Allah Bize Bela ve Musibetleri Neden Veriyor?
Allah Katında Değerli Olmak İstiyorsan Bunları Yapmalısın!
Şimdi size aynı hammaddeye sahip iki ürünün farklı iki halinden bahseden örnekler vereceğim ama bu bahse geçmeden evvel öğrenmemiz gereken iki önemli nokta var.
Adem’e yani yokluğa hammadde, sanat varlığı bulunmayan eser, diyeceğiz.
Vücud’a yani varlığa ise nakış, sanat varlığı bulunan eser, diyeceğiz. Yani var olan iki ürün hakkında sanatın varlığını ve yokluğunu inceleyeceğiz.
Vereceğim örneklerdeki hammaddelerin müşahhas yani konuşan varlıklar olduğunu düşünüp onlarla biraz muhabbet edelim.
-
Elimde iki tane plastik hammaddesi bulunsa ve ben bu plastik hammaddesine desem ki “Ey plastik kardeşler! Size biraz musibetler ve belalar vereceğim ama bu verdiğim musibetler ve belalar sonucu sizi hammadde olmaktan çıkarıp sanatlı bir eser haline getireceğim. Bir süre ateşte yanacaksınız, presleme makinelerine gireceksiniz. Sonra başka bir plastik arkadaşınızdan size kapaklar takacağım. Devamında da Uludağ’ın zirvelerinden getirdiğim buz gibi suları sizin içinize koyacağım ve siz artık satılabilir bir madde haline geleceksiniz. Böylece satılarak hem siz menfaat elde edeceksiniz hem de birileri sizi kullanacak ve onlar menfaat elde edecek. Mesela küçük bir çocuk susayacak ve annesi ona sizin aracılığınızla su içirecek. Şimdi cevap verin ey plastik kardeşler! Bu şekilde varlık âlemine gelip sanatlı bir esere mi dönüşmek istersiniz, yoksa yoklukta kalıp hammadde olarak mı devam etmek istersiniz?” Sizce ne cevap verirlerdi? Elbette o ufak musibetler ve belalar başımıza gelse bile biz varlık âlemine çıkmak isteriz, derlerdi.
-
Şimdi önünüzde iki tane meşe kütüğü olduğunu düşünün ve siz yine bu kütüklerle bir muhabbete girseniz, deseniz ki “Selam kütük kardeşler. Benimle biraz yol yürüyüp bazı işlemlerden geçmeye var mısınız?” Kütüklerden birincisi “Aman Mehmet kardeş, ben zaten yorulmuşum, bana hiç dokunma!” dese. İkincisi ise “Hele bir anlat Mehmet kardeş, ne işlemiymiş bunlar?” dese. Siz de anlatmaya başlasanız. “Bak meşe kardeş, önce seni bizim marangoz Mahmut Ağabey’e götüreceğim. O seni biraz kesip biçecek. Bizim istediğimiz belli başlı ebatlarda sana şekil verecek. Sen o şekle girdikten sonra bir de bizim metal kardeşler var onlardan sana ayak takacak. Ondan sonra seni biraz zımparalayacak. Üzerine boya sürecek ve biraz da vernik atacak ve sen tüm bu işlemlerden sonra masa olacaksın. Sen bu masa haline geldikten sonra biz seni en az yirmi yıl kullanacağız. Senin üzerinde Kur’an okunacak, ilmi hakikatler çalışılacak, yaşanan her şeye tanık olacaksın, insanlara çok menfaat sağlayacaksın. Öbür kütük ne olacak biliyor musun? İki gün sonra bir sobaya atılıp yakılacak ve onun ömrü üç saatte bitecek. Oysa senin ömrün bu bir takım bela ve musibetlere sabredersen yirmi, otuz yıl sürecek. Neden çünkü senin üzerinde bir nakış, bir sanat olacak, bir sanatkâr sanatını konuşturacak ve sen insanlara menfaatli olacaksın. Var mısın bu bela ve musibetlere, sonunda sanatlı bir esere dönüşüp var olabilmek için?” desem. O da bana der ki, ”Varım tabii Mehmet kardeş. Belki biraz zımparalanacağız, belki kesilip biçileceğiz, üzerimize paslı çiviler çakılacak ama bu bela ve musibetler konuşulacak meseleler değil. Çünkü varlık âleminde kalmak, yok olmaktan her zaman daha hayırlıdır.”
-
Elimde iki tane tohum olduğunu düşünelim ve bu seferde onlarla muhabbet edelim.
-
“Merhaba tohum kardeşler, ben Mehmet. Size çok önemli bir mesele anlatmam gerekiyor bir iki dakikanızı ayırır mısınız?”
-
“Tabi buyur, seni dinliyoruz.”
-
“Siz şu an yokluk âleminde iki tohumsunuz. Üzerinizde hiçbir nakış, hiçbir işleme yok. Gelin siz yokluk âleminde kalmayın, insanlara menfaatinizin dokunacağı varlık âlemine çıkın. Siz ancak bu âleme çıktığınız zaman gelişebilir, büyüyebilir, toprağa ekildikten sonra neşvünema bulup meyve verebilirsiniz. Tabi bu saydıklarım şimdilik size çok güzel gibi gelebilir ama bu aşamaya gelene kadar biraz zahmet çekebilirsiniz. Önce toprağın altında biraz sıkıntılar bulacak sizi. Bazen bir böcek musallat olacak, bazen soğuk hava bedeninizi dağlayacak, kar yağacak, don vuracak, gelen giden üzerinize basacak ve sizi fark etmeyecek bile, hatta belki üzerinize gübre atılacak. Toprağın üzerinde de durum çok farklı olmayacak. Bir bakmışsınız fırtınalar kopuyor donuyorsunuz, bir bakmışsınız güneş tam tepenizde yanıyorsunuz. Devamında meyve vermek için bazen yıllarca beklemeniz icap edecek. O esnada bir ağaçkakan gelip kolunuzu kanadınızı delik deşik edecek. Belki o meyve verme sürecine gelene kadar pek çok böcek size musallat olacak. Bazı haylaz çocuklar dalınızı kıracak. Ama bunca sıkıntının sonunda sizden çok güzel bir meyve çıkacak ve siz artık o meyve ile diğer tüm tohumlardan ayrılarak nam salacaksınız. Portakal ağacı, kiraz ağacı, limon ağacı diye isimler alarak, insanların hüsnü zanlarına mazhar olacaksınız. İnsanlar her hasat zamanı sizin meyvelerinizi yiyecek. Dört hasat dönemi insanlara meyve veren çok faydalı bir ürün haline geleceksiniz.