Aile, Rızık ve Ahiret Arasındaki Denge: Meâric Suresi'nden Derin Bir Uyarı
Meâric Suresi Işığında Aile, Rızık ve Ahiret Dengesi
Dünya hayatı, biz müminler için cennete uzanan uzun ve anlamlı bir yolculuktur. Bu yolculukta aile sevgisi, rızık endişesi ve kulluk bilinci iç içe geçmiş büyük imtihanlardır. Evlatlarımıza duyduğumuz derin şefkat, eşimize olan muhabbet, helal kazanç için verdiğimiz mücadele ve toplumsal sorumluluklarımız, dinimizce övgüyle karşılanan erdemli davranışlardır.
Fakat bu değerler, Allah’la (c.c.) kurduğumuz kulluk bağını zayıflatmaya başladığında, kişinin gönül terazisini sarsar ve birer imtihan vesilesine dönüşür. Böyle bir durumda mümin, dünyalık sevgilerini ahiret bilinciyle dengelemeli ve bu nimetleri Allah’a (c.c.) yaklaşma vesilesi haline getirmelidir.
Meâric Suresi, bu hakikati Mekke döneminde ahireti hafife alanlara karşı indirilen çarpıcı bir uyarı olarak dile getirir. Sure, insanın dünyevi bağlarının Ahiret günü karşısında nasıl bir anlam kaybına uğrayacağını anlatır. Kıyametin dehşeti karşısında, en kıymetli gördüğümüz bağlar bile çözülecektir.
I. Kıyamet Azabı Karşısında Aile Bağlarının Çözülüşü
Meâric Suresi’nin ayetleri, ahiretin kesin bir gerçek olduğunu hatırlatarak günahkârların karşılaşacağı korkunç manzarayı tasvir eder. Ayetlerin iniş sebebi olarak, o dönemde müşriklerin ahireti inkâr ederek Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) meydan okumaları gösterilir.
Bu sure, sadece o dönemin insanlarına değil, kıyamete kadar gelecek bütün müminlere bir uyarı niteliğindedir. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Halbuki birbirlerine gösterilirler. Günahkâr kişi, o günün azabı karşısında ister ki oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran bütün ailesini ve yeryüzünde kim varsa herkesi fidye olarak versin de kendisini kurtarsın!” (Meâric, 11–14)
Bu ayetler, dünyada büyük bir şefkatle bağlandığımız ailemizin ve aile sevgisinin bile, dehşetli ahiret gününde ne kadar önemsiz kalacağını anlatır. Dünyada evladı için canını vermeye hazır bir anne bile, o gün azabın dehşeti karşısında sadece kendi kurtuluşunu düşünür. O günde insanlar birbirinden uzaklaşır; ne anne evladını, ne de evlat annesini arar. Çünkü herkes kendi hesabının ve kurtuluşunun derdindedir.
Bu tablo, insana hem sonsuz ve hiç bitmeyecek sandığımız sevgilerin geçiciliğini hem de ahiret azabının dehşetini derinden hissettirir. Dolayısıyla bu ayetler, aile ve ahiret arasındaki dengenin ne kadar hassas olduğunu ve müminin kalbinde ahiret bilincinin her zaman baskın olması gerektiğini gösterir.
İçindekiler
Aile Sevgisi ve Ahiret Gerçeği
Bir insanın evlâdını her şeyden üstün tutması ve şefkat göstermesi, Rabbimizin (c.c.) kalbimize yerleştirdiği fıtrî bir rahmettir. Bu rahmet, anne ile evlat arasındaki bağı öylesine güçlü kılar ki, insan çoğu zaman evladının acısını kendi canının önüne koyar.
Ancak bu bağın yaratanı olan Allah (c.c.), o dehşet günü geldiğinde bu bağı koparmaya da kadirdir. Çünkü ahirette artık imtihan bitmiş, her şey hakikat boyutuna taşınmıştır. Dolayısıyla dünya hayatında çok kıymet verdiğimiz bu duygular, o gün yerini ilahi adaletin hükmüne bırakacaktır.
Bu nedenle, ailemizi sevmek elbette dinen bir değerdir; ancak bu sevgi bizi Allah’tan (c.c.) uzaklaştırmamalı, bilakis O’na (c.c.) yaklaşmaya vesile olmalıdır. Aile sevgisini, kulluğumuzu güçlendiren bir destek, ahirete hazırlığın bir parçası haline getirebilirsek, o sevgi ibadet niteliği kazanır.
Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olandır. (Sünen-i İbn Mace, “Nikah”, 50 )” buyurarak, bu sevginin Allah (c.c.) rızasına yönlendirilmesi gerektiğini bildirmiştir.
Ahirette her insan, sadece kendi amellerinin sonucu ile yüzleşecektir. O gün, sevginin, akrabalığın ya da dünyevi yakınlığın hiçbir faydası olmayacak; sadece iman ve salih amel kurtaracaktır. Bu dünyada kurduğumuz bağlar, imanla süslenmemişse bize fayda sağlamayacaktır. Bu gerçeği idrak etmek, bizi imanla yaşamaya teşvik eder ve aile ilişkilerimizi bu bilinçle şekillendirmemiz gerektiğini hatırlatır.
II. Kulluk Bilinci ve Rızık Endişesini Dengelemek
Dünyada insanı Allah’a (c.c.) kulluktan uzaklaştıran önemli sebeplerden biri de rızık endişesidir. Oysa Meâric Suresi’nin mesajı, dünya nimetlerinin geçici birer gölge olduğunu ve asıl önceliğin kulluk bilincini diri tutmak olduğunu hatırlatır.
İnsanın, hayatının odağını Allah (c.c.) rızasından uzaklaştırdığında, en değerli uğraşları bile anlamını yitirir. Bu sure, dünyevî çabaların asıl gayesinin ahiret hazırlığı olması gerektiğini vurgular.
Rızık Endişesi: Allah’ın (c.c.) Garantisi Altında Bir Gerçek
Aile huzuru kadar, rızık endişesini de doğru anlamak gerekir. Günümüzde birçok insan, “Çocuklarımın geleceğini garanti altına almalıyım” ya da “Maddi güvenceye ulaşmadan huzur bulamam” düşüncesiyle ömrünü tüketir. Ancak Kur’an-ı Kerim bize şöyle der:
“Nice canlı vardır ki rızkını yanında taşıyamaz. Onları da sizi de Allah rızıklandırır.” (Ankebut, 60)
Bu ayet, rızık endişesinin aslında yersiz olduğunu ve kulun güven duygusunu yalnızca Rabbine yönlendirmesi gerektiğini hatırlatır. Rızık, insanın gücüyle değil, Allah’ın (c.c.) Rezzak isminin bir tecellisidir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin ifade ettiği gibi, “rızk-ı helâl iktidar ve ihtiyar kuvvetiyle kazanılmaz, buldurulmaz. Belki çalışmasını ve sa’yini kabul eden bir merhamet tarafından verilir ve ihtiyacına acıyan bir şefkat cânibinden ihsan edilir.” (Şualar – Yedinci Şua)
Yani en zayıf varlıklar en bol rızıkla rızıklandırılır. Bu hakikat, mümine tevekkül ve huzur kazandırır.
Rızkın Allah (c.c.) tarafından takdir edildiğini bilmek, insanın dünya hırsını dizginler ve onu şükür merkezli bir hayata yönlendirir. İnsanın görevi çalışmak ve gayret etmektir; fakat sonucu veren Allah’tır (c.c.). Bu bakış açısı, rızkı helal dairede aramanın önemini de hatırlatır. Çünkü haram yollardan elde edilen kazanç, bereketsiz olduğu gibi kalbi de karartır.
Sonuç olarak bu bakış bizlere şunu öğretir: Rızık garantidedir, ancak iman değil. Bu nedenle asıl korkmamız gereken şey, dünya nimetlerini kaybetmek değil, Allah’ın (c.c.) rahmetinden uzaklaşmaktır. Asıl huzur, Rezzak olan Rabbine (c.c.) tam bir güvenle teslim olmaktır.
III. Aile ve Ahiret Arasında Dengeyi Kurmak
Bir Müslüman, aile bağlarının değerini bilirken, bunları ebedi kurtuluşun önüne koymamalıdır. Kıyamet günü, sadece Allah (c.c.) rızası için kurulan ilişkiler baki kalacaktır.
Ailemizle güzel ilişkiler kurmak, rızık için gayret etmek, Rabbimizin (c.c.) emridir; ancak bunlar imanın önüne geçtiğinde birer perdeye dönüşür. Nitekim bir gemi kaptanının, yolcularını (ailesini) ve yüklerini (malını, rızık kaygısını) önemsemesi gerekir; ama her şeyden önce geminin (imanının) batmamasını sağlamalıdır.
Aile Bağının Gerçek Anlamı
Aile, bu dünya imtihanında bize verilmiş ilahî bir emanettir. Eşimize karşı muhabbetimiz, evladımıza olan merhametimiz Allah’ın (c.c.) isimlerinin bir yansımasıdır. Bu bağ, Rahman ve Rahîm olan Allah’ın (c.c.) rahmetinden bir parçadır. Dolayısıyla aile, yalnızca biyolojik veya sosyal bir kurum değil, kulluğun yaşandığı bir ibadet alanıdır. Aile içinde sevgi, sabır, affetme ve şefkat gibi değerleri yaşamak, insanın manevî olgunluğunu artırır.
Bu sevgi, eğer Allah (c.c.) rızasına bağlanmazsa, fâni bir duygudan ibaret kalır; sadece dünyada huzur verir ama ahirette bir karşılık bulmaz. Fakat imanla süslenirse, bu sevgi ebediyet kazanır ve cennette de devam eder.
Kur’an-ı Kerim’de, “İman eden, soylarından gelenlerin de aynı iman ile kendilerini izledikleri kimselerin yanlarına bu zürriyetlerini katacağız; bununla birlikte kendi amellerinden de bir şey eksiltmeyeceğiz. Herkes kendi yapıp ettiğinin hesabından kendisi sorumlu olacaktır.” (Tûr, 21) buyrularak, imanla yoğrulmuş aile bağlarının ahirette de sürdürüleceği müjdelenir. Bu nedenle mümin, ailesini Allah’a (c.c.) yakınlaştıran bir vesile olarak görmeli, her davranışında bu bilinçle hareket etmelidir.
Ebedi Kurtuluşu Merkeze Koymak
Bir müminin görevi, aile bağını ve rızık sorumluluğunu ihmal etmeden, asıl hedef olan ebedi kurtuluşu merkeze almaktır. Ailemizle birlikte imanımızı güçlendirmek, Allah’ın (c.c.) rızasını her işin önüne koymak, dünya hayatının asıl gayesidir.
Unutmayalım ki; bu fani dünyada kazandıklarımız, imanla taçlandığında anlamlı hale gelir. Meâric Suresi bize şunu öğretir: Aile sevgisi, rızık gayreti ve kulluk bilinci arasında kurulan ilahî dengeyi korumayanlar, ahiret günü en değerli varlıklarını bile fidye olarak vermek isteyeceklerdir.
Bu nedenle, ailemizi Allah (c.c.) için sevmeli, rızık için helalinden çalışmalı ve her adımda kulluk bilincimizi diri tutmalıyız. Ancak o zaman Meâric Suresi’nin uyarısına kulak verenlerden oluruz: “O gün, ne mal ne evlat fayda verir; ancak Allah’a (c.c.) selim bir kalple gelen kurtulur.”




