahmete açılan kapıdır.




