İnsanın Başına Gelenler Kaderden mi Yoksa Kendi Nefsinden mi? İnsan Kaderin Mahkûmu mu?
Başımıza Gelen İyilikler Allah’tan Kötülükler ise Nefsimizden mi?
İnsanı Dinden Çıkaran Sözler
Bu Sözleri Sakın Söyleme Dinden Çıkarsın
Günümüzde birçok insan güzellikleri kendi üzerine alırken, çirkinlikleri kadere yüklüyor ve “Ben kader mahkûmuyum!” diye hem üzerine düşen sorumluklardan hem de yaptığı kötülükleri üstlenmekten kaçıyor. Halbuki bir gün böyle düşünen bir insanın evine gitsek ve çocuğunun kafasına silahı dayayıp öldürsek. O insan da tam bize saldıracakken “Dur! Ne yapıyorsun? Sen kader mahkûmusun. Bu işleri yapan ben değilim, kader.” desek, ya da aynı insanın iş yerine gidip evini, arabasını, tüm mal varlığını gasp edip el koysak; tam bize sinirlenip üzerimize doğru gelirken de “Yahu neden bize suç atıyorsun ki? Sen kader mahkûmusun.” desek o insan bu durumu asla kabul etmezdi. Demek ki şunu iyi anlamak gerek: Güzel sonuçlar doğuran hadiselerde“Bu işi ben yaptım!”diye övünen, kötü sonuç doğuran hadiselerde ise“Ben kader mahkûmuyum!”diyen insan, kaderin değil bizzat kendi nefsinin mahkûmudur.
İnsanın tenkit ederek bilinçsizce söylediği sözler aslında Allah’a, peygamberlere, Kur’an’a ve diğer rükünlere de dokunur. Kartopu etkisi gibi kader noktasında sarf edilen en ufak bir söz, sadece kadere değil, imanın tüm rükünlerine sirayet eder. Dilerseniz bu sirayetin nasıl gerçekleştiğini bir örnekle somutlaştıralım.
Bir gün bir camiye gitseniz ve içerde İslamî usullere uygun giyinmiş, tadili erkân ile namaz kılan, Allah’tan, kitaptan, peygamberlerden bahsederken insanı hayrete düşürecek bir ilimle konuşan ama mevzu kadere gelince “Bendeki kaderde kader mi be kardeşim. Başıma öyle şeyler geldi ki ne diyeyim, kader utansın! Alnıma kara yazı yazılmış.”diye cümleler kullanan birine rast gelseniz, o gördüğünüz şahıs, ne kadar tadili erkânla namaz da kılsa, ne kadar İslamî usullere uygun da giyinse, dilinden Allah kelamı da düşmese, maalesef namaz kılan bir kâfirdir! Çünkü iman paket halinde, bozulmaz bir rükündür ve o şahıs kaderi tenkit edip onu aradan çıkararak bu paketi bozmuş durumdadır.
Zira imanda her rükün öteki rüküne zincirleme şekilde bağlıdır. Mesela; melekleri inkâr eden birisi otomatik olarak Cebrail Aleyhisselam’ın Resûlullah’a(s.a.v) vahiy (Allah’ın emirlerini) getirmesini, Kur’an’da geçen melek bahislerini ve daha pek çok imanî bahisleri de inkâr etmiş olur ve bu durumda ortada iman kalmaz.
Yani “Biz kaderin mahkûmuyuz!”diyerek kötülükleri kadere verip iyilikleri kendine alan insanlar, aslında çok büyük bir vartaya düşüyorlar.
Allah-u Teala Nisâ suresi 79.ayette:
“(Ey insan!) Sana iyilikten her ne gelirse bil ki Allah’tandır. Kötülükten de başına her ne gelirse bil ki o da nefsindendir. (Ey Resulüm!) Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik, şahit olarak Allah yeter.” diyerek aslında tüm iyiliklerin Allah’tan, tüm kötülüklerin de kendi nefsimizden olduğunu bizlere net ifadelerle sunmuştur.
Mesela siz bir padişah olsanız, ben de sizin maaşlı bir memurunuz olsam. Bir gün siz bana 100 külçe altın verseniz ve “Filan beldeye git, orada köprü yaptır.” deseniz ve ben de gitsem istediğiniz yere köprüyü yaptırsam. Bu iyilik sizin iyiliğiniz mi olur yoksa benim iyiliğim mi? Elbette, padişah olan sizin iyiliğiniz olur. Çünkü şehri yöneten, fikri sunan, fikrin hayata geçirilmesi için 100 külçe altını veren sizsiniz. Ben ise sadece emirleri yerine getirmekle mükellef, maaşlı bir memurum. Peki aynı senaryoda sizin verdiğiniz o 100 külçe altını ben çalsam ve sizin istediğiniz yere köprü yaptırmak yerine canımın istediğini yere meyhane yaptırsam. Bu benim kötülüğüm mü olur yoksa sizin kötülüğünüz mü?
Elbette, nefsine yenik düşen benim kötülüğüm olur. Burada size hiçbir suç isnat edilemez.
Aynen öyle bizlerin başına gelen tüm iyilikler Allah’tan, tüm kötülükler ise kendi nefsimizdendir. Başımıza gelen kötü durumlarda ne Allah’a ne de kaderine bir suç isnat edilemez.