Hastalık ve Hikmetleri

Hastalık ve Hikmetleri

Hastalık ve Hikmetleri

Zahmetten Rahmete Açılan Kapı

Hastalık Hikmetleri

Hayatın akışı içinde insan, bazen beklenmedik zorluklarla karşı karşıya kalır. Bunların en çarpıcı örneklerinden biri de hastalıklardır. İnsanın bedeninde veya ruhunda ortaya çıkan hastalıklar, yalnızca fiziksel acılar değil, aynı zamanda manevi bir imtihan olarak da karşımıza çıkar. Hastalıklar, birer sıkıntı değil, insanın sabır, teslimiyet ve şükür sınavını verdiği özel anlar olarak kabul edilir. Bu noktada, hastalıkları doğru bir bakış açısıyla karşılamak, onları bir dert olarak görmekten ziyade, manevi yükseliş ve günahlardan arınma fırsatı olarak değerlendirmek gerekmektedir.

Günümüz dünyasında hastalık, sadece bedensel değil, aynı zamanda ruhsal ve psikolojik boyutlarıyla da insan hayatını etkileyen bir gerçektir. Özellikle modern hayatın getirdiği stres, kaygı ve içsel boşluk, kişileri derin bir bunalıma sürükleyebilmekte, hatta intihar gibi çıkmaz düşüncelere sevk edebilmektedir. Ancak unutmamak gerekir ki hastalık, sabırla karşılandığında kişinin manevi yolculuğunda kişiyi yükselten  bir basamak haline gelebilir.

Bu makalede, hastalığı bir imtihan olarak kabul etmenin ve sabırla karşılamanın hikmetlerinden bahsedilecek; aynı zamanda dünya hayatının geçici olduğunu hatırlatıp asıl huzurun Allah(c.c)’a yönelmekte olduğunu vurgulayacağız. Hastalıklara karşı gösterilen sabır, şükür ve tevekkül, müminin imanını güçlendiren, günahlarından arınmasına vesile olan bir rahmet kapısıdır.

İçindekiler

Hastalığı İmtihan Olarak Kabul Etme ve Sabırla Karşılama

İslam’da hastalık, yalnızca fiziksel bir durum değil, aynı zamanda manevi bir imtihandır. İnsan, yalnızca bedensel hastalıklarla değil, aynı zamanda ruhsal ve psikolojik sıkıntılarla da imtihan edilir. Kimi zaman iç dünyasında yaşadığı üzüntüler, kaygılar ve psikolojik çöküntüler, fiziksel hastalıklardan daha zor bir hal alabilir. Günümüzde birçok insan, maddi kayıplar, başarısızlıklar veya dünya hayatının geçici hevesleri nedeniyle derin bir boşluğa düşmektedir. Özellikle dünyevî nimetlere fazlasıyla bağlanmak, bunların elden gitmesiyle büyük bir huzursuzluğa sebep olmaktadır.

Örneğin, bazı insanlar hayatın yükünü taşıyamayacak hale gelip bunalıma girerken, kimileri de karşılaştıkları sıkıntılar nedeniyle intiharı bile düşünebilmektedir. Günümüzde insanların sıkça sorduğu “İntihar neden haramdır?” sorusu, insanların hayata dair büyük bir boşluk içinde olduklarını göstermektedir. Oysa insan, hastalıkları ve sıkıntıları bir mesaj olarak okuyabilirse, bu onu gerçek mutluluğa ve iç huzura götüren bir basamak haline gelebilir.

Bununla birlikte, hastalık sabır ve teslimiyet dersi de verir. İnsan, acziyetini fark ettiğinde Allah(c.c)’a yönelir ve O’ndan yardım ister. Kur’an-ı Kerim’de “Şüphesiz ki sizi biraz korku ve açlık; (ayrıca) mallardan, canlardan ve ürünlerden azaltma (fakirlik) ile imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 155) buyurulmaktadır.  Sabır gösteren bir mümin için hastalık, bir sıkıntı değil, aynı zamanda günahlarının affına vesile olan bir arınma süreci haline gelir. Dolayısıyla, hastalıklar insanın Rabbine yönelmesi, sabrı öğrenmesi ve gerçek huzurun yalnızca Allah(c.c)’ta olduğunu kavraması için bir fırsattır.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Allah(c.c), şöyle buyurdu: Mümin kullarımdan birine bir bela ve hastalık verdiğimde Bana hamd eder ve verdiğim bela ve hastalığa sabır gösterirse, yatağından kalktığında annesinden doğduğu günkü gibi günahlardan temizleniş olarak kalkar. Allah(c.c), hafıza meleklerine şöyle buyurur: ‘Ben bu kulumu yatağa esir ettim ve ona bela verdim. O halde ondan önce sıhattayken kendisine yazmış olduğunuz sevapları yazmaya devam edin.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 28/344; Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat, 5/73)

Bu hadis, hastalığın yalnızca bir imtihan olmadığını, aynı zamanda büyük bir rahmet ve günahlardan arınma vesilesi olduğunu göstermektedir. Allah(c.c), sabreden kullarının günahlarını affeder ve onların derecelerini yükseltir. Bu nedenle, hastalıklarla karşılaşan mümin, isyan etmek yerine Allah(c.c)’ın rahmetine sığınmalı ve sabırla bu süreci değerlendirmelidir.

Sabır Nasıl Elde Edilir?

Sabır, yalnızca insanın kendi çabasıyla elde edebileceği bir nimet değildir; sabır, Allah(c.c)’tan istenmesi gereken büyük bir nimettir. İnsan, hastalıkla karşılaştığında çoğu zaman dayanacak gücünün kalmadığını hisseder. Ancak sabrı gerçekten kazanmak isteyen bir mümin, bunu kendi nefsine güvenerek değil, Allah(c.c)’ın “Es-Sabûr” ismine sığınarak talep etmelidir. Çünkü gerçek sabır, insanın sınırlı gücünden değil, Allah(c.c)’ın ona verdiği dayanma kuvvetinden gelir. Allah(c.c), kuluna sabır verdiğinde, onun en ağır imtihanları bile sükûnet ve rıza ile karşılamasını sağlar. Bir insan sabrı kendi nefsinden beklediğinde tükenir ve isyana sürüklenir. Oysa sabrı Allah(c.c)’tan talep eden kişi, dağlar kadar ağır musibetleri bile “Bu da geçer Ya Hû” diyerek karşılayabilir.

Sabır, sadece başa gelen hastalıkları kabullenmek değildir; sabır, o hastalığı Allah(c.c)’ın bir mesajı olarak okuyup, onu en güzel şekilde değerlendirmektir. İnsan sıkıntısını Allah(c.c)’a açmalı ve O’ndan sabır istemelidir. Çünkü sabır, insanın içinde kendiliğinden doğan bir özellik değil, Allah(c.c)’ın kalbe verdiği bir kuvvettir. Bu yüzden, hastalığa karşı sabır gösterirken, aynı zamanda Allah(c.c)’tan sabrı istemek ve dua ile bu süreci güçlendirmek gerekir. Gerçek tevekkül, insanın yalnızca sabretmesi değil, sabrı da Allah(c.c)’tan beklemesidir. Hastalık insana, hayatın geçici olduğunu ve asıl saadetin ahirette bulunduğunu hatırlatır. Bununla birlikte, insanlara sabır ve teslimiyet dersi verir. Hastalık, insana Allah(c.c)’a yönelmeyi, dua etmeyi ve tevekkül etmeyi öğretir.

Huzur ve Rahmet: Hastalığa İman Gözlüğüyle Bakış

İnsan bu dünyaya yalnızca lezzet almak ve rahat etmek için gelmemiştir. “Gelenler gidiyor” kaidesi, bu dünyanın geçici olduğunu gösterir. İnsan, hastalık gibi imtihanlarla olgunlaşır ve ahiretteki sonsuz saadete hazırlanır. İnsan için en büyük huzur ve mutluluk, Allah(c.c)’ı tanımakta ve O’na teslim olmaktadır.

Bediüzzaman Hazretleri, dünya hayatının geçiciliğini vurgularken şu çarpıcı teşbihi yapar: “Ölüm ve idam intizarında bulunan bir adam, sehpanın tezyin ve süslendirilmesinden zevk ve lezzet alabilir mi?” (Risale-i Nur, Mesnevi-i Nuriye).  Bu ifade, insanın dünya hayatında süslü nimetler ve geçici lezzetler peşinde koşmasının aslında ne kadar anlamsız olduğunu gösterir. Tıpkı idam sehpasına götürülen bir mahkûmun süslü bir masadan çok kurtuluşu önemsemesi gibi, insan da her an sona yaklaşan bir yolcu olduğunu unutmamalıdır. Ancak pek çok insan, bu gerçeği göz ardı ederek dünyaya gereğinden fazla bağlanır ve fanî nimetlerin elinden gitmesine üzüntüyle tepki verir. Oysa dünya, kalıcı huzur ve rahatın yeri değil, bir imtihan mekânıdır. Gençlik, servet ve sevdiklerimiz zamanla elimizden kayıp giderken, insanın asıl hedefi bunlara sıkı sıkıya tutunmak değil, ebedî saadet için hazırlık yapmak olmalıdır. Gerçek huzur, dünya nimetleriyle değil, ahirete yönelik bir bilinçle yaşamakla mümkündür.

“Bu dünyada rahat için bulunmadığımızın delili nedir?” sorusuna şu şekilde bir cevap verilir: Gelenler gidiyor, gençlik gidiyor, muhabbet ettiğin her şey elinden çıkıyor. Bunlar insana bu dünyanın geçici olduğunu ve ebedi saadetin ahirette bulunduğunu gösterir.

Huzur Nedir ve Allah(c.c)’tan Nasıl İstenir?

Bir insan, sürekli “Ben dünyada huzurlu olayım, rahat edeyim” diye düşünürse, aslında huzuru elinden gider. Çünkü dünya, sabit ve kalıcı bir huzur mekânı değildir. Geçici olan bir şeyden kalıcı huzur beklemek, insanı hayal kırıklığına uğratır. İnsan, hayatını sadece rahatlık arayışıyla geçirirse, her karşılaştığı zorluk ona daha büyük bir sıkıntı gibi görünür.

Buna karşın, meşakkatin farkında olup, dünyanın bir imtihan yeri olduğunu kabul eden kişi için her şey daha kolay hale gelir. İnsan, bu hayatın bir imtihan olduğunu bilerek yaşarsa, karşılaştığı sıkıntıları büyük bir mesele haline getirmez. Meşakkate razı olan için meşakkat kolaylaşır. Bu yüzden huzur aramak yerine, dünya hayatının imtihan ve geçici sıkıntılarla dolu olduğunu kabul etmek, insana gerçek huzuru kazandırır.

Lezzet ve Acı Arasındaki İlişki

Bediüzzaman Hazretleri’nin de belirttiği gibi, “Zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i elem dahi lezzettir.” (Risale-i Nur, Sözler, On Üçüncü Söz, İkinci Makam). Yani bir insanın elde ettiği lezzet, onu kaybettiğinde acıya dönüşebilir. İnsan bir nimeti kaybettiğinde, ondan aldığı lezzet bir hüzne dönüşür. Bu yüzden sadece dünya hayatındaki zevk ve rahatlıkları hedef almak, kişiyi sonunda büyük bir hüsrana sürükleyebilir.

Örneğin, gençliğin verdiği enerji ve sağlık insana büyük bir mutluluk verir. Ancak gençlik elden gittiğinde, bu mutluluk bazen bir hüzne ve pişmanlığa dönüşebilir. Bir insan, sahip olduğu nimetlerin geçici olduğunu unutursa, onların kaybı karşısında büyük bir üzüntü duyar. Ancak bu nimetleri geçici bir emanet olarak görüp, asıl huzuru Allah(c.c)’a yönelmekte arayan kişi, kayıpları büyük bir sıkıntı olarak görmez. Gerçek huzur, dünya nimetlerine bağlanmamak ve onların geçici olduğunu bilerek yaşamakla mümkündür.

İnsanın Gayesi Nedir? Dünya Lezzetleri mi, Ahiret Hazırlığı mı?

Allah(c.c) insana diğer canlılardan farklı olarak akıl, irade ve düşünme yetisi gibi büyük nimetler vermiştir. Ancak bu nimetler, insana sadece dünyada keyif sürmesi için değil, sorumluluk taşıması için verilmiştir. Eğer dünya sadece lezzet yeri olsaydı, hayvanlar gibi sadece yemek, içmek ve eğlenmek yeterli olurdu. Oysa insan, geçmişi ve geleceği düşünebilen bir varlıktır.

İnsan, küçük bir akvaryumda yaşayan bir balıktan çok daha büyük bir sermayeye sahiptir. Akıl, irade, hisler ve düşünce gibi Allah(c.c)’ın insana verdiği büyük nimetlerle donatılmıştır. Ancak bu büyük sermayeye rağmen, insan çoğu zaman bir balıktan daha huzursuz olur. Çünkü geçmiş ve gelecek endişeleri, insanın anlık lezzetlerden tam anlamıyla faydalanmasını engeller. Oysa bir balık, akvaryumun içinde yaşadığı anın farkındadır ve geleceği düşünmeden hayatını sürdürür. İnsana verilen sermaye çok daha fazla olduğuna göre demek ki insan, bir hayvan gibi sadece lezzet almak odaklı yaşamamalıdır.  Çünkü insana akıl, düşünme yetisi ve duygular verilmiştir ve bu onun yalnızca dünya nimetleriyle tatmin olamayacağını gösterir. Demek ki insanın yaratılış amacı, sadece lezzet almak değil, bu dünyayı bir imtihan yeri olarak görüp, asıl saadetin ahirette olduğunu anlamaktır. İnsan, ruhunun ihtiyaçlarını göz ardı edip sadece dünya lezzetlerini hedef aldığında, gerçek huzuru hiçbir zaman bulamaz. Çünkü insan, geçmişi ve geleceği düşünebilme yetisine sahiptir. İşte bu, insanın dünyaya sadece lezzet almak için gelmediğinin açık bir delilidir.

İnsana verilen akıl, irade, duygu ve düşünme yetisi, sadece dünya için değil, ahiret için de bir hazırlık yapmak içindir. Eğer insan, tüm hayatını bu dünya için düzenler ve sonsuz hayatı unutur ise, burada elde edeceği hiçbir şey ona kalıcı huzur vermez.

İmtihan sürecinde insanın rahat beklememesi gerekir. Bir öğrencinin üç saatlik bir üniversite sınavında eğlenmeyi düşünmesi nasıl anlamsızsa, insanın da dünya hayatında sadece rahat ve keyif arayışı içinde olması aynı şekilde anlamsızdır. Çünkü dünya, geçici bir imtihan yeridir. Burada amaç, rahat etmek değil, ebedi hayatı kazanmak için çalışmaktır. Dolayısıyla hastalık, insanı rahatsız eden bir durum olarak değil, onu olgunlaştıran ve manevi yükselişe vesile olan bir nimet olarak görülmelidir.

Ömür Sermayesini Doğru Kullanmak

Allah(c.c), insana ömür adı verilen kıymetli bir sermaye vermiştir. Ancak birçok insan, bu sermayenin farkına varmadan onu harcamakta ve ne için kullanması gerektiğini bilmemektedir. Ömür, insanın her gün yeniden kendisine sunulan bir fırsattır. Dünkü gün geçtiğinde, bütün dünya toplansa bile onu geri getiremez. Ancak Allah(c.c), hiçbir bedel ödemeden insana bugün için yeni bir 24 saat vermektedir. Bu zamanı sadece harcamak mı gerekir, yoksa onu bir yatırıma dönüştürmek mi?

Bir tüccarın eline büyük bir sermaye verildiğinde, bu parayı sadece harcamak için değil, çoğaltmak ve yatırım yapmak için kullanması gerekir. Ömür sermayesi de böyledir. Allah(c.c), insana bu dünyada anlık zevklerin peşinden koşsun, vaktini boşa harcasın diye değil, ahiret için büyük bir kazanç sağlasın diye bu sermayeyi vermiştir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin ifade ettiği gibi, insanın en kıymetli sermayesi ömrüdür. Ancak bu sermaye, ya geçici dünya zevkleri uğruna harcanır ve kaybedilir ya da ahiret için bilinçli bir şekilde değerlendirilerek sonsuz bir kazanca dönüştürülür.

Ömür Sermayesini Boşa Harcamamak İçin Ne Yapılmalı?

Ömrün değerini fark etmek: İnsan, zamanının kıymetini bilmezse, onu gereksiz şeyler için harcar. Dün geçti ve bir daha geri gelmeyecek. Bugün ise bir fırsattır. Allah(c.c), insana her gün yeni bir 24 saat vermekte, ancak bu süreyi nasıl değerlendireceği konusunda onu serbest bırakmaktadır.

Gençlik sermayesini doğru kullanmak: Gençlik, insanın en verimli ve en enerjik dönemi olduğu için, bu sermayenin ahiret için bir yatırıma dönüştürülmesi gerekir. Sahabeler, gençliklerini Allah(c.c) yolunda kullanarak hem dünyalarını hem ahiretlerini kazanmışlardır. Eğer gençlik yılları sadece birkaç anlık zevk uğruna boşa harcanırsa, kişi ahirette sonsuz gençliğini kaybedecektir.

Hastalıklar vesilesi ile farkındalık kazanmak: Eğer insan her zaman sağlıklı olsaydı, bu nimetlerin değerini bilemezdi. Hastalık, insana ömrünün nasıl geçtiğini, zamanını nasıl değerlendirdiğini hatırlatan bir uyarıcıdır. Sağlıklıyken, hayatı sadece dünya işleriyle geçirmek insana doğal gelebilir. Ancak hastalık insanın gözünü açar ve ona, “Sermayeni ne için kullandın?” sorusunu sordurur.

Bu yüzden, insan ömür sermayesini nasıl kullanacağını iyi düşünmeli ve onu kalıcı bir kazanca çevirecek şekilde harcamalıdır. Ahiret için yapılan her yatırım, sonsuz kazanç olarak geri dönecektir.

Hastalık Ceza Değil Manevi Arınma Sürecidir

Hastalık, insanın sadece fiziksel olarak karşılaştığı bir durum değildir; aynı zamanda ruhsal, psikolojik ve manevi yönleriyle de büyük anlamlar barındırır. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin de vurguladığı gibi, hastalık bir musibet değil, bir ikaz ve ilahi bir mesajdır. İnsan, günlük hayatın koşturmacasında gaflete düşebilir ve sağlığın, gençliğin, nimetlerin kıymetini fark edemeyebilir. Ancak hastalık, ona bu nimetlerin geçici olduğunu ve asıl saadetin ahirette bulunduğunu hatırlatır.

Bu çalışmada ele alındığı gibi, hastalık bir ceza değil, Allah(c.c)’ın kulunu arındırmak için sunduğu bir rahmet vesilesidir. Günahların affına, manevi derecenin yükselmesine, sabrın kazanılmasına ve Allah(c.c)’a daha çok yönelmeye vesile olur. İnsan, hastalık sürecinde dua ve ibadete daha fazla yönelerek, dünya hayatının faniliğini daha iyi idrak eder. Sağlık her an bahşedilen bir nimet olduğu için insan farkında olmadan onu sıradanlaştırır. Ancak hastalık, insana gerçek değerleri hatırlatan bir öğretmendir.

Ayrıca, insanın dünyadaki varlık amacı sadece rahat ve huzur içinde yaşamak değil, büyük bir imtihan sürecinden geçmektir. Dünya, ebedi bir yaşam yeri olmadığı gibi, sürekli huzur ve mutluluk vaat eden bir diyar da değildir. İnsan, bu dünyaya yalnızca lezzet almak ve eğlenmek için değil, ahirette sonsuz bir saadeti kazanmak için gönderilmiştir. Bu yüzden, hastalıklar ve musibetler bir ceza değil, insanı gafletten uyandıran ve Allah(c.c)’a yönlendiren ilahi davetlerdir.

Ömür, insana verilmiş en büyük sermayedir ve bu sermayeyi nasıl harcadığımız, bizim ebedi hayatımızı belirleyecektir. Gençlik, sağlık ve zaman; geçici ve hızla tükenen nimetlerdir. Eğer bu nimetler sadece dünya için harcanırsa, insan büyük bir kayıp yaşar. Ancak bu sermaye, ahiret için bilinçli bir şekilde değerlendirilirse, insan hem dünyada hem de sonsuz hayatında huzur ve saadete ulaşır.

Yani insan hastalıkları ve sıkıntıları bir bela veya ceza olarak değil, Allah(c.c)’ın rahmetinin bir tecellisi olarak görmelidir. Sabırla karşılanan her imtihan, insanı olgunlaştırır ve ahiretteki mükâfatı artırır. Bu nedenle, hastalık geldiğinde isyan etmek yerine, onun hikmetini anlamaya çalışmak ve onu Allah(c.c)’a yakınlaşmak için bir vesile olarak değerlendirmek en doğru bakış açısı olacaktır.

Hastalar Risalesi 3 - Video