Mükemmel Yaratıldıysak Neden Hastalanıyoruz?

Mükemmel Yaratıldıysak Neden Hastalanıyoruz?

Mükemmel Yaratıldıysak Neden Hastalanıyoruz? Hastalığın Manevi Hikmeti

Mükemmellik Nedir? Yaratılış Gayesi ve Hastalığın Yeri

Mükemmellik Nedir? Yaratılış Gayesi ve Hastalığın Yeri

Bizler, varoluşumuzu anlamlandırırken sıklıkla “Eğer mükemmel yaratıldıysam, neden hastalanıyorum? Hastalık, kusurlu olduğum anlamına mı gelir?” gibi sorularla karşılaşırız. Bu soruların cevabı, mükemmellik kavramını doğru anlamaktan geçer. Toplumda mükemmellik genellikle kusursuzluk ve bozulmazlık olarak algılansa da, gerçek mükemmellik bir varlığın yaratılış amacına uygun şekilde varlığını sürdürebilmesiyle ilgilidir. Yaratılışımızın en temel amacı Allah’ı(c.c) tanımak ve O’na yönelmektir.

Hastalığı genellikle bir eksiklik veya kusur olarak görmeye eğilimliyiz. Oysaki gerçek mükemmellik, bir şeyin yaratılış amacına hizmet etmesiyle ilgilidir. Mesela devenin boynu uzun, filin kuyruğu kısadır. Burada, “Uzunluk mükemmelliktir” gibi genel bir ölçü kabul edilirse, devenin uzun boynu mükemmel olarak algılanabilir. Ancak bu durumda, filin kısa kuyruğunun mükemmel olmadığı sonucuna varılır. Oysa filin kuyruğu kısa olduğu için kusurlu değildir; aksine, yaşadığı ortam ve ihtiyaçlarına en uygun şekilde yaratılmıştır.   Sağlık ve hastalık bu bakış açısıyla ele alındığında, ikisi de yaratılış gayesine hizmet ettiği için mükemmel bir düzenin parçalarıdır. Yaratılış amacımızı yerine getirebilmemiz doğrultusunda, her şey bize bir ders verir ve Rabb’imize(c.c) yaklaştırır. Hastalık da bu derslerden biridir. Mesela, hiç hasta olmasak, Allah’ın(c.c) Şafi ismini ne kadar idrak edebiliriz? Sürekli sağlıklı olduğumuzda, şifanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu idrak edemeyiz. Ancak hastalık anında, sağlığın kıymetini daha iyi anlarız ve şifayı verenin Allah(c.c) olduğunu fark ederiz. Böylece hastalık, bizleri şükre, tefekküre ve Allah’a(c.c) yönelmeye sevk eden bir öğretmene dönüşür.

Aynı şekilde, açlık da tokluk kadar mükemmeldir. Eğer açlık hissetmeseydik, Allah’ın(c.c) Rezzak (Rızık Veren) ismini nasıl idrak edebilirdik? Açlık, rızık ihtiyacımızı hatırlamamıza ve her lokmanın Allah’tan(c.c) gelen bir lütuf olduğunu fark etmemize vesile olur. Yani nasıl ki açlık, tokluğun kıymetini anlamamıza yardımcı oluyorsa, hastalık da sağlığın ne kadar büyük bir nimet olduğunu gösterir. Bu yüzden hastalık, eksiklik değil, mükemmelliğin bir parçasıdır. Nitekim Risale-i Nur’da geçen “Güzelin güzelliğini artıran çirkinin çirkinliğidir.” (Mesnevi-i Nuriye, Onuncu Risale) ifadesi de bu gerçeği destekler. Bir şeyin kıymeti, alternatifi ve zıddıyla daha iyi anlaşılır. Hastalık da sıhhatin kıymetini artıran bir unsurdur. Hasta olduğumuz zaman sağlıklı olduğumuz günleri daha büyük bir nimet olarak görmeye başlarız ve şükretme bilincimiz gelişir.

Dolayısıyla mükemmellik, değişmemek ve kusursuz olmak değildir. Mükemmel olan, yaratılış gayesine hizmet edendir. Hastalık da bu gayeye hizmet ettiği için, hayatımızın önemli ve vazgeçilmez bir parçasıdır. Hayata bu bilinçle baktığımızda, karşılaştığımız zorlukların ve imtihanların aslında birer eksiklik değil, kendi gelişimimize ve Allah’a(c.c) yakınlaşmamıza hizmet eden araçlar olduğunu fark ederiz.

Her Şey Zıddıyla Anlaşılır: Hastalık, Sağlığın En Net Aynasıdır

Evrenin işleyişinde her şey zıddıyla anlam kazanır. Işığın değeri karanlıkla, tokluğun kıymeti açlıkla olduğu gibi, sıhhatin önemi de hastalıkla anlaşılır. Sürekli sahip olduğumuz nimetleri zamanla sıradan görmeye başlarız. Ancak bir nimet geçici olarak elimizden alındığında kıymeti artar. Sağlık da sürekli elimizde olduğunda lezzetini yitirebilir. Ancak hastalık verildiğinde, ne büyük bir lütuf olduğunu idrak ederiz.

Bediüzzaman Said Nursî bu hakikati şu sözleriyle açıklar: “Ey sıhhatinin lezzetini kaybeden hasta! Senin hastalığın sıhhatteki nimet-i İlâhiyenin lezzetini kaçırmıyor, bilâkis tattırıyor, ziyadeleştiriyor. Çünkü bir şey devam etse tesirini kaybeder.” (Lem’alar, Yirmi Beşinci Lem’a, Yedinci Devâ) ve “Herşey zıddıyla bilinir. Meselâ, karanlık olmazsa ışık bilinmez, lezzetsiz kalır. Soğuk olmazsa hararet anlaşılmaz, zevksiz kalır. Açlık olmazsa yemek lezzet vermez. Mide harareti olmazsa, su içmesi zevk vermez. İllet olmazsa âfiyet zevksizdir. Maraz olmazsa sıhhat lezzetsizdir.” (Lem’alar, Yirmi Beşinci Lem’a, Yedinci Devâ).

Tıpkı karanlık olmadan ışığın kıymetinin fark edilmemesi gibi, hastalık da sağlığın ne kadar büyük bir nimet olduğunu gözlerimizin önüne serer. Bu hakikati bir örnekle daha iyi kavrayabiliriz: Sonsuz parlaklıkta bir ışık düşünelim. Bu ışık her yeri öyle bir kaplıyor ki, hiçbir gölge oluşmuyor. Bu durumda, ışığın varlığını fark etmek zordur çünkü bir karşıtı yoktur. Ancak elimizi bu ışığın önüne koyduğumuzda bir gölge belirir. İşte o an, ilk defa ışığın varlığını ve değerini anlarız. Hastalık da sağlığımız için böyle bir ‘gölge’ gibidir. Sürekli sağlıklı olduğumuzda sıhhatin kıymetini idrak edemeyiz. Ancak hastalık geldiğinde, sağlığın ne büyük bir nimet olduğunu fark ederiz. Tıpkı gölgenin ışığı göstermesi gibi, hastalık da sağlığın değerini anlamamızı sağlar.

Hastalığın bize sunduğu en büyük derslerden biri, sahip olduğumuz nimetleri fark etmemizi sağlamaktır. Nimetler içindeyken kıymetini bilemeyiz ancak kaybettiğimizde lütfun büyüklüğünü anlarız. Hastalık da bize unuttuğumuz şükür hakikatini hatırlatır.

İçindekiler

Sürekli Sağlık Gaflet Getirir mi? Hastalıkla Gelen Şükür

Sahip olduğumuz nimetlere alıştıkça kıymetini unutma eğilimindeyiz. Oysa Allah(c.c), bazen bir nimeti geçici olarak çekerek bize değerini hatırlatır. Örneğin, Covid-19 döneminde, daha önce sıradan gördüğümüz pek çok şeyin aslında ne büyük nimetler olduğunu fark ettik. Sevdiklerimizle sohbet etmek, özgürce dolaşabilmek gibi basit görünen şeylerin bile büyük bir lütuf olduğunu fark ettik. Hastalık sayesinde sağlıklı geçen günlerimizin kıymetini anladık.

Hayatımızdaki en tehlikeli durumlardan biri şükürsüzlüktür. Şükürsüzlük bizi gaflete sürükler ve nimetlere karşı duyarsızlaştırır. Sahip olduklarımızın farkına varmaz ve onları sıradan görürsek, manevi bir hastalığa yakalanırız. Sürekli sağlıklı olmak, sağlıklı olmayı doğal bir durum gibi algılamamıza ve onun Allah’tan(c.c) gelen büyük bir lütuf olduğunu unutmamıza neden olabilir. İşte bu noktada hastalık, gaflet perdesini yırtarak bize şükrü öğretir. Nimet sürekli olduğunda alışırız, ancak çekildiğinde kıymetini daha iyi anlar ve kimden geldiğini idrak ederiz. Bu farkındalık bizi gerçek şükre ulaştırır.

Allah(c.c), hastalıkla bazen bizlere, bedenimizin ve sağlığımızın bize ait olmadığını, onları istediği zaman alabileceğinin mesajını verir. Sıhhat elimizden alındığında onun bize emanet olarak verildiğini anlarız. Bu idrak bizi Allah’a(c.c) yönelten büyük bir vesiledir. Bu nedenle hastalık, sadece fiziksel bir sıkıntı değil, aynı zamanda manevi bir uyanıştır. Hastalık anında isyan etmek yerine, onun bizim için bir uyarıcı ve şükretmemize vesile olduğunu anlamalıyız. Çünkü hastalık, bize sıhhatin değerini öğreten ve bizi Allah’a(c.c) yönlendiren önemli bir öğretmendir. Şükretmek, hayatımızı anlamlandıran ve nimetlerin gerçek sahibini hatırlatan değerli bir ibadettir. Bu yüzden her durumda şükretmeliyiz.

Hastalığın Şiddeti ile Sıhhatin Lezzeti Arasında Nasıl Bir İlişki Var?

Hastalığın şiddeti arttıkça, sıhhatin içindeki lezzeti idrak etme seviyemiz de artar. Örneğin, kolumuz kırıldığında, yalnızca ağrı çekmeyiz; aynı zamanda kolumuzun varlığının, hareket kabiliyetimizin ne büyük bir nimet olduğunu anlarız. Günlük hayatımızda farkına bile varmadığımız bu nimeti, kullanamadığımızda idrak ederiz. Kolumuzun iyileşip tekrar eski fonksiyonlarına kavuşması, sıradan bir olay olmaktan çıkar ve her hareketimizde şükretmemize vesile olur.

Bu durum yalnızca bedensel fonksiyonlarla sınırlı değildir. Açlığın şiddeti, yemekten alınan lezzeti nasıl artırıyorsa, hastalığın şiddeti de sağlığın gerçek değerini ortaya çıkarır. Uzun süre aç kaldığımızda yiyeceğimiz yiyeceklerden normal bir zamana göre daha büyük bir lezzet aldığımız gibi, uzun süre hasta olduğumuzda da sağlığımıza kavuştuğumuzda derin bir keyif alırız. Bu şekliyle sağlığın kıymetini tam anlarız.

Bir şelale yanındaki adama bir şişe su pek kıymet ifade etmezken, çölde susuz kalmış bir adam bir şişe su için tüm servetini verebilir. İki örnekte de su, aynı suyken çöldeki adama suyu daha lezzetli yapan şey suya olan ihtiyacının şiddetidir. Aynı şekilde hastalığın şiddeti arttıkça da sıhhatin lezzeti de artmaktadır. Bu bilinçle hareket ettiğimizde, hastalık anlarını bir eksiklik olarak görmek yerine, sağlığın içindeki gizli lezzeti keşfetmemiz için bir fırsat olarak değerlendirebiliriz.

Nimetleri Fark Etmek, Gafletten Uyanmak ve Şükre Ulaşmak

Allah’ın(c.c) bizlere bahşettiği sayısız nimetin gerçek anlamını kazanması için sadece verilmiş olmaları yetmez; hissedilmeleri ve farkına varılmaları gerekir. İşte bu noktada “ihsan” ve “ihsas” kavramları devreye girer. İhsan, Allah’ın(c.c) insana sunduğu ikramlar, lütuflar ve nimetlerdir. İhsas ise, verilen nimetlerin insana hissettirilmesi anlamına gelir. İhsan olarak sunulan bedenimiz, sağlığımız, soluğumuz gibi sayısız lütufların idraki, ihsas ile mümkün olur. Eğer Allah(c.c) bize göz vermiş ama görme duyusunu hissettirmemiş olsaydı, bu nimetin anlamı bu ölçüde olmazdı. Aynı şekilde, sıhhat içinde olup da sağlık nimetinin farkına varamadığımızda, o nimeti yaşamıyormuş gibi oluruz. 

Bizler çoğu zaman sürekli sahip olduğumuz nimetlere alışır, onları sıradanlaştırır ve kıymetini unuturuz. Şükür ise Allah’ın(c.c) verdiği nimetleri hissettiğimizde doğar. Yani hem ihsan hem ihsas gerekir. Eğer nimetleri fark edemez ve nimetlerin sahibini unutursak, şükrü de kaybederiz. Bu farkındalık eksikliğinin temelinde, nimetlerin aşırı derecede açık ve sürekli olması yatar. Tıpkı suyun içindeki balığın suyun varlığını hissetmemesi gibi, nimetlerin yoğunluğu içinde onların gerçek değerini fark edemeyebiliriz. Bizler, gaflet sebebiyle ne yazık ki elimizdeki nimetleri sebeplerle açıklamaya meyilliyiz. Ancak, Allah(c.c) bazen bu nimetlerin ve bu nimetlerin gerçek sahibinin fark edilmesi için ihsas ile bize farkındalık kazandırır. İşte hastalık da bu farkındalığın keskin şekilde yaşandığı durumlardan biridir. Hasta olduğumuzda sağlığın ne büyük bir nimet olduğunu anlarız. İşte bu, ihsanın ihsas ile taçlandırılmasıdır. Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur’da geçen “Madem Fâtır-ı Hakîm insana her çeşit ihsanını ihsas etmek ve herbir nevi nimetini tattırmak ve insanı daima şükre sevk etmek istediğini, şu kâinatta çeşit çeşit, hadsiz envâ-ı nimeti tadacak, tanıyacak derecede, gayet çok cihazatla insanı teçhiz etmesi gösteriyor ki, elbette sıhhat ve âfiyeti verdiği gibi, hastalıkları, illetleri, dertleri de verecektir. Senden soruyorum: “Bu hastalık senin başında veya elinde veya midende olmasaydı, sen başın, elin, midenin sıhhatindeki lezzetli, zevkli nimet-i İlâhiyeyi hissedip şükreder miydin?” Elbette şükür değil, belki düşünmeyecektin; şuursuz, o sıhhati gaflete, belki sefahete sarf ederdin.” (Lem’alar, Yirmi Beşinci Lem’a, Yedinci Devâ) sözü bu hakikati açıklamaktadır.

Nimetleri ancak kaybettiğimizde fark etmek zorunda değiliz. Şuur sahibi varlıklar olarak, elimizdeki nimetleri her an fark etmeye çalışmalı, her anımızı farkındalıkla yaşamalıyız. Çünkü gerçek şükür, nimetleri sadece almakla değil, onların farkına varmak ve ayırt edebildiğimiz bu nimetleri Rabb’imize(c.c) bildirmekle mümkündür.

Hastalar Risalesi 7 - Video

SIKÇA SORULAN SORULAR

Sabır, insanın kendi gücüyle değil, Allah(c.c)’ın yardımıyla elde edilir. Hastalık ve zorluklar karşısında sabırlı olmak için, insanın Allah(c.c)’tan “Es-Sabûr” ismine sığınması gerekir. Allah(c.c), sabır isteyenlere sabrı verir ve böylece kişi en zor imtihanları bile huzur içinde karşılayabilir. Sabır, Allah(c.c)’a yönelerek, O’ndan güç alarak kazanılır.

Hayır. İslam, hem bedensel hem de ruhsal sıkıntıları birer imtihan olarak kabul eder. Risale-i Nur’a göre ruhsal bunalımlar, sabır ve tevekkül ile karşılandığında insanı manen terakki ettiren özel fırsatlardır.

Gençlik, sağlık ve zaman, geçici nimetlerdir. Bu nimetlerin değerini anlamadan harcanması, kişinin büyük bir kayıp yaşamasına neden olabilir. Ancak insan, bu nimetleri Allah(c.c)’a şükrederek ve ahirete hazırlık yapmak için kullanarak gerçek huzura ulaşabilir. Zamanın kıymetini bilmek ve her anı ahiret için yatırım yaparak değerlendirmek, ömrü daha anlamlı kılar.