- Sa’d bin Ebi Vakkâs (r.a.) Kimdir?
- Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) Nasıl İman Etmiştir?
- Boykot Döneminde Sahabelerin Açlıkla İmtihanı
- Resulullah’ın (s.a.v.) Evinin Önünde Nöbet Tutan Sahabe – Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.)
- Rabiğ Seriyyesi
- Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) Resulullah’tan (s.a.v.) Kendisi İçin Hangi Duayı İstemiştir?
- Uhud savaşında Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) ile Abdullah bin Cahş (r.a.) Birbirlerine Nasıl Dua Etmişlerdir?
- Aslan pençesi Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) Kadisiye Savaşında
- Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) Hastalandığında Efendimiz (s.a.v.) Onun İçin Nasıl Dua Etmiştir?
- Sa’d bin Ebi Vakkas’ın (r.a.) vefatı
Sa’d bin Ebî Vakkâs (r.a.)
Sa’d bin Ebi Vakkâs (r.a.) Kimdir?
Milâdî 593 de doğmuştur. (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 712; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II, 453; İbn Abdiberr, el-İstiâb, II, 173, 174.) Efendimiz’e (s.a.v.) nübüvvet geldiğinde, kendisi on yedi yaşında bir gençtir. Babasının ismi Malik b. Üheyb’dir. Babası, İslâm’ın dirilten mesajlarına yetişmeden Mekke’de vefat etmiştir. (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 712; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II, 453.) Hz. Sa’d’ın(r.a.), normalde Sa’d bin Malik(r.a.) diye anılması gerekirken babasının künyesi “Ebi Vakkâs” olduğundan kendisi “Sa’d bin Ebî Vakkâs (r.a.)” olarak anılmıştır. Annesinin ismi Hamne Bint Süfyan b. Ümeyye’dir. Annesi Ümeyyeoğullarındandır ve Ebû Süfyân’ın amcasının kızıdır. Hz. Sa’d(r.a.) annesinin hidayeti için çok uğraşmıştır ama o, ömrünün sonuna kadar İslâm’ın mesajlarına karşı durmuş, en nihayetinde de küfür üzere ölmüştür. (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 712; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II, 453; İbn Abdiberr, el-İstiâb, II, 171.)
Sa’d, manâ olarak “iyiliğe meyli, kuvveti olan” demektir. Hz. Sa’d’ın(r.a.) künyesi Ebû İshak’tır. Ona bu künye İshak el- Ekber isminde bir oğlu olduğu için verilmiştir. (İbn-i Sad, Tabakat, 3, 151) Kendisi Efendimiz’in(s.a.v.) annesi Hz. Âmine’nin de mensubu olduğu Beni Zühre kabilesindendir. (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 712; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II, 453; İbn Abdiberr, el-İstiâb, II, 171; İbn Sa’d, Tabakât, III, 151.) Bu yüzden Allah Resûlü(s.a.v.) ona bir rivayete göre “dayım”, bir rivayete göre “dayımın oğlu” diye hitap eder. Hatta bir gün onun geçtiği mecliste ona hitaben “Bakın bakın! Kimin böyle bir dayısı var, haydi gösterin!” der. (Tirmizi, Menakıb 26)
Hz. Sa’d’ın(r.a.) ailesi, ticarette ve diplomatik ilişkilerde çok iyi bir ailedir. Kendisinin Utbe, Âmir ve Ümeyr isminde üç erkek kardeşi; Sekine, Halide ve Ümare isminde de üç kız kardeşi vardır. Kardeşlerinden Utbe dışında hepsi Müslüman olmuşlardır. Utbe, Uhud Savaşı’nda Efendimiz’in(s.a.v.) mübarek dişini şehit eden kişidir ve onun ölümü kardeşi Hâtıb b. Ebî Beltea’nın(r.a.) elinden olmuştur.
Hz. Sa’d’ın(r.a.) on sekiz erkek, on sekiz kız çocuğu vardır. Kendisi muazzam bir okçudur ve çocukluğundan beri bu alanda yetiştirilmiştir. Bizlere ise toplamda 271 hadis rivayet etmiştir. Kendisi, İslâm adına havaya kalkan ilk yumruğun ve İslâm adına atılan ilk okun sahibidir.
Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) Nasıl İman Etmiştir?
Sa’d B. Ebi Vakkas’ın (r.a.) Müslüman Olmadan Önce Gördüğü Rüya
Sa’d b. Ebî Vakkâs(r.a.), çocukluk yıllarından itibaren hem ailesi hem de Mekke halkı tarafından sevilen bir insandır. Annesi, çocukları içerisinde en fazla ondan razıdır. Sa’d(r.a.), anne ve babasına çok saygılı, onların bir dediğini iki etmeyen birisidir ve yıllar akıp giderken Sa’d artık on yedi yaşlarına gelmiştir. O gün tarihler milâdî 610’u aylar ise Ramazan’ı gösterir. Efendimiz’e(s.a.v.) o gün Cebrail’den(as) vahyin ilk mesajları ulaştırılır. Nübüvvetin bu ilk günlerinde iman edenlerin sayısı henüz dört kişidir. İlk iman eden Hz. Hatice(r.a.) ve ardından iman edenler ise; Hz. Ali(r.a.), Zeyd b. Harise(r.a.), Hz. EbûBekir(r.a.)’dir. İşte bir elin beş parmağını geçmediği peygamberliğin bu ilk günleri Hz. Sa’d(r.a.) bir rüya görür. Rüyada her yer kapkaranlıktır, tepeden bir dolunay görünür ve o dolunay, birden gelip onun göğsüne girer. Sa’d(r.a.) uyanır uyanmaz rüyanın etkisiyle sadık dostu Hz. Ebû Bekir’e(r.a.) gider: “Ya Ebû Bekir, ben bir rüya gördüm. Rüyamda bir dolunay göğsümün içine saplanıyordu.” der. Kendisi iman edeli daha birkaç gün olan Hz. Ebû Bekir(r.a.) ise, “Gel ey Mâlik’in oğlu! Seni rüyanda gördüğün o dolunay ile, o yolunu aydınlatacak nur ile tanıştırayım.” der. (Taberî, Târih, II, 216.) Sad’ı(r.a.) yanına alır ve birlikte Efendimiz’e(s.a.v.) doğru giderler. O esnada Allah Resûlü(s.a.v.) sırtı dönük bir şekilde namaz kılmaktadır. Sa’d Bin Ebî Vakkâs(r.a.), Ecyad mevkine geldikleri zaman birini görür. Uzaktan gördüğü kişiyi tanır ama sırtı dönük olduğu için çıkaramaz. Yanına yaklaştıkça heyecanı daha da artar. Allah Resûlü(s.a.v.) namazını bitirip bir anda kendisine dönünce Hz. Sa’d’ın(r.a.) dili tutulur. Ne diyeceğini şaşırır. Hayran hayran Efendimiz’e(s.a.v.) bakarken “Vallahi rüyamdaki ruh hali bu haldi.” der. Sa’d(r.a.) o güne kadar Efendimiz’i(s.a.v.) çok görmüş, O’nunla(s.a.v.) çok sohbet etmiştir ama o gün halasının oğlu Muhammed(s.a.v.) onun için bambaşkadır. Efendimiz(s.a.v.), Sa’d’ı(r.a.) yanına çağırır, ona İslâm dininden bazı bahisler anlatır. Aslında Hz. Sa’d’ın(r.a.) yüreğine iman tohumu dün gece gördüğü rüya ile atılmıştır ama son bir şey lazımdır. Kelime-i şehadet. Hz. Sa’d(r.a.) orada Efendimiz (s.a.v.) ile konuştuktan sonra kelime-i tevhidi dile getirerek Müslüman olur. Böylece on yedi yaşında İslâm ile şereflenen ilklerden olur. (Taberî, Târih, II, 216.)
Boykot Döneminde Sahabelerin Açlıkla İmtihanı
Allah Resûlü’nün(s.a.v.) peygamberliği zamanında Müslümanlar Mekke’de on üç, Medine’de ise on yıl geçirmişlerdir. Mekke’nin on üç yılı içerisinde nübüvvetin yedi ve onuncu yılları arasına denk gelen üç yıllık bir zaman dilimi Boykot/Muhasara Yılları veyahut Şib-i Ebû Talip diye geçmektedir. O dönem müşrikler, Ebû Talib Mahallesi denilen sokağa Müslümanları sıkıştırıp onların bütün insanî haklarını ellerinden alarak boykot yapmışlardır. Öyle ki Müslümanlar artık açlıktan uyuyamayacak hale gelmiştir. Çünkü Müslümanların bulunduğu bölgeye ne mal ne de insan girişine müsaade edilmiştir. Bu süreçte boykotun şiddetinden Müslümanlar ya bir deri parçası bulup yemişler ya da açlıktan yaprak çiğnemişlerdir. Sa’d b. Ebî Vakkâs(r.a.) Beni Zühre’den olmasına rağmen boykottan o da etkilenmiştir. Hatta bir gün açlıktan yatamayıp, abdest bozmak için giderken, dikenliklerin arasından bir deve derisi parçası bulmuş ve o deri parçasını sabah güneşte kızmış taşın üzerinde pişirerek günlerce onu kendine azık yapmıştır. (Buhârî, ezan, 95; Tirmizi, zühd, 39; Müslim, Salât 158)
Resulullah’ın (s.a.v.) Evinin Önünde Nöbet Tutan Sahabe – Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.)
Efendimiz(s.a.v.), Yesrib’e hicret edince burada yerleşik Yahudiler ile Evs ve Hazrec içerisinde bulunan münafıklardan çok büyük sıkıntılar görmüştü. Daha İslâm’ın temelleri sağlam bir şekilde atılmamış iken bu Yahudi ve münafık şer cephesi, İslâm’ı yok etme adına birçok komplo ve plan yapmaya başlamışlardı. O günler Allah Resûlü’nün(s.a.v.) oldukça endişeli olduğu günlerdi. Böyle bir günün gecesinde Efendimiz (s.a.v.), zevcesi Hz. Âişe’nin(r.a.) odasında istirahat etmek için bulunuyorken çok huzursuzdu. Bir o tarafa, bir bu tarafa dönüyor, bir türlü uyuyamıyordu. Hz. Âişe(r.a.), Allah Resûlü’nün(s.a.v.) bu halini görünce meraklandı ve sordu; “Ya Resûlullah(s.a.v.)! Sizi bu kadar huzursuz eden nedir?” Efendimiz(s.a.v.) dedi ki: “Ey Âişe! Duymadın mı falancaların planlarını… Onların bir gece ansızın bize saldırıp zarar vermelerinden korkuyorum.” Sonra Allah Resûlü(s.a.v.) dedi ki: “Keşke ashâbımın içerisinden sâlih birisi gelse, bu gece evin önünde nöbet tutsa da ben de biraz uyuyabilsem.” (Buhârî, Cihad ve Siyer, 70; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe,5.) Hz. Âişe(r.a.) anlatmaya devam ediyor: “Daha Efendimiz(s.a.v.) bu temenniyi yeni dillendirmişti ki, dışarıdan bir kılıç sesi duyduk. Allah Resûlü(s.a.v.) içeriden seslenerek, kapıda duran ve o kılıç sesinin sahibi olan şahsın kimliğini öğrenmek için: “Kim o dışarıdaki?” diye seslendi. Dışarıda duran: “Yâ Resûlullah(s.a.v.)! Benim Sa’d b. Ebî Vakkâs.” diye cevap verdi. Efendimiz(s.a.v.) sevinmişti, dışarıda duran Allah Resûlü’nün(s.a.v.) dayım dediği yiğitler yiğidi Sa’d(r.a.)’dı. Resûlullah(s.a.v.) “Ey Sa’d! Gecenin bu saatinde seni buraya getiren nedir?” dedi. Sa’d(r.a.): “Yâ Resûlullah(s.a.v.)! Münafıkların söylediği sözleri duydum, yatamadım, ya sana bir şey olursa diye endişelendim. Yatakta dönüp duracağıma senin odanın kapısının önünde nöbet tutmak istedim. Ben buradayım Yâ Resûlullah(s.a.v.)! Sen rahatına bak, ben sabaha kadar burada nöbet tutacağım.” Allah Resûlü(s.a.v.), Sa’d’ın(r.a.) bu sözlerinden o kadar memnun oldu ki, ona hayır duâlarında bulundu ve rahatça uyumaya başladı.” (Tirmizî, Menâkıb,92)
Rabiğ Seriyyesi
Risalet Davası Uğruna İlk Kanı Akatan, İlk Oku Atan Ve İlk Oku Yiyen Sahabe Sa’d B. Ebi Vakkas (r.a.)
Hicretten sonra Kureyş müşrikleri Efendimiz’e(s.a.v.) ve Müslümanlara düşmanlıklarını devam ettirdiler. Mekke’de İslâm’ı ilk kabul edenlerden olan ve Habeşistan dönüşü Medine’ye hicret imkânı bulamayan Mikdâd b. Amr(r.a.) müşriklerin ticarî veya askerî bir sefer hazırlığı içinde olduğunu Efendimiz’e(s.a.v.) bildirdi. Bunun üzerine Resûlullah hicretin sekizinci ayının başlarında Medine’ye sığınan Müslümanları tehdit eden Kureyşliler’i bundan vazgeçirmek ve Mekke müşriklerine ait ticaret kervanlarının Müslümanların aleyhinde kullanılmasını engellemek üzere Ubeyde b. Hâris(r.a.) kumandasında tamamı muhacirlerden oluşan altmış veya seksen kişilik birliği Râbiğ’in iç taraflarına sevketti. Sancaktarlığını Mistah b. Üsâse’nin(r.a.) yaptığı birliğin amacı Müslümanların kendilerini savunabilecek güçte olduğunu ispat etmek, bir saldırı halinde kendilerinin de Mekke’nin güvenliğini zor duruma sokabileceklerini ve Mekke-Suriye ticaret bağlantısını kesebileceklerini göstermekti.
Ubeyde b. Hâris’in(r.a.) emrindeki birlik, Cuhfe tarafında Seniyyetülmerre’nin aşağısında sahil yolunu takip ederek Râbiğ vadisinde Ahyâ adıyla anılan suyun yanında konakladı ve burada Kureyş kervanıyla karşılaştı. İki yüz kişiden oluşan Kureyş kervanının başında Ebû Süfyân b. Harb bulunuyordu. Müşrikler Müslümanları korkutmak için ok atıp, kılıç gösterisi yaptılar ama Müslümanlar Efendimiz’den(s.a.v.) izin almadıkları için karşılık vermediler. Ama müşrikler onları öyle bir kışkırtmaya başladılar ki en sonunda Hz. Sa’d(r.a.) dayanamadı ve birliğin komutanı Ubeyde b. Hâris’in(r.a.) yanına giderek “Ya Ubeyde, lütfen bana müsaade et! Onların ok atıp bizi kışkırttığı gibi ben de bir sefer ok atıp yanınıza geri döneyim.” dedi. Ubeyde bin Haris(r.a.) biraz gönülsüz olsa da Sa’d b. Ebî Vakkâs(r.a.) onu ikna etti ve yanında bulunan yirmi oku alarak Mekkelilere biraz yaklaştı. Sa’d(r.a.) okları o kadar hızlı ve seri atmıştı ki müşrikler kendilerini büyük bir ok yağmurunun altında hissettiler. Hatta Müslümanlara takviye kuvvet geldiğini zannedip dağılmaya başladılar.
O gün, Sa’d’a(r.a.) düşman tarafından atılan bir ok isabet etti. O ok, İslâm tarihinde savaş halinde bir Müslümana isabet eden ilk ok oldu. (İbn Sa’d, Tabakat, II, 7; Vâkıdî, Kitâbü’l-Meğâzî, I, 11.)
Böylece Sa’d b. Ebî Vakkâs(r.a.) risâlet davası uğruna ilk kanı akıtan, ilk oku atan ve ilk oku yiyen kişi oldu. Birlik Medine’ye dönüp, olay Allah Resûlü’ne(s.a.v.) anlatılınca, Efendimiz(s.a.v.) memnun oldu ve Sa’d’ı(r.a.) yine böyle hayırlı bir işin öncüsü olduğu için kutladı.
Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) Resulullah’tan (s.a.v.) Kendisi İçin Hangi Duayı İstemiştir?
Her Duası Kabul Olan Sahabe- Sa’d B. Ebi Vakkas (r.a.)
Bedir’den sonra Uhud’a yakın bir zaman diliminde Sa’d Bin Ebî Vakkâs(r.a.), Allah Resûlü’nün(s.a.v.) yanına gider ve “Ya Resûlullah(s.a.v.), senden tek bir duâ istiyorum.” der. Efendimiz(s.a.v.) “Nedir o duâ Sa’d?” diye sorunca “Ya Resûlullah(s.a.v.), duâ et Allah(c.c.) benim bütün duâlarıma icabet etsin.”der. Allah Resûlü(s.a.v.) de ellerini açarak: “Allahümme ecib davetehu, Ya Rabb, onun duâlarına icabet et!” diye duâ eder. Efendimiz (s.a.v.) devamında Sa’d’a(r.a.) “Ey Sa’d! Temiz (helal) şeyler ye! Duâsı kabul olunan bir kimse olursun. Muhammed’in(s.a.v.) canını kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki kişi haram bir lokmayı midesine indirir de bu sebepten kırk gün (duâsı) kabul olunmaz. Hangi kulun eti (bedeni) haram, murdar ve faizden büyüyüp gelişirse ateş ona daha layıktır.” der. (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 321, 399)
Allah Resûlü’nün(s.a.v.) Sa’d Bin Ebî Vakkâs’a(r.a.) bu duâsından sonra, onun dostu olan herkes hem Sa’d’ın(r.a.) duâsını almak istemiş, hemde onun bedduâsını almaktan çekinmiştir. Çünkü artık Sa’d’ın(r.a.) duâları, karşılık bulacak duâların içerisine yazılmıştır.
Uhud savaşında Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) ile Abdullah bin Cahş (r.a.) Birbirlerine Nasıl Dua Etmişlerdir?
Resulullah’ın (s.a.v.) ‘Anam Babam Sana Feda Olsun’ Dediği Sahabe Kimdir?
Uhud Savaşı’nda Resulullah’ın Önünde Ok Atan Sahabe- Sa’d B. Ebi Vakkas (r.a.)
Uhud, riya ile ihlâsın ayrıldığı üç safhalı bir savaştır ve bu savaşın ilk safhası ikinci Bedir gibi geçmiştir. Efendimiz’in(s.a.v.) bin kişi ile çıktığı Uhud yolunda, o bin kişinin üç yüzü o dönemin baş münafığı Abdullah Bin Übey İbni Selül’ün telkinleriyle yarı yoldan geri dönmüştür. (İbn-i Hişam, Sîre, 3/68; İbn Sad, Tabakât, 2/39) Ama Efendimiz(s.a.v.) kişilerin sayısının çokluğuna değil Allah’a (c.c.) dayandığı için, O(s.a.v.) ve ashâbı için artık bu yoldan dönüş yoktur. Böylesine zorlu mücadelede kahraman çoktur ama ben bu satırlarda onlardan sadece ikisine yer vereceğim. Sa’d Bin Ebî Vakkâs(r.a.) ve Abdullah Bin Cahş(r.a.).
Uhud Savaşının başında bu iki yiğit bir kayanın arkasına geçecekler ve birbirlerinin ellerini tutarak “Haydi gel, duâlaşıp birbirimize ‘Âmin!’ diyelim.” diyeceklerdir. Neden Abdullah Bin Cahş(r.a.), Sa’d Bin Ebî Vakkâs’tan(r.a.) bunu istemiştir? Çünkü o Efendimiz’den(s.a.v.) duâlarının kabul olacağına dair müjde almıştır.
Tam o esnada Sa’d Bin Ebî Vakkâs(r.a.) elini açmış ve duâ etmeye başlamıştır: “Ya Rab, birazdan savaş başlayacak. Benim karşıma güçlü bir asker çıkar. Ben onu yeneyim, ganimet alıp Efendim’e(s.a.v.) götüreyim. O(s.a.v.) mutlu olsun, ben de O’nun(s.a.v.) mutluluğunu yüreğimde hissedeyim.” Abdullah Bin Cahş(r.a.) bu duâya “Âmin!”dedikten sonra duâ sırası ona geçmiştir. O da ellerini açmış ve “Ya Rab, birazdan savaş başlayacak. Benim karşıma güçlü bir asker çıkar. O, beni öldürsün; her yerimi kessin. Sen(c.c.), ne yaptın bedenini deyince, ‘Allah’ım, günahlarla kirlettiğim bedenimi orada bıraktım. Sana(c.c.) getirmedim. Kefaret olarak vereyim, Sen(c.c.) de kabul et.’ diyeyim!” diye duâ etmiştir. (Vâkıdî, Meğâzî,I, 291; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 90; Hâkim,el-Müstedrek, III, 220) Böyle bir duâya “Amin!” demek kolay olmadığından Hz. Sa’d(r.a.) da başta“Amin!” diyememiştir ama Abdullah Bin Cahş ona zorla “Amin!” dedirmiştir. Efendimiz’e(s.a.v.) savaş esnasında Abdullah Bin Cahş(r.a.) için “Bak halanın oğlu nasılda kahramanca savaşıyor!” dediklerinde Allah Resûlü(s.a.v.) “İnşallah, o cennetliktir.” buyurmuştur.
Uhud’un ikinci safhası başlamış ve Ayneyn/Okçular Tepesi terk edilmişti. Bunun üzerine o dönem henüz Müslüman olmamış Hâlid Bin Velîd(r.a.), iki yüz süvari ile Müslümanları arkadan kuşatmış ve savaş ciddi manâda sıkıntılı bir hale gelmişti. Hz. Hamza(r.a.), Mus’ab Bin Umeyr(r.a.), Abdullah Bin Cahş(r.a.), Enes Bin Nadr’ın(r.a.) da içinde bulunduğu yetmiş yiğit orada şehit olmuş ve yavaş yavaş dağılmalar başlamıştı.
Uhudun bu ikinci safhası için Rabb’imiz(c.c.) Kur’an’da bizlere şöyle haber vermektedir:
“Yemin olsun ki Allah(c.c.) size verdiği sözünde sadık kaldı. Siz Allah’ın(c.c.) yardımıyla (düşmanlarınızı) yeniyordunuz. Öyle ki zafer size gösterildikten sonra, siz yılgınlık gösterdiniz. İsyan ettiniz ve verilen emir konusunda çekiştiniz. Sizden kiminiz dünyayı, kiminiz ise ahireti istiyordu. Sonra (Allah) denemek için sizi ondan çevirdi. Ama yine de sizi bağışladı. Allah(c.c.) müminlere karşı nimet ve ihsan sahibidir.” (Âl-i İmrân, 3/152)
“Siz o zaman durmaksızın uzaklaşıyor, kimseye dönüp bakmıyordunuz. Elçi de sürekli sizi arkadan çağırıyordu. (Allah) elinizden kaçırdıklarınıza ve size isabet edene üzülmemeniz için sizi kederden kedere uğrattı. Allah(c.c.) yaptıklarınızdan haberdardır.” (Âl-i İmrân, 3/153)
“Düşmanlarınızı iki misli musibete uğrattıktan sonra şimdi aynı musibet sizin başınıza geldi diye, kendi kendinize “Bu nasıl olur?” diye soruyorsunuz, öyle mi? De ki: “O, sizin eserinizdir.” Şüphesiz Allah(c.c.) her şeye güç yetirendir.” (Âl-i İmrân, 3/165)
“İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün (Uhud), size isabet eden (başınıza gelen) ancak Allah’ın (c.c.) izni ile idi. Bu, Allah’ın(c.c.) müminleri ayırt etmesi içindi.” (Âl-i İmrân, 3/166)
Uhud’un üçüncü ve son safhası savaşın en zorlu ve en çetin safhasıydı. İbni Kamia, Mus’ab b. Umeyr’i(r.a.) Uhud’da şehit edince, Mus’ab (r.a.) Efendimiz’e(s.a.v.) çok benzediğinden bazı müşrikler Allah Resûlü’nü(s.a.v.) öldü sandı ve savaş meydanında “Muhammed (s.a.v.) öldü” diye naralar atmaya başladı. O esnada Efendimiz(s.a.v.) Talha b. Ubeydullah(r.a.) ve Sa’d b. Ebî Vakkâs(r.a.) ile Uhud’un yamaçlarına tırmanıyordu. (Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebî, 14.) Efendimiz’in(s.a.v.) öldüğünü sanan Müslümanlardan kimileri oraya buraya kaçışıyor, kimileri kılıçlarını elden düşürüyor kimileri de son nefeslerine kadar savaşıyor ve şehit düşüyordu. Efendimiz’in(s.a.v.) önünde ise iki yol vardı. Ya sessiz kalıp olacakların sonucunu bekleyecekti ya da canını tehlikeye atarak yaşadığını sahâbelere haber verecekti. Efendimiz(s.a.v.) her şeye rağmen zor olanı tercih etti ve Talha b. Ubeydullah’ın(r.a.) ve Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın(r.a.): “Yapma yâ Resûlullah(s.a.v.)! Sesini duyarlarsa müşrikler seni rahat bırakmaz.” demelerine rağmen, var gücüyle haykırarak: “Helümme ileyye ene Resûlullah! Bana gelin ben Resûlullah’ım, işte buradayım!” dedi. (Taberî, Târih, III, 20.)
Bu sesleniş ölmüş ruhları yeniden diriltmiş, sahâbiye ab-ı hayat olmuştu. O’nun(s.a.v.) sesini duyan Ebû Bekir(r.a.), Ali(r.a.), Zübeyr(r.a.), ensardan Ziyâd b. Seken(r.a.) ve arkadaşları, Nesibe(r.a.) validemiz ve birçokları hemen Efendimiz’in(s.a.v.) yanına koşmuşlardı. Bir anda Allah Resûlü’nün(s.a.v.) etrafına yirmiye yakın sahâbî gelmişti. Ama gelenler sadece Müslümanlar değildi. Başta İbni Kamia olmak üzere Efendimiz’in(s.a.v.) ölmediğini duyan bazı Müşrik savaşçılar da O’nu(s.a.v.) öldürmek için oraya gelmişlerdi. Sahâbiler ise Efendimiz’in(s.a.v.) etrafına adeta etten bir duvar örmüşlerdi. Canlarını Efendimiz’in(s.a.v.) mübarek canı için feda ediyorlardı. Çünkü onlar “Fedake ebî ve ümmi ya Resûlullah(s.a.v.)! Anam babam sana feda olsun Ya Resûlullah!” sözünü vakti gelince feda etmek için söylüyorlardı.
Sahâbelerden kimi kılıç sallıyor, kimi ok atıyor, kimi bedenini Efendimiz’e(s.a.v.) kalkan ediyordu. İşte bu tabloda Sa’d b. Ebî Vakkâs(r.a.) da Allah Resûlü’nün(s.a.v.) önüne oturmuş, O’nu(s.a.v.) koruma adına eline aldığı okları beklemeden düşmanın üzerine atıyordu. O gün Hz. Sa’d’ın(r.a.) bin ok attığı söylenir. O attıkça Efendimiz(s.a.v.) arkadan ona ok uzatıyor, Sa’d’ın her atışında da: “İrmi! (YâSa’d) Fedake Ebî ve Ümmî / At! (Ey Sa’d) Anam, babam sana feda olsun.” diyordu. (Buhârî, Cihad,, 80; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe,, 5; Tirmizî, Menâkıb, 90.)
O zamana kadar Efendimiz (s.a.v.) için söylenen bir sözü bu savaşta Efendimiz(s.a.v.), Sa’d b. Ebî Vakkâs(r.a.) için söylüyordu. Efendimiz(s.a.v.) Sa’d’a(r.a.) sadece bunu da söylemiyor ona her ok uzattığında: “Allah’ım! Bu senin okundur, yani senin adın için atılmaktadır. İlâhî! Sa’d’ın atacağı okun hedefini doğrult ve onun yapacağı duâları kabul buyur!” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat, III, 125, 126; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, XV, 175.) diye duâ ediyordu. Bu o güne kadar hiç kimsenin elde edemediği bir şerefti. Zirâ Hz. Ali(r.a.) der ki: “Allah Resûlü(s.a.v.) o güne kadar böyle bir ifadeyi Sa’d b. Ebî Vakkâs dışında başka biri için kullanmamıştı.” (Buhârî, Cihad,, 80; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe,, 5; Tirmizî, Menâkıb, 90.) Efendimiz(s.a.v.) bu sözü zamanı gelince Zübeyr b. Avvâm(r.a.) için de söyleyecektir.
Sa’d(r.a.) düşmanları ok yağmuruna tutarken o esnada Müşriklerden İbn Urfe künyeli Hibbân b. Arıka isimli bahtsız bir adam yaralı İslâm askerlerine su taşıyan, onların yaralarını saran Ümmü Eymen(r.a.) annemize bir ok attı. Ümmü Eymen(r.a.) yaralanıp yere düştü. Hibbân bu hale çok sevindi ve güldü. Ama olanlar Efendimiz’in(s.a.v.) çok ağırına gitmişti. Çünkü Ümmü Eymen(r.a.) Allah Resûlü’nün(s.a.v.) annemden sonra annem dediği iki hanımdan biriydi ve Efendimiz(s.a.v.) onu çok severdi. Bu olay üzerine Efendimiz(s.a.v.) Sa’d’a(r.a.) bir ok uzattı ve “Allah’ım! Sa’d’ın okunu doğrult, istikamet ver.” diye ona duâ etti. Sa’d(r.a.), Efendimiz’den(s.a.v.) aldığı oku o müşriğin üzerine doğrulttu ve onu tam kalbinden vurarak yere serdi. Efendimiz(s.a.v.) ise buna çok memnun oldu. Sa’d(r.a.) o gün savaş bitene kadar Allah Resûlü’nün (s.a.v.) önünde durup ok attı ve hayatının sonuna kadar da Uhud’daki o tabloyu hiç unutmadı.
Aslan pençesi Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) Kadisiye Savaşında
Sa’d Bin Ebî Vakkâs(r.a.), Hendek’te, Hudeybiye’de, Tebük’te, Mute’de, Mekke’nin fethinde ve daha nice yerlerde her zaman göreceğimiz bir isim olmuştu. Onu gördüğümüz en önemli hadiselerden bir tanesi de Kâdisiye Savaşı’ydı.
Dönem Hz. Ömer’in(r.a.) hilafet dönemiydi. Müslümanlar Irak, İran, Mısır, Şam topraklarında zaferler elde etmişlerdi. Ancak o günlerde Irak cephesinde Köprü Savaşı’nda İslâm ordusu büyük bir yara almış ve yüzlerce şehit vermişti. Bu savaş sırasında ordu komutanı Ebû Ubeyd(r.a.) de şehit olmuştu. (İbnKesîr, el-Bidâye, VII, 26, 27.) Bu mağlubiyet Müslümanlar arasında büyük bir üzüntüye sebep olmuştu. Bu aralıkta İranlılar da Müslümanlarla savaşmak için büyük bir ordu toplamışlardı. Bunun üzerine Hz. Ömer(r.a.) içlerinde Hz. Ali(r.a.), Talha(r.a.), Zübeyr(r.a.), Abdurrahman b. Avf(r.a.) gibi Aşere-i Mübeşşere’nin yiğitlerinin olduğu sahabenin büyüklerini toplamış ve istişare etmeye başlamıştı. O günlerde Sa’d b. Ebî Vakkâs(r.a.) Halife Ömer(r.a.) tarafından bir görevle Hevâzin bölgesine gönderilmişti. İstişarede herkes bir şeyler söylese de Hz. Ömer(r.a.) başından beri bu önemli cepheyi bizzat kendisi komuta etmek istemiş ve “O orduya karşı ben kumandan olup yaklaşık otuz bin asker ile o savaşta ben yer alacağım.” demişti. Ama özellikle Hz. Ali(r.a.) ile Abdurrahman b. Avf(r.a.) buna karşı çıkmış, halifenin Medine’yi terk etmesini uygun görmemiş ve yerine başka bir ismi görevlendirmesini teklif etmişlerdi. İstişare ekibi “Kimi gönderelim?” diye meşveret ederken o sırada bir elçi gelmiş ve Halife Ömer’e(r.a.): “Ey Ömer(r.a.)! Bu mektubu size Hevâzin’den Sa’d b. Ebî Vakkâs(r.a.) gönderdi.” demiştir. Bu sözü duyan Abdurrahman b. Avf(r.a.) ayağa kalkarak: “Buldum, Sasanilere Arslan Pençesi Sa’d’ı göndereceğiz” demiştir. (Taberi, Tarih, 4, 84; İbn’ül Esir, El-Kâmil, 2, 451) Herkes bu isimde ittifak etmiş ve komutan olarak Sa’d(r.a.) gönderilmeye karar verilmiştir.
Daha sonra Hz. Ömer(r.a.), hemen bir mektup yazarak Sa’d’ı(r.a.) Medine’ye çağırdı, ona yeni görevini anlattı ve bir an önce hazırlanmasını emretti. Hz. Ömer(r.a.), Sa’d’a(r.a.) savaş ortamında dikkat edilmesi gereken hususiyetleri anlatırken şunları söyledi:
-Ey Sa’d(r.a.)! Kaçanların peşine düşmeyeceksin.
-Hangi dine mensup olursa olsun din adamlarına kılıç kullanmayacaksın.
-Kadın, çocuk, yaşlıya el uzatmayacaksın.
-Hayvanları telef etmeyeceksin.
-Ey Sa’d(r.a.)! Sakın Allah Resûlü’nün dayısı ve arkadaşı olman seni gururlandırmasın. Bu gurur seni Allah’ın emrini uygulamaktan alıkoymasın. (Vâkdî, Fütûhu’ş-Şam, I, 68.)
Hz. Ömer(r.a.) sözlerinin devamında Sa’d’a(r.a.) İslâm savaş hukukunun sınırlarını hatırlatmış, her durumda bu hukuka uyma zorunluluğunun belirtmiş ve “Allah, kötülüğü kötülük ile değil, iyilikle giderir. Allah ve insanlar arasında, O’na itaatten başka bir şey yoktur. Allah katında bütün insanlar eşittir. Allah onların Rabbi, onlarda O’nun kullarıdır. Onlara verilen hayat için, Allah’ı zikrederek, O’nun kanunlarına tabi olarak, O’na hamdederler. Sen, Resûlullah’tan ne gördünse, nasıl şâhit oldunsa, aynen öyle hareket et.” demiştir. (Vâkıdî, Fütûhu’ş-Şam, I, 68.)
Hz. Ömer(ta) tüm uyarıları ordu komutanı Sa’d b. Ebî Vakkâs’a(r.a.) yaptıktan sonra, Hz. Sa’d(r.a.), İran topraklarına doğru yola çıktı, savaşta eşsiz bir kahramanlık sergiledi ve Kâdisiye Savaşı zaferle neticelendi. Hatta o dönemde İran’ın başında olan Yezdücerd, İsfahan’a kadar kaçtı.
Sa’d b. Ebî Vakkâs(r.a.) ve Cabir b. Abdullah(r.a.), Kâdisiye Savaşı’ndaki askerleri çok ayrı bir yere koymuşlardır. Sa’d Bin Ebi Vakkas(r.a.) onlar için “Eğer Bedir’dekilerin fazileti kesin olarak bildirilmeseydi eşit olduklarını söyleyebilirdim” demiştir. Cabir Bin Abdullah(r.a.) ise “Bu savaşa katılıp da ahiretten başka bir şey isteyene rastlamadım” demiştir.
Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) Hastalandığında Efendimiz (s.a.v.) Onun İçin Nasıl Dua Etmiştir?
Mekke fethi zamanında Sa’d Bin Ebî Vakkâs(r.a.) hastalanmıştır. O sırada Efendimiz’in(s.a.v.) yanına gelmesiyle kendisine neler yaptığını Sa’d(r.a.) bizlere şu şekilde nakletmektedir: “Ben hastalandım, Resûlullah(s.a.v.) ziyaretime geldi. Allah Resûlü(s.a.v.) elini göğsümün üzerine koydu. Elinin soğukluğunu yüreğimde hissettim. Resûlullah(s.a.v.) daha sonra şöyle buyurdu: ‘Sen kalp hastası bir adamsın. Sakîfli Hâris b. Kelede’ye git. Hâris b. Kelede, doktordur. Onu ziyaret et. Medine’nin güzel hurma ağacından yedi tane meyve alsın. Onları çekirdekleriyle birlikte ezsin ve sonra sana içirsin.” (İbn Sa’d, Tabakât, 3, 156)
Sa’d b. Ebî Vakkâs’ın(r.a.) Mekke’deki hastalığı uzun sürmüştü. Sa’d(r.a.), burada öleceğini tahmin ediyordu. Ancak o, daha önce terk ettiği Mekke’de değil de Efendimiz(s.a.v.) ve ileri gelen sahabelerin yaşamakta oldukları Medine’de vefat etmek istiyordu. Sa’d(r.a.) öleceği endişesiyle Efendimiz’e(s.a.v.) “Ya Resûlullah(s.a.v.), ben Mekke’den Medine’ye hicret ettim. Şimdi ben tekrar Mekke’de ölürsem hicret sevabını alamayacak mıyım?” diye sordu. Efendimiz(s.a.v.) ise “Endişelenme, sen burada ölmeyeceksin.” buyurdu. Sahâbeler öyle yüce gönüle sahiplerdi ki ölüm döşeğinde bile kalpleri hicret sevabından mahrum kalma korkusuyla atıyordu. Sa’d(r.a.), Mekke’de ölmek istemediğinden Efendimiz’den(s.a.v.) kendisine duâ etmesini talep etti: “Ey Allah’ın Elçisi! Sa’d b. Havle gibi (daha önce) hicret edip ayrıldığım yerde ölmekten korkuyorum. Bana şifa vermesi için Allah’a(c.c.) duâ et!” Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.), Sa’d(r.a.) için şu şekilde duâ etti: “Ey Allah’ım! Sa’d’a şifa ver. Ey Allah’ım! Sa’d’a şifa ver. Ey Allah’ım! Sa’d’a şifa ver.” (İbn Sa’d, Tabakât, 3, 161)
Sa’d bin Ebi Vakkas’ın (r.a.) vefatı
Sa’d Bin Ebi Vakkas (r.a.) Cemel Vakasına Neden Katılmamıştır?
Yıllardan Hicrî 55’tir. Sa’d bin Ebî Vakkâs(r.a.); seksen beş yaşında, gözleri görmeyen bir pir-î fanidir ve Medine’ye yakın “Akik” diye bir köyde yaşamaktadır. Kendisi Hz. Osman(r.a.) döneminden sonra bu köye taşınmış ve ortaya çıkan fitnelerden uzak kalmak için orada yaşamını sürdürmüştür. Yılların ordu komutanı olduğu için ona birçok kez “Haydi şu ordunun başına geç!” diyenler olmuştur. Hatta bir rivayette “Yüz bin insan seni bekliyor Ey Sa’d(r.a.)!” denildiği bildirilir. Sa’d(r.a.) ise bunu diyenlere, “Eğer bana ağzı, gözü, kulağı olan ve ‘Şu mümindir, şu kafirdir!’ diye işaret edebilecek bir kılıç verebilirseniz, sizin istediğiniz yere gelip son noktaya kadar savaşayım.” diye cevap vermiştir. İşte Sa’d(r.a.) fitnenin yeryüzüne adeta tohum gibi saçıldığı o dönemde, bu ayrımları yapamayacağından dolayı Akik Köyü’nden de ayrılmamayı tercih etmiştir. Özellikle Hz. Ali(r.a.) dönemindeki Cemel ve Sıffın Savaşları’na katılmamış, tarafsız kalmıştır.
Kendisine İslâm coğrafyalarının dört bir tarafından insanlar gelmiş ve ondan duâlar istemişlerdir. Sa’d b. Ebî Vakkâs(r.a.) da o yaşına ve rahatsızlıklarına rağmen her geleni kabul etmiş ve isteyene hayırda olması şartı ile duâ etmiştir. O günlere dair bir meseleyi bize Abdullah b. es-Sâib şu şekilde naklediyor: “Yıllar önce Sa’d b. Ebî Vakkâs’ı ziyaret etmiştim. Gözleri görmüyordu, ama sesimden beni tanıdı ve: ‘Sen Mekke’nin en iyi kârîlerinden biri olan Abdullah değil misin?’ dedi. Ben: ‘Evet, ben oyum’ dedim. Sevindi ve bana duâ etti. O zaman dedim ki: ‘Amca! Senin duân makbul oluyor, herkese duâ edip duruyorsun kendin içinde duâ etsen de gözlerin açılsa olmaz mı?’ Bu sorum karşısında gülümseyerek dedi ki: ‘Oğlum! Allah Teâlâ benim hakkımdaki takdiri ne ise en güzeli odur, ben niye takdir edilene razı olmayayım ki?” (Halebî, İnsanü’l-Uyûn, II, 508.)
Aynı sözleri bir gün oğullarından biri de söyleyecekti. Ama o oğluna da “O’nun(c.c.) dilediği benim de en büyük dileğimdir.” diyecek ve vasiyetini şu şekilde bildirilecekti; “Evde bulunan bir sandıkta biraz eskimiş bir gömlek göreceksin. Beni o gömlek ile kefenle. O gömlek Bedir’de giydiğim gömlekti. O gömlek amcan Ümeyr’in Bedir günü şehit olurken el sürdüğü gömlekti. O gömlek Bedir günü Allah Resûlü’nün(s.a.v.) beni teselli etme adına mübarek elini sırtıma sürdüğü gömlektir. İstiyorum ki bu kadar yüce hatıraların olduğu bir gömlek ile Rabbim’in huzuruna gideyim.” (İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 78.)
Sa’d b. Ebî Vakkâs(r.a.) bu vasiyetinin üzerinden çok geçmeden dünyaya veda etmiş, Allah’a ve Resûlü’ne(s.a.v.) doğru yolculuğa çıkmıştır. Hz. Sa’d’ın(r.a.) cenazesi Akik köyünden Medine’ye getirilmiştir. Mescid-i Nebi’de, o gün Medine’nin valisi olan Mervan b. Hakem(r.a.) tarafından cenaze namazı kılınmıştır. Cenaze namazına müminlerin annesi Hz. Âişe(r.a.) de katılmıştır. Hz. Âişe(r.a.) gözyaşları içerisinde bu iman insanını son yolculuğuna uğurlamıştır. Sa’d b. Ebî Vakkâs(r.a.) Bakî Kabristanlığı’nda Abdurrahman b. Avf(r.a) ile Abdullah b. Mes’ûd’un(r.a.) aralarına defnedilmiştir.