Efendimiz (s.a.v) bir hadisi şerifinde;
“Kader hususunda konuşmayın, zira kader Allah’ın sırrıdır. Allah’ın sırrını faş etmeye kalkmayın.” buyurmaktadır.
(Kenzü’l ummâl, 1/132)
Kader; “ızdırarî kader” ve “ihtiyarî kader”olmak üzere ikiye ayrılır. Efendimiz’in (s.a.v.) kadere dair üzerinde konuşmayı uygun bulmadığı kısım ızdırarî kısımdır. Anne babamızın kim olacağı, gözlerimizin rengi, nerede dünyaya geleceğimiz, dilimiz, ırkımız gibi müdahale edemediğimiz ne varsa işte bu alandadır. Izdırarî alanda bizim seçim hakkımız yoktur ve mesuliyet de bize ait değildir. Bu yüzden de bu kısım ile ilgili konuşulması uygun görülmemiştir. Ancak ihtiyarî kaderde durum böyle değildir. Kişinin oturacağı ev, çalışacağı iş, evleneceği kişi gibi seçim hakkının kendisine ait olduğu alanlar ihtiyarî kaderin konularıdır. Kişi ihtiyarî kaderde yaptığı tercihlerden mesuldür çünkü burada devreye cüz’i irade girmiştir.
Allah-û Teâlâ Hicr Suresi 21.ayette: “Hiçbir şey yoktur ki hazineleri bizim yanımızda olmasın, her şeyi biz belli miktarda indiririz.” buyurmaktadır. Secde suresi 7.ayette ise:“O her şeyi en güzel biçimde yaratmıştır.” buyurmaktadır.
Bu iki ayet-i kerime aynı anda düşünüldüğünde insanın kaderinde ona biçilen miktarın, verilecekler arasında en güzeli olduğu ortaya çıkar.
İşte bu yüzden; boyu 150 cm. olan birinin “Neden boyum bu kadar kısa, keşke daha uzun olsaydı!”
Çocuğu olmayan birinin “Neden herkesin üçer, beşer çocuğu var da benim olmuyor?”
Gözleri siyah olan birinin “Neden benim gözlerim yeşil değil?” gibi cümleler sarf etmeye hakkı yoktur. Onun için biçilen miktar, verilecekler arasında en güzelidir. Çünkü onu yaratan, her şeyi en güzel biçimde yarattığını kitabında açıkça belirtmiştir. Kendi için verilen miktarın verilecekler arasında en iyisi olduğunu anlayan bir insan kaderi tenkit etmez! Çünkü Allah’tan razı olduğunu söyleyen bir kişi, O’nun kendisi için belirlediği her şeyden de razı olur. Yani bir diğer ifadeyle ”Kadere iman eden, kederden emin olur.”