- Hz. Ömer (r.a.) kimdir?
- Efendimiz’in (s.a.v.) Duasında Neden İki Ömer’den Birini İstemiştir?
- Hz. Ömer (r.a.) Nasıl Müslüman Olmuştur?
- Hz. Ömer (r.a.) Nasıl Halife Olmuştur?
- Hz. Ömer’in (r.a.) Vefatı- Hz. Ömer’i (r.a.) Kim Hançerlemiştir?
- Hz. Ömer’in (r.a.) Özellikleri Nelerdir?
- Hz. Ömer (r.a.) Ganimet Dağıtırken Zeyd b. Harise’nin (r.a.) Oğlu Üsame B. Zeyd’e Neden Kendi Oğlu Abdullah’a (r.a.) Verdiğinden Daha Çok Ganimet Vermiştir?
- Hz. Ömer (r.a.), Sa’d b. Ebû Vakkâs’ın Kapısını Neden Yaktırdı?
- Hz. Ömer ‘in (r.a.) Basra Fethi Sırasında ‘Sariye El-Cebel, El-Cebel’ Diye Bağırdığı Doğru Mudur?
- Hz. Ömer’in (r.a.) Hanımına Nasihati: ‘Hz. Ali’nin (r.a.) kızı, Hz. Ömer’in (r.a.) Zevcesi Olmak Sana Yetmez Mi Ey Ümmü Gülsüm!’
- Hz. Ömer’in (r.a.) Korkusu
- Hz. Ömer (r.a.) ve çok sevdiği dostu Ayyaş bin Rebia (r.a.) arasındaki muhabbet
- Hz. Ömer (r.a.) Döneminde Şehirleşme
- İslam’a Açıktan Davet Ne Zaman Başladı?
- İlk Divan Teşkilatını Kim Kurmuştur?
- Kudüs Ne Zaman Fethedilmiştir?
- Hz. Ömer (r.a.) Ve Cübbe Hadisesi
- Hz. Ömer’in (r.a.) Allah’ın Görüşüne İsabet Ettiği Doğru Mudur?
- Hz. Ömer (r.a.) Neden Komutan Halid bin Velid’i (r.a.) Görevden Azletti?
Hz. Ömer
Hz. Ömer (r.a.) kimdir?
Hz. Ömer Kaçıncı Müslümandır?
Efendimiz’e Nübüvvet Geldiğinde Hz. Ömer Kaç Yaşındadır?
Hz. Ömer’in Özellikleri Nelerdir?
Hz. Ömer(r.a.) Fil Vak‘ası’ndan on üç yıl kadar sonra, diğer bir rivâyete göre ise Büyük (Dördüncü) Ficâr savaşından dört yıl kadar önce Mekke’de doğmuştur. (Halîfe b. Hayyât, I, 151). Babasının ismi Hattab Bin NuFeyl’dir. (İbn Sâ’d, Tabakât, 3, 245) Baba tarafından kabilesi Adiyyoğulları’dır. Bu kabilenin vazifesi sefaret, yani elçiliktir. (İbn Abdirrabbih, İkd’ul Ferid,3 268) Savaşlarla ilgili konularda veya önemli yerlerde yapılan görüşmelerde sürekli onlar görev almaktadır. Hz. Ömer(r.a.) de bu vazifeyi çok defa üstlenmiştir. Zîra onun hem bir duruşu vardır hem de eski cahiliye Arap şiirlerine hıfzı çok kuvvetli olduğundan belagat ilmine vakıftır. Hz. Ömer(r.a.) şiirlerle kabilesinin savaşlarını ve övülecek yönlerini anlatmıştır. Kendisinin o kadar kuvvetli hafıza ve konuşma kabiliyeti vardır ki bin mısralık cahiliye şiiri ezberleyen Hz. Ömer(r.a.), halka: “Beş yüzünü ezberleyen karşıma çıksın!” diye seslenmiştir. (İbn-i Abdilberr, İsti’ab, 2, 553; Suyutî, 123) Bu yüzden belli bir zaman “Şiir arabın divanıdır.” demiştir. Bunu demesinin bir nedeni; şiirlerde Arap tarihinin ve kültürünün olması iken, diğer bir nedeni de Arap gramerinin ölçüsünü en çok belirleyen iki unsurdan birinin Kur’an diğerinin cahiliye şiirleri olmasıdır. Kendisinin de mensubu olduğu Adiyoğulları kabilesinin bu meseleye ciddi vakifiyeti vardır ve Hz. Ömer(r.a.), yaratılıştan hitabete kabiliyetli bir kimse olduğundan ona kabîlesinin sefirlik görevi verilmiştir. (Ez-Zeyyât Ahmed Hasen, Tarîhu’l-edebi’ l-’arabî, Kahire, tsz., s.181.)
Adiyyoğullarından pek çok kişi Resûlullah(s.a.v.) Mekke’de iken Müslüman olarak hicret etmiş, tüm üyeleri de Hudeybiye öncesinde Müslüman olmuştur. (İbn Hişâm, es-Sire, III, 316-317.) Bunda Hz. Ömer(r.a.) gibi güçlü bir şahsiyetin İslâmiyet’i kabul etmesinin etkisi olduğu söylenebilir. Ama aynı durum, annesinin kabilesi Mahzumoğulları için geçerli değildir. Bu kabilenin özellikle önde gelen mensupları ancak Mekke’nin fethinde Müslüman olmuşlardır.
Hz. Ömer’in(r.a.) annesinin adı “Hantame” ve anne tarafından kabilesinin adı Mahzumoğulları’dır. Bu kabile ekseriyetle savaşa giden askeri birliklerin manevra, çarpışma, çevrime, kollama gibi savaş harekâtlarını yönetmektedir. Ebû Cehil de bu kabiledendir ve kendisi Hz. Ömer’in(r.a.) dayısıdır. Ebû Cehil’in Müslümanlara karşı yaptığı tüm askerî girişimler, kabilesinin savaş yönetimi konusundaki kabiliyetinden gelmektedir.
Efendimiz’e(s.a.v.) nübüvvet geldiğinde Hz. Ömer(r.a.) yirmi yedi yaşındadır. Kendisi Efendimiz’den(s.a.v.) on üç yaş küçüktür ve İslâm ile şereflendiğinde otuz üç yaşındadır. Hz. Ömer(r.a.) peygamberliğin ilk altı yılı iman etmemiş ve cahiliye döneminde kalmıştır. Efendimiz’in(s.a.v.) o altı yıl boyunca sağında daima Hz. Ebû Bekir(r.a.) vardır ama sol yanı hep boş kalmıştır. Orası adeta Hz. Ömer(r.a.) için ayrılmıştır ve iman ettiğinde Efendimiz’in(s.a.v.) sol yanını o doldurmuştur.
Allah Resûlü(s.a.v.) bir gün Mescidi Nebevî’ye girmiş ve şöyle demiştir: “Eyne Ebâbekir? / Ebû Bekir nerede?” Hz. Ebû Bekir(r.a.) anında Efendimiz’in(s.a.v.) huzuruna gelmiştir. Efendimiz(s.a.v.) onu sağ tarafına çağırarak: “Teale bi civari/ Yanıma gel!” demiş ve Hz. Ebû Bekir’i(r.a.) sağına almıştır. Sonra Ömer’i(r.a.) sormuş: “Eyne Ömer? / Ömer nerede?” demiştir. Hz. Ömer(r.a.) de anında gelmiş; Efendimiz(s.a.v.) ona da: “Teale bi civari/Yanıma gel!” demiş ve onu da soluna almıştır. Sonra ikisinin de ellerini tutup havaya kaldırmış. Mescit’te bulunan onlarca sahâbiye yönelerek: “Hakeza nüb’asu yevme’l-kıyame/İşte biz kıyamet günü böyle kalkacağız, böyle haşr olacağız.” demiştir. (Tirmizi, Menakıb, 16.)
Siyer kaynaklarımızdan İbn-i Hişam’ın es-Sîre’sine göre Hz. Ömer(r.a.) 40. Müslüman olarak geçmektedir. Başka bir görüşe göre ise Efendimiz(s.a.v.), nübüvvetin ilk gününden itibaren özel davetlere başlamış ve bu davetlerini Erkam b. Ebü’l-Erkam’ın(r.a.) evinde tam altı yıl yürütmüştür. Bu davet çalışmalarının neticesinde İslâmla şereflenen kişi sayısı 128’e ulaşmıştır. Hz. Ömer’in(r.a.) iman edişi ile birlikte de bu sayı 129 olmuştur. (M. Âsım Köksal, “Hz. Ömer (r.a.) 40. Müslüman mı?” İslâm Mecmuası, sayı: 17, s. 41.) Bazı görüşler İbn Hişâm’ın naklettiği 40 sayısını ise şöyle yorumlamaktadır: O gün için Dârü’l-Erkam’da bulunan sahâbî sayısı 39’du; Hz. Ömer(r.a.) ile bu sayı 40 oldu; dolayısı ile Hz. Ömer(r.a.) o gün Dârü’l-Erkam’ın 40. talebesi ama 129. Müslümanıdır.
Hz. Ömer’in(r.a.) toplamda sekiz-on evliliği vardır ve bu evliliklerinden üç kızı, sekiz oğlu olmuştur. Kızlarından Hafsa(r.a.) annemiz ileride Efendimiz’in(s.a.v.) zevcesi olma şerefine nail olacaktır.
Hz. Ömer(r.a.) iki metre boyunda, çok heybetli birisidir. Tek eliyle deveyi yatırmışlığı vakî olan ciddi bir güreşçidir. Kendisi Müslüman olduktan sonra İslâm ordusunun başkomutanlığına kadar yükselen Halid b. Velid(r.a.) ile anne tarafından akrabadır. Halid b. Velid(r.a.), Hz. Ömer’in(r.a.) annesinin amcalarının oğullarındandır (İbn Abdilber, İsti’âb, III, 1144) ve eski dönemlerde bir gün Hz. Ömer(r.a.) onunla güreşe tutuşunca Hâlid b. Velid(r.a.) onun bacağını kırmıştır. (TDV İslâm Ansiklopedisi, Halid b. Velid maddesi)
Hz. Ömer(r.a.) yesari, yani solaktır. Ticaret için Yemen, Filistin, Irak, Habeşistan, Suriye ve Mısır’a gittiğinden dünya coğrafyasını iyi bilir ve dünyanın genel durumu hakkında da fazlaca malumatı vardır. Halifelik zamanında eskiden çobanlık yaptığı bir dağın eteğinden geçerken babasının ona çobanlık yaptırdığı dönemi anlatır ve babasından “Babam sert bir adamdı. Eksiğimi bulur, beni döverdi.” diye bahseder. Hz. Ömer’in(r.a.) mizacından yola çıkarak babası hakkında da tahminlerde bulunmak mümkündür.
Hz. Ömer(r.a.) için insanlar “Yürüyünce bir yiğit yürür, yer sarsılırdı.” derler. O halde bizlerin izzet, vakar gibi kelimeleri Hz. Ömer(r.a.) ile yeniden inşa etmesi gerekir. Çünkü tezellül (alçalma) sadece Allah’a yapılır. İnsanlara karşı ancak ve ancak tevâzu sergilemesi gerekir. Tevâzu ise asla birinin önünde iki büklüm olmak değildir.
Efendimiz’in (s.a.v.) Duasında Neden İki Ömer’den Birini İstemiştir?
Efendimiz Hz. Ömer İçin Hangi Duayı Etmiştir?
Efendimiz’in Duasında İstediği İki Ömer Kimlerdir?
Ammâr B. Yasir İle Annesini Kim Şehit Etmiştir?
Cahiliye Döneminde En Sert Mizaca Sahip Olan Kişi Kimdir?
Asıl adı Amr b. Hişâm el-Muğira olan Ebû Cehil İslâm’ın ilk döneminden itibaren İslâm’a hep karşı çıkmış, Efendimiz’e(s.a.v.) ve özellikle güçsüz Müslümanlara var gücüyle düşmanlık gösterip ezâ ve cefâlarda bulunmuştur. İslâm’ın ilk iki şehidinden biri olan Ammâr b. Yâsir’in(r.a.) annesi Sümeyye(r.a.) onun tarafından öldürülmüş, hicretten sonra gerçekleşen Bedir Savaşı da onun yüzünden çıkmıştır. Darû’n Nedve’de, Efendimiz’in(s.a.v.) öldürülmesine dair karar onun teklifi üzerine alınmış ve kendisi hayatı boyunca İslâm’a karşı tüm faâliyetlerde başı çekmiştir.
Hz. Ömer’in(r.a.) de cahiliye döneminde ondan kalır yanı yoktur. O dönem kötülük yuvası olan Dâru’n Nedve’de, “Zayıf Müslümanlara baskı yapılacak, onlar dininden geri dönene kadar eziyet edilecek.” diye bir karar alınmış ve onlara en çok baskıyı Hz. Ömer(r.a.) yapmıştır. Hz. Ömer’in(r.a.) karşısında en azılı müşrikler olarak bilinen Ebû Cehil, Ümeyye b. Halef, Velid b. Muğire, Nadr b. Haris gibiler bile konuşmaya çekinmektedir. Çünkü o, cahiliye devrindeki en sert mizaca sahip insandır. Kendisi öyle bir heybete sahiptir ki; insanlar o yürüdüğünde binekle geliyor sanırlarmış. Hatta o dönem anneler çocuklarını “Sus, çabuk uyu! Yoksa seni Ömer’e veririm.” diye korkuturlarmış.
Efendimiz(s.a.v.) bir gün “Allah’ım! İki Ömer’den (Ömer b. Hattab ve Amr b. Hişâm) biri ile Sen(c.c.) İslâm’ı aziz kıl, güçlendir” diye duâ etmiştir. (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 95; Hâkim, el-Müstedrek, III, 83.) Allah Resûlü’nün(s.a.v.) duâda istediği Ömerlerden biri Hz. Ömer (r.a.), diğeri ise Ebû Cehil’dir. Çünkü ikisi de cahiliye döneminde bulundukları davayı çok samimi yaşamışlardır. Mesela Efendimiz’in(s.a.v.) amcası Ebû Leheb, nerede menfaati varsa oraya yanaşan, davasında samimiyetsiz, korkak biri olduğundan Bedir’e kendisi gitmemiş, parayla asker göndermiştir. Ama Ebû Cehil inandığı davanın arkasından bizzat kendisi gitmiştir. Dâru’n Nedve’de, Efendimiz’in(s.a.v.) öldürülmesine dair karar çıktığında Resûlullah’ı(s.a.v.) öldürecek olana yüz deve vaat eden Ömer bin Hişam, diğer namıyla Ebû Cehil iken, bu teklifi kabul edip Resûlullah’ı(s.a.v.) öldürmek üzere yola çıkan ise Ömer bin Hattab(r.a.)’dır.
İşte Efendimiz(s.a.v.) o dönem onların mayasındaki samimiyetin farkında olduğundan, ileride bir gün iman ederlerse aynı samimiyeti İslâm davasında da göstereceklerini biliyordu.
Efendimiz(s.a.v.) duâsında “İki Ömer!” demiyor, “İki Ömer’den birisi!” diyor. Bunun bir hikmeti;O(s.a.v.) bir peygamberdir ve hangisinin imana kabiliyeti olduğu O’na(s.a.v.) malum olmuştur. Onun için de öyle duâ etmiştir. Bir diğer hikmeti ise, Allah’ın(c.c.) iradesini yok sayarak sadece istenen şeye odaklanmak, kulluğun edebine aykırı olduğundan “İki Ömer’den biri!” demiştir. Allah Resûlü(s.a.v.) bu duâsı ile bizlere duâ konusundaki ahlakımızın nasıl olması gerektiğini de öğretmiştir.
İlerleyen zamanlarda Efendimiz’in(s.a.v.) bu duâsı, Hz. Ömer’in(r.a.) aklına her geldiğinde Hz. Ömer(r.a.) gözyaşlarını tutamamış ve “Ya o duâ bu Ömer’e değil de diğer Ömer’e isabet etseydi bu Ömer ne yapacaktı?” diye ağlamıştır.
Hz. Ömer (r.a.) Nasıl Müslüman Olmuştur?
Hz. Ömer’in Müslüman Oluşunun Üç Süreci
Hz. Ömer ‘Faruk’ Lakabını Ne Zaman Aldı?
Hz. Ömer’in(r.a.) Müslümanlığı üç süreçte gerçekleşmiştir. Birinci süreci şöyle gerçekleşmiştir: Hz. Ömer’in(r.a.) Âmir b. Rebîa(r.a.) ve Leylâ bint Ebî Hasme(r.a.) isminde iki tane azadlı kölesi vardır. Bu iki köle Efendimiz’e(r.a.) nübüvvetin gelmesi ile iman etmiştir. Hz. Ömer(r.a.) de Müslüman oldukları için onlara etmedik eziyet bırakmamıştır. İri yarı, deveyi yere seren Hz. Ömer(r.a.) o gücüyle eline kamçıyı alıp onları öyle döver, öyle dövermiş ki; bir ara yorulur biraz ara verir, ara verince de onlara “Sanmayın size acıdığım için durdum, yoruldum onun için durdum. Biraz dinleneyim yine başlayacağım sizi dövmeye…” dermiş.
Bu iki köle Hz. Ömer’in(r.a.) kendisine yaptığı işkencelerden bitap düştüklerinden nübüvvetin beşinci yılı Birinci Habeşistan hicretine katılmak için hazırlık yapmaya başlamışlardır. Hz. Ömer(r.a.) hazırlıkları görünce: “Bir yere mi gidiyorsunuz?” diye sormuş; Leylâ(r.a.) da: “İşkencelerinizden bıktık, sizin yüzünüzden doğduğumuz toprakları terk ediyoruz. Çıkıp Habeşistan’a gideceğiz” demiştir. Bu cevap üzerine Hz. Ömer(r.a.) hüzünlenmiş ve bu hüzün onun kalbine akan ilk hidâyet pırıltılarından olmuştur.
Leylâ(r.a.), Hz. Ömer’in(r.a.) o haline şaşırmış, biraz sonra kocası Âmir(r.a.) gelince ona: “Az önce Ömer buradaydı, şöyle şöyle oldu. Ben öyle tahmin ediyorum ki Ömer Müslüman olacak!” demiştir. Âmir(r.a.) ise hanımının bu düşüncesine gülerek “Ömer’in babası Hattâb’ın ölmüş eşeği kalkar Müslüman olur, Ömer Müslüman olmaz.” diye karşılık vermiştir. Âmir(r.a.), onun iman etmesine asla ihtimal vermese de gerçekten o gün Hz. Ömer’in(r.a.) yüreğine iman tohumu az da olsa düşmüş ve bu onun imana yürüyüşünün ilk adımı olmuştur. (İbn Hişâm, es-Sîre, I, 457, 458.)
Hz. Ömer’in(r.a.) Müslümanlığının ikinci süreci ise şöyle gerçekleşmiştir: Efendimiz(s.a.v.) bir gün gece vakti Kâbe’de ibadet etmektedir. Hz. Ömer(r.a.) de arkadaşlarıyla buluşmak için yola çıkmıştır. O esnada Kâbe’de ibadet eden Efendimiz’i(s.a.v.) görür. Gizlice Efendimiz’e(s.a.v.) doğru yaklaşır ve ne yaptığını merak eder. O anda Efendimiz(s.a.v.), Hâkka Sûresi’nden âyetler okumaktadır. Kelamın kıymetini çok iyi bilen Hz. Ömer(r.a.), içinden “Bunlar olsa olsa bir şair sözüdür” diye geçirir. O anda Efendimiz(s.a.v.) Hâkka Sûresi’nin 41. Âyetini okumaktadır: “O bir şair sözü değildir; ne de az iman ediyorsunuz?” Hz. Ömer(r.a.) bu âyeti duyunca şaşırır ve bu seferde “Benim içimi mi okuyor bu adam, yoksa o bir kâhin mi?” der. O sırada Efendimiz(s.a.v.) bir sonraki âyeti okumaktadır: “O bir kâhin sözü de değildir ne kadar az düşünüyorsunuz!” Hz. Ömer duydukları karşısında bir kez daha şaşırır ve “Bu sözler Muhammed’in uydurması mı?” der. Efendimiz(s.a.v.) âyetin devamını okumaya devam eder: “Eğer bu sözleri Muhammed uydurmuş olsaydı onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onu can damarından koparırdık!” (Hakkâ 69/44,45,46.)
Hz. Ömer(r.a.) bu hadise karşısında epey sarsılır ve anında orayı terk eder. Ama günlerce duyduğu o âyetlerin etkisi altında kalır ve Hz. Ömer’in(r.a.) kalbine akan ikinci hidâyet damlası da bu olur. (İbn Hacer, el-İsâbe, II, 518; İbn Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, IV, 147.)
Son süreç ise şöyle gelişir: Emsalsiz kahramanlardan biri olan Hz. Hamza’nın(r.a.) Müslümanlar safına katılması ve arkasından da bir grup Müslümanın Habeşistan’a hicretleri, Kureyş müşriklerini derin derin düşündürmeye başladı. Bu durum onların hayatlarında büyük bir tedirginlik ve endişe oluşturdu. Nübüvvetin altıncı yılında yine böyle bir gün Dârü’n-Nedve’de, Efendimiz’in(s.a.v.) Mekke’de oluşturduğu tesir konuşulurken Hz. Ömer(r.a.) hiddetlendi ve: “Öldürelim Muhammed’i(s.a.v.)! Bu işi de kökten halledelim!” dedi. Kılıcını kuşanıp nerde olduğunu bilmediği ama sıkça duyduğu Safa Tepesi’ndeki bir evde O’nu(s.a.v.) aramaya doğru yola çıktı. Yolda akrabalarından Nu’aym b. Abdullah(r.a.) ile karşılaştı. Nu’aym(r.a.), Hz. Ömer’in(r.a.) hiddetli halinden bir şeyler olduğunu anladı. O günlerde Müslüman olan Nu’aym(r.a.), Hz. Ömer’e(r.a.) nereye gittiğini sordu ve aldığı cevap üzerine şok oldu. Nu’aym(r.a.), Efendimiz’i(s.a.v.) korumak adına, onu bu hareketinden vazgeçirmek için hedefi nasıl değiştirebilirim, diye düşündü ve o ana kadar Hz. Ömer’in(r.a.) bilmediği bir şeyi ona söyledi: “Sen Muhammed’in(s.a.v.) peşine düşeceğine, önce enişten ve kız kardeşine bak!” dedi ve onların Müslüman olduklarını söyledi. Hz. Ömer(r.a.) duyduklarını doğrulatmak için hemen kız kardeşi Fâtıma bint Hattâb’ın(r.a.) ve eniştesi Saîd b. Zeyd’in(r.a.) evine doğru yöneldi. Eve yaklaştığında, içeriden bazı sesler geldiğini duydu. O anda da Habbâb b. Eret(r.a.), evin sakinlerine yeni nazil olan Kur’ân âyetlerini okumaktaydı. Hz. Ömer(r.a.) hiddetle kapıyı açtı ve içeriye girdi. Habbâb(r.a.) evin bir köşesine saklandı, okunan âyetleri ortadan kaldırdı. Hz. Ömer(r.a.) ise onlara ne okuduklarını sordu, Müslüman olup olmadıklarını sorguladı ve önce eniştesine, sonra kız kardeşine birer tokat vurdu. Kız kardeşi “Ne yapacaksan yap, senden korkmuyoruz. Biz iman üzereyiz.” deyince o esnada kız kardeşinin ağzından süzülen kanlar bir anda Hz. Ömer’i(r.a.) çok üzdü. İşte bu hadise onun gönlünü İslâma karşı yumuşatan üçüncü olay oldu. Hz. Ömer’in(r.a.) yüreği yumuşayınca kız kardeşine okuduklarının ne olduğunu sordu. Okunanlar Tâhâ Sûresi’nden birkaç âyetti. Hz. Ömer(r.a.) kız kardeşinden Kur’anı istedi ama Fâtıma(r.a.) yırtar korkusuyla vermedi. Hz. Ömer(r.a.) yırtmayacağına dair söz verince kız kardeşi ona, önce temizlenmesini söyleyerek duş aldırdı ve Kur’an’ı öyle verdi. Hz. Ömer(r.a.) onların ne okuduklarını temaşa ederken kapının arkasından Habbâb b. Eret(r.a.) çıktı ve “Vallahi! Ey Ömer! Ben, Resûlullah’ın(s.a.v.) senin için duâ ettiğini işittim!” dedi. Çünkü zamanında Efendimiz(s.a.v.) “Ya Rab! Bana iki Ömer’den birini ver.” diye duâ etmişti.
Duâda geçen Ömerlerden biri Amr b. Hişam yani Ebû Cehil diğeri ise Ömer b. Hattab(r.a.)’dı. Bunun üzerine, Hz. Ömer(r.a.), Efendimiz’in(s.a.v.) yerini sordu; Habbâb(r.a.) tarif etti ve o da dirilmek için Erkam’ın(r.a.) evinin yolunu tuttu. (İbn Hişâm, es-Sîre, I, 458, 459; İbn Esîr, el-Kâmil, II, 85-86; İbn Sa’d, Tabakât, III, 308-309.)
Dârü’l-Erkam’ın kapısında duran Bilal b. Rebâh(r.a.), Hz. Ömer’in(r.a.) geldiğini gördü ve hızlıca içeri girdi. “Eyvah Ömer geliyor!” dedi. Üç gün önce iman eden Hz. Hamza(r.a.) da oradaydı ve Hz. Bilal’in(r.a.) bu telaşı üstüne “Kimse endişelenmesin. O Ömer ise ben de Hamza’yım!” diye karşılık verdi. Kapı açıldı, Hz. Ömer(r.a.) içeri girdi ve Efendimiz(s.a.v.) ona, “Gel Hattab’ın oğlu! Müslüman olacağın gün gelmedi mi? Sen de Ebû Leheb gibi Allah’ın kitabında zemmedilmeyi mi bekliyorsun? İnadın yeter!” dedi. Efendimiz(s.a.v.) Hz. Ömer’i(r.a.) yakasından tutup iyice salladı ve “İman etmeyecek misin?” diye sordu. Bunun üzerine Hz. Ömer’in(r.a.) dilinden , şehadet cümleleri döküldü ve orada iman etti. Kendisi ileriki yıllarda bu anları hatırlayarak “Resûlullah(s.a.v.) beni salladığında imanımın yerine oturduğunu hissettim.” buyurur. Ne gariptir ki, Hz. Ömer(r.a.) Resûlullah’ı(s.a.v.) öldürmek üzere çıktığı yolda kendisi can bulmuştur.
İman eder etmez Hz. Ömer(r.a.), Ömerliğini yapar ve “Ya Resûlullah(s.a.v.) onlar batıl, biz Hak değil miyiz? Biz neden saklanacağız? Onlara karşı durmamız gerekmez mi? Çıkalım Mekke sokaklarına imanı haykıralım.” Der ve onun bu söylemi üzerine Efendimiz(s.a.v.) “Ya Ömer! Sen Hattab’ın oğlu değil, Ömer-ül Fâruksun!” buyurur. Fâruk, Kur’an’ın diğer adı olup, iyi ile kötüyü, yanlış ile doğruyu birbirinden ayıran nur demektir ve Hz. Ömer(r.a.), “Fâruk” lakabını bu hadiseden sonra alır. O günden sonra da Hz. Ömer’in(r.a.) hayatına bir daha batıl giremez.
Hz. Ömer (r.a.) Nasıl Halife Olmuştur?
Hz. Ömer Kaçıncı Halifedir?
Hz. Ömer Sert Bir Halife Miydi?
Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) 2,5 yıl boyunca baş kadısı Hz. Ömer(r.a.)’di. Hz. Ebû Bekir(r.a.) 2,5 yıllık hilafetinin ardından hastalandı ve hastayken yanına Abdurrahman bin Avf’ı(r.a.) çağırıp “Ömer’i nasıl bilirsin?” diye sordu. Sonra da aynı soruyu Osman bin Affân’a(r.a.) sordu. Aslında ikisi de bu makamı deruhte edebilecek nitelikteydi ama asla “Neden bizi değil de Ömer’i halife seçtin?” dememişlerdi. Çünkü onların gönlünde böyle meseleler yoktu, hiçbir zaman da olmamıştı. Onlar, o mevkiye layık olan her kimse direkt onu baş göz üstü eden insanlar olmuşlardı. Onlar Hz. Ömer’i(r.a.) iyi bildiklerini söyleyince Hz. Ebû Bekir(r.a.) devletin sekreteri Hz. Osman’a(r.a.) “Ey Osman! Yaz, benden sonra halife Ömer’dir.” buyurdu. Böylece Hz. Ebû Bekir(r.a.) seçimle halife olurken, Hz. Ömer(r.a.) tayin ile halife olmuş oldu.
Talha b. Ubeydullah(r.a.), Hz. Ömer’in(r.a.) halifeliğini duyunca Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) yanına giderek “Ya Ebû Bekir! Vallahi Ömer buna layıktır ama kızdığı anda baş uçurur.” dedi. Hz. Ebû ekir (r.a.) ise ona “Siz Ömer’i tanımamışsınız, Ömer öyle biridir ki ondaki rahmet damarı en az kuvvet damarı kadar güçlüdür.” (İbn Esir, el-Kamil, II, 79.) diye karşılık verdi.
Hz. Ömer(r.a.) insanlar arasında inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli davranmakla tanınırdı. Kendisi Müslüman olmadan önce ilk iman edenlere karşı sert muamele ettiyse de Müslüman olduktan sonra bu sertliğini İslâm’ın lehine müşriklere karşı yöneltmişti. Hz. Ömer(r.a.) halife olduktan sonra da doğruların uygulanması ve hakkın elde edilmesi konusunda titiz davranmaya ve en ufak ayrıntıları bile bizzat takip etmeye aşırı derecede dikkat göstermişti. O bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman ilk önce kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara şöyle derdi; “Şunu ve şunu yasakladım. İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler. Allah’a yemin ederim ki herhangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasıyla cezalandırırım.”
Kendisi sert bir mizaca sahip olmasına rağmen insanlara karşı oldukça mütevâzî davranırdı. Geniş toprakları, güçlü orduları olan bir devletin başkanı olması bile onu, diğer insanlar gibi mütevazî ve sade bir hayat yaşamaktan alıkoyamamıştı. Hz. Ömer(r.a.) pahalı, lüks elbiseler giymekten kaçınır, diğer insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğraşmaktan çekinmezdi. Onu tanımayan kimse onun Müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı. Çünkü çoğu zaman giydiği elbise yamalarla dolu olurdu.
Hz. Ömer’in (r.a.) Vefatı- Hz. Ömer’i (r.a.) Kim Hançerlemiştir?
Firuz, Hz. Ömer’i Neden Hançerledi?
Hz. Ömer Neden Oğlu Abdullah B. Ömer’i Kendisinden Sonra Halife Olarak Bırakmak İstemedi?
Hz. Ömer Ölmeden Önce Neden Şûra Heyeti Topladı?
Vefatından Sonra Hz. Ömer’in Borcunu Kim Ödedi?
Halifelik İle Saltanat Arasındaki Fark Nedir?
Hz. Ömer(r.a.) Hac ibadetini yerine getirmek için Arafat’taydı ve arkasında da Selmân-ı Fârisî(r.a.) vardı. Hz. Ömer(r.a.) o an: “Allah’ım! İslâm devleti genişledi, altımdakiler çoğaldı, benim gücüm zayıfladı. Ne olur bir an önce katına al. Benden önce sana ulaşan iki dostuma kavuştur ve bu ağır yükü bana taşıtma.” diye duâ etti. (İbn Sa’d, Tabakât, III, 393.) Selmân(r.a.) “Bu hal nedir?” diye sorunca da “Vallahi korkuyorum Selmân. Ben halife miyim, yoksa sultan mıyım?” diye cevap verdi.
Hz. Selmân(r.a.) hakikatli bir dosttu. “Eğer sen Müslümanların malından aldıysan onu kendin ve yakınların için kullandıysan sultansın. Yoksa korkma, sen bir halifesin!” dedi. İşte imamet ile saltanat arasındaki fark tam olarak buydu.
Bir gün Hz. Ömer(r.a.) rüyasında etini koparan bir horoz görünce bu rüyayı “Herhalde acemlerden birisi beni şehit edecek!” şeklinde tefsir etti. Arkadaşları “Ey Ömer! Medine’de toplam dört tane acem köle var. Ne gerekiyorsa uygulayalım!” deyince, “Olmaz, rüya üzerinden adam mı yargılanır? Suç işlemeden ceza verilir mi?” diyerek onları engelledi. Sonra da orada konuyu kapatarak Mescid-i Nebevi’de kendisinin şu duâsına âmin denmesini istedi: “Ya Rabb! Bana şehadeti rızık olarak ver. Medine’de ölmeyi bana kolaylaştır!”
Kızı Hafsa(r.a.) annemiz duâyı duyunca “Babacığım Peygamber’in(s.a.v.) şehrinde düşman mı var ki seni şehit etsin?” diye sordu. Hz. Ömer(r.a.) ise “Bilmediğiniz bir hadise var!” dedi ve anlatmaya başladı: “Bir gün ben, Ebû Bekir, Osman ve Efendimiz(s.a.v.) Uhud’un üstünde yürüyorduk. Dağ sallanmaya başladı. Efendimiz(s.a.v.) Uhud’a seslendi: ‘Ey Uhud! Yerinde dur. Senin üstünde bir Nebi, bir Sıddık, iki de şehit vardır.’ O bir Nebî Efendimiz(s.a.v.), bir sıddık ise Ebû Bekir’dir. Şehadet de Osman ile bana düştü ey kızım! Bu Efendimiz’in(s.a.v.) beşaretidir.” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 6; Tirmizî, Menâkıb, 18)
Hz. Ömer(r.a.) bir gün Medine çarşısında gezerken, Mugîre b. Şû’be’nin Hristiyan kölesi Fîrûz en-Nihâvendî (Ebû Lü’lü) ile karşılaştı. Firuz: “Ey Mü’minlerin Emîri! Muğîre bana ağır haraç koydu, onu hafiflet.” deyince Hz. Ömer(r.a.) konuyu öğrenmek için “Haracın nedir?” diye sordu. Firuz: “Günlük iki dirhem.” deyince Hz. Ömer(r.a.) tekrar “Sanatın nedir?” diye sordu. Köle “Tüccarım, nakkaşım, demirciyim.” buyurdu. Aldığı cevaplar üzerine Hz. Ömer(r.a.) “Bu sanatlara göre haracını çok görmüyorum. Hem duyduğuma göre, sen ‘Yel değirmeni yapabilirim.’ demişsin.” dedi. Hristiyan köle, “Evet” diye onu doğrulamıştı ama haracı hafifletilmediği için de kızmıştı. O kızgınlıkla Halife Hz. Ömer’e(r.a.) şöyle dedi: “Sana öyle bir değirmen yapayım ki doğudan batıya dillere destan olsun!” Hz. Ömer(r.a.) son cümle üzerine, “Köle beni tehdit etti!” deyip evine gitti.
Zilhiccenin sonlarına doğru bir sabah namazı vakti, Hz. Ömer(r.a.) imamette namaz kıldırmaktaydı. O esnada arkasındaki acem, köle Firuz özel suikast hançerini çıkardı. Altı kez Hz. Ömer’e(r.a.) vurdu ve onu ağır yaraladı. Firuz kaçarken hançeri on üç sahâbiye daha vurdu ve onlardan da altısı şehit oldu. En son Abdurrahman b. Avf(r.a.) cübbesini onun üstüne atınca Firuz kaçamayacağını anladı ve hançerle kendisini de öldürdü. Hz. Ömer(r.a.), “Ey İbn-i Abbâs, bak bakalım beni kim yaraladı!” diye sordu. İbn-i Abbâs(r.a.) bir müddet dolaşıp döndü ve kendisini hançerleyenin Muğîre bin Şu’be’nin kölesi olduğunu söyledi. Bunun üzerine Hz. Ömer(r.a.): “Allah canını alsın, ben ona mârufu, doğru olanı emretmiştim!” dedi ve ilave etti: “Ölümümü, İslâm’a girdiğini iddia eden birinin eliyle yapmayan Allah’a (c.c.) hamdolsun!” (Zühri, Megazi, 68)
Hz. Ömer(r.a.) ağır yaralanınca İbni Abbâs(r.a.) onu hasta yatağında ziyarete gitti ve “Buradaki Ömer’dir, Peygamber(s.a.v.) arkadaşıdır, cennetle müjdelidir!” diye konuşmaya başladı. Onun bu sözleri üzerine Hz. Ömer(r.a.) “Kimi neyle övüyorsun sen?” dedi. İbni Abbâs(r.a.) “Vallahi sende olmayan tek bir vasfı söylemedim.” deyince Hz. Ömer(r.a.) gözyaşları içinde “Allah(c.c.) bana ‘Sevabın ile günahın eşit!’ desin ötesini istemiyorum. Eğer Allah(c.c.) beni bağışlamazsa vay Ömer’e(r.a.), vay Ömer’in(r.a.) anasına. Duysam ki bütün insanlar cennette, bir tek insan cehennemdedir. Vallahi korkarım ki o ben olayım! Duysam ki bütün insanlar cehennemde, bir tek insan cennettedir. Vallahi umarım ki o ben olayım!” dedi.
Halife’nin yaralanması üzerine diğer sahabeler de yanına gittiler ve “Ey Ömer! Sen de Hz. Ebû Bekir gibi yap. Kendinden sonra oğlun Abdullah b. Ömer’i bize halife bırak!” dediler. Hz. Ömer(r.a.) ise onlara “Olmaz! Bir eve bir kurban yeter.” (Müslim, İmâret, 11.) dedi ve kendisini vazife noktasında İslâm’a kurban gördüğünden o eve ikinci bir kurbanı fazla gördü.
Kendisi vefatından önce bir şûra heyeti topladı ve “Halifeyi o şûra heyeti seçecek.” buyurdu. Hz. Ömer’in(r.a.) belirlediği şûra heyetini Allah Resûlü’nün(s.a.v.) hayattayken razı olduğu on kişiden altısı oluşturuyordu. Aslında bu sayının yedi olması lazımdı ama o yedi kişiden birisi eniştesi Saîd bin Zeyd(r.a.) olduğundan, Hz. Ömer(r.a.) “Yakınlarım burada olamaz!” diyerek onu şûra heyetine almamıştı. (et-Taberi, II, 580; İbnü’l-Esîr, I, 487.)
Hz. Ömer(r.a.) vefat etmeden önce oğlu Abdullah(r.a.) ile kızı Hafsa’yı(r.a.) yanına çağırdı ve: “Oğlum, kızım ben size miras bırakamadım. Ama borçlarımı bıraktım. Ben ölünce evimi satılığa çıkarın. O para da yetmezse Adiyyoğulları’na gidin ama benim borcumu kapayın!” dedi. Babalarının vasiyeti gereği evlatları Hz. Ömer(r.a.) vefat edince evi sattılar ama yine de para borçları ödemeye yetmedi. Fakat onların Adiyyoğulları’na gitmelerine de gerek kalmadı. Çünkü sahabeler kalan borcu kendi aralarında toplayıp ödediler.
Hz. Ömer’in (r.a.) Özellikleri Nelerdir?
Hz. Ömer Valiyi Huzurundan Neden Kovmuştur?
Hz. Ömer(r.a.) bir denge insanıdır ve yaşantısıyla bizlere, aklî muhâkeme ve muvâzenelerdeki terazinin nasıl olması gerektiğini öğretmiştir. Kendisi halifeliği döneminde valilerine mektup yazarak “Çocuklara yüzmeyi, atıcılığı ve ata bir hamlede binmeyi öğreteceksiniz!” diye emir vermiştir. Çünkü ata bir hamlede binmek ve at hareket halindeyken attan bir hamlede inip birkaç adımda durmak, savaşta özel anlamı olan psikolojik bir taktiktir. Bir insan, karşısında ata böyle inip binen birini görse korkacaktır. Hz. Ömer(r.a.) valilerine böyle emir verirken aynı zamanda ordu komutanlarına da sürekli “Askerleri dikenli yoldan bile yürütmeyeceksiniz!” diye emir vermiştir. Kendi aldığı tedbirlerden dolayı bir hata olmamalıdır. Eğer bir askeri bile şehit olursa Allah’a nasıl hesap vereceğini düşünür, adalette ve yönetimde tam günümüzde aradığımız dengeyi kurar. Zîra o hem cesur hem de sebeplere çok güzel riâyet eden bir insandır. Mesela Enes b. Mâlik’in(r.a.) abisi Berâ(r.a.), kahraman ve korkusuz bir sahâbidir. Hatta gladyatörler seviyesinde, yüzün üstünde kişiyi ikili dövüşte yere sermiş, yenilgi yüzü görmemiştir. O yüzden Hz. Ömer(r.a.) bir sefere çıkılacağı zaman “Berâ’yı ordu komutanı yapmayacaksınız, ama asla ordudan da ayırmayacaksınız!” demiştir. Çünkü Berâ’nın(r.a.) gözü kara olduğundan bir avuç askerle karşı tarafın ordusuna hücum edebilir. Onun için Hz. Ömer(r.a.) onu orduda komutan olarak değil ateşleyici olarak kullanmıştır.
Başka bir zaman ise Hz. Ömer(r.a.) bir bölgeye birisini vali tayin etmiş ve vali evraklarını almak üzere onun huzuruna gelmiştir. Vali adayı tam Halife’nin yanından ayrılacağı sırada bir çocuk çıkagelmiş ve doğruca Halife’nin kucağına oturmuştur. Halife Ömer(r.a.) çocuğu sevip, öpünce vali adayı halifenin yanındaki adamları bırakıp da çocukla ilgilenmesini pek doğru bulmamış olacak ki “Ya Emîrü’l mü’minîn! Siz çocukları sever, öper misiniz? Benim tam dokuz tane çocuğum var. Hiçbirini bugüne kadar kucağıma alıp sevmedim.” demiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer(r.a.) hemen, “Ver bakayım şu elindeki valilik evrakını!” deyip evrağı oracıkta yırtarak: “Seni valilikten azlediyorum. Kendi öz evlâdına merhamet edip acımayan halkımıza hiç mi hiç merhamet edemez!” demiş ve adamı huzurundan kovmuştur.
İşte bu örnekler, Hz. Ömer’in(r.a.) yaptığı muazzam tespitlerdir. . Zîra aklî muhâkeme ve muvâzenelerdeki terazinin nasıl olması gerektiği, duyguların ve hislerin yönetiminin ehemmiyeti, sebeplerin nerede kullanılacağı, nerede tevekkül edilmesi gerektiği gibi soruların tamamının cevabı Hz. Ömer(r.a.)‘dir.
Hz. Ömer (r.a.) Ganimet Dağıtırken Zeyd b. Harise’nin (r.a.) Oğlu Üsame B. Zeyd’e Neden Kendi Oğlu Abdullah’a (r.a.) Verdiğinden Daha Çok Ganimet Vermiştir?
Hz. Ömer(r.a.) ganimet dağıtırken Zeyd bin Harise’nin(r.a.) oğlu Üsame’ye(r.a.) kendi oğlu Abdullah’a(r.a.) verdiğinden daha fazla vermiştir.
Çünkü Üsame b. Zeyd(r.a.) hem ordu komutanı hem de Resûlullah’ın(s.a.v.) torunlarını severken yanından hiç ayırmadığı sahâbidir. Allah Resûlü’nün(s.a.v.) her zaman bir dizinde torunları varken, bir dizinde de Üsame b. Zeyd(r.a.) vardır. Onun için Hz. Ömer(r.a.) “Resûlullah(s.a.v.) Üsame’yi Abdullah’tan fazla severdi.” diyerek ona oğlundan fazla pay vermiştir.
Hz. Ömer (r.a.) Sa’d b. Ebû Vakkâs’ın Kapısını Neden Yaktırdı?
Hz. Ömer(r.a.) bir dönem bazı komutanlarında iklim değişikliğinden kaynaklanan hastalık belirtileri görmüş ve “Yerleşik hayata geçme vakti geldi.” diyerek gidilen yerlere yerleşim yeri yapılması için emir vermiştir. Böylelikle İslâm şehirleri kurulmaya başlanmıştır. Hz. Ömer’in(r.a.) şehirleşme faaliyetlerine girişmesinin sebebi bile komutanlarını düşünmesidir. Hz. Ömer(r.a.) bu mesele ile vazifeli olarak Sâ’d b. Ebû Vakkâs(r.a.), Selmân(r.a.) ve Ebû Huzeyfe’yi(r.a.) memur tayin etmiş ve ilk şehir imarları bu şekilde yapılmıştır. Kûfe inşa edilirken kamıştan evler kerpiçten evlere çevrilmiştir. Şehrin içerisine ilk olarak camiler ve kamu binaları yapılmıştır. Lakin şehirleşme gerçekleşirken Hz. Ömer’e(r.a.) bir gün “Medain’den Kisra Köşkü’nün kapısını Sâ’d bin Ebû Vakkas getirdi. Kendisine ufak bir yer yaptı, kapıyı da oraya yerleştirdi.” diye bir haber gelmiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer(r.a.) hemen Muhammed b. Meslemeyi(r.a.) Kûfe’ye elçi olarak göndermiş ve “Ey Muhammed! Oraya gider gitmez önce o kapının önünü odunla doldurup orayı yak. Sonra da gidip benim mektubumu Sad’a ver” demiştir. Muhammed (r.a.) gittiğinde tam halifenin dediği gibi yapmış, önce o kapıyı ateşle tutuşturmuş, daha sonra da Sa’d’a(r.a.) “Ben emre itaatle mükellefim, bu da halifenin sana gönderdiği mektuptur!” demiştir. Sâ’d b. Ebi Vakkâs(r.a.) mektubu açınca şu cümlelerle karşılaşmıştır: “Kisra’nın köşküne benzer bir köşk yaptığını duyuyorum. Kapına da adamlar koyacaksın ve halkla görüşmene perde olacaklar. Efendimiz’in(s.a.v.) yolunu bırakıp Kisra’nın yolunu tutmuşsun öyle mi? Kisra’yı o köşkten mezara indirdiler, unuttun mu? Sana başını sokacağın evin ve Beyt’ül Mal yeter ey Sâ’d.” (İbnü’l-Esîr, Kâmil, II, 529; TDV İslâm Ansiklopedisi, Muhammed B. Mesleme Maddesi)
Hz. Ömer ‘in (r.a.) Basra Fethi Sırasında ‘Sariye El-Cebel, El-Cebel’ Diye Bağırdığı Doğru Mudur?
Basra fethi sırasında bir ara komutan Sariye düşmanlar tarafından bir dağın etrafında sıkıştırılmıştır. Tam o esnada Hz. Ömer(r.a.) Medine’de cuma hutbesi vermektedir. Her yerden sıkışan Sariye artık çok yorulmuştur. Düşmanlar tam arkadan atak yapacakken hutbede bulunan Hz. Ömer’in(r.a.) iklimi değişmiş ve bir anda “Sariye, el- cebel, el- cebel!” diye bağırmaya başlamıştır. Sariye dağın arkasından, binlerce kilometre öteden gelen sesi işitmiş, sırtını kızgın dağa dayayarak düşmanın ablukasını yok etmiş ve cihadı kazanmıştır. Medine’ye geldiğinde onu tebriğe gelenlere ise “Ne diye beni tebrik ediyorsunuz? Ömer(r.a.), ‘Sariye el-cebel, el-cebel!’ diye bağırmasa ben bu savaşı kazanabilir miydim? ” demiştir. (Taberî, IV, 179; İbnü’l-Esîr, II, 381)
Hz. Ömer’in (r.a.) Hanımına Nasihati: ‘Hz. Ali’nin (r.a.) kızı, Hz. Ömer’in (r.a.) Zevcesi Olmak Sana Yetmez Mi Ey Ümmü Gülsüm!’
Basra’nın kuzeyinde Kays b. Seleme’nin itaat altına aldığı bir bölge vardır. Orada dünya tarihinde emsali görülmemiş ender bir mücevher bulunmaktadır. Kays o mücevheri hemen bir elçiye verir ve “Bu mücevheri benden halife Ömer’e(r.a.) hediye olarak götür” der. Ondan sonrasını elçi sahâbi bize şöyle anlatır: “Geldiğimde halife elinde çoban değneği ile fakir halka erzak dağıtıyordu. Beni gördü, vazifemi bildi. ‘Otur hele şöyle kenara!’ dedi. Bana düşen erzakı da verdi. Daha sonra beni aldı, evine götürdü. Hanımı Ümmü Gülsüm’e(r.a.) seslendi: ‘Ümmü Gülsüm, bize yiyecek bir şeyler çıkar!’ Sofrada biraz ekmek ve zeytin vardı. Hz. Ömer(r.a.) hanımına ‘Gel, sen de bizimle otur!’ dedi. Ümmü Gülsüm(r.a.) ‘Ya Ömer(r.a.), sofraya oturmaya layık kıymetli bir elbise üstümde yoktur.” deyince Hz. Ömer(r.a.) ‘Hz. Ali’nin kızı, Hz. Ömer’in zevcesi olmak sana şeref olarak yetmez mi, Ey ümmü Gülsüm?” dedi. Bu konuşmadan sonra Kays’ın ona gönderdiği mücevheri birden çıkardım ama çıkarmamla Hz. Ömer’in(r.a.) kapatması bir oldu. ‘Bu Ömer’in değil, ümmetin malıdır!’ dedi. Mücevherle beni tekrar gönderirken Kays’a da şu haberi gönderdi: ‘Ey Kays bir daha böyle bir şey yaparsanız ikinizin de vay haline!” (Taberî, Târîh, IV, 178-179)
Hz. Ömer’in (r.a.) Korkusu
İfk hâdisesi, Hz. Âişe(r.a.) Validemize münâfıkların başı Abdullah bin Übey İbni Selûl tarafından yapılan iftira hâdisesidir ve bu hadiseden sonra bir sahabinin duâ etmesi sonucunda Münâfikûn Sûresi inmiş, Resûlullah’a(s.a.v.) münafıkların listesi gelmiştir. Efendimiz(s.a.v.) münafıkların listesini yalnızca sır kâtibi Huzeyfetü’l Yemâni(r.a.) ile paylaşmıştır. Listenin sadece onda olduğunu bilen Hz. Ömer(r.a.) ise onun peşini bırakmamış ve “Ya Huzeyfetü’l Yemâni! Allah aşkına söyle ben bu listede var mıyım?” diye sürekli sormuştur. Huzeyfetü’l Yemâni(r.a.) baktı Hz. Ömer(r.a.) peşini bırakmıyor son çare ona listede adının bulunmadığını söylemiş ve “Ya Ömer vallahi yoksun” demiştir de hz. Ömer ancak öyle rahatlamıştır.
Hz. Ömer (r.a.) ve çok sevdiği dostu Ayyaş bin Rebia (r.a.) arasındaki muhabbet
Ayyaş Bin Rebia (r.a.) Hicret Yolculuğundan Neden Geri Dönmüştür?
Ayyaş Bin Rebia (r.a.) Kimdir?
Dostluk Ne Demektir?
Hz. Ayyaş(r.a.) İslâm davetine ilk uyan bahtiyarlardandı. Efendimiz’in(s.a.v.) İlahî dini ilan ettiği ilk günlerde nurdan halkaya katılanlar arasında o da vardı. Müşriklerin işkencelerinden dolayı Habeşistan’a hicret eden ikinci kafilede hanımı Esmâ(r.a.) ile beraber o da bulunuyordu. Tekrar Habeşistan’dan döndüklerinde ise ikinci bir hicret olan Medine’ye yolculuk başlamıştı. (Üsdü’l-Gàbe, 4: 161.)
Efendimiz(s.a.v.) o dönem henüz Mekke’de bulunuyordu ama mü’minlere Medine’ye hicret etmeleri için izin vermişti. Mekke’den ilk ayrılanlardan Hz. Ömer(r.a.), müşriklerin şaşkın bakışları önünde Kâbe’de iki rekât namaz kıldıktan sonra, “Anasını ağlatmak, hanımını dul bırakmak ve çocuklarını yetim koymak isteyen varsa, şu vadinin arkasına gelsin, bana kavuşsun!” diye meydan okuyarak yola çıktı. Hz. Ayyaş bin Ebî Râbiâ(r.a.) ve Hz. Hişam bin Âs(r.a.) da ona arkadaşlık etti. Daha sonra kendilerine katılanlarla birlikte yirmi kişilik bir kafile Medine yolunu tuttu. Hz. Ayyaş(r.a.), Ebû Cehil’in ana bir kardeşi ve Hz. Ömer’in(r.a.) ise hala oğluydu. Ebû Cehil onun Hz. Ömer’le(r.a.) hicret yoluna koyulduğunu öğrenince diğer kardeşi Haris bin Hişam’ı da yanına alarak peşlerine düştü ve onlara Medine’de yetişti. Kurduğu sinsi planla Hz. Ayyaş’ı(r.a.) kandıracak, tekrar getirecek ve işkenceye tabi tutacaktı. Ebû Cehil, hicret eden Müslümanların yanına gelerek Hz. Ayyaş’ı(r.a.) buldu. Onun merhamet hissini tahrik etti ve “Sen gittin diye annem güneşin altında oturmaya yemin etti. Sen gelene kadar eve dönmeyecek, saçına sabun sürmeyecek. Gel, anne katili olma!” dedi. Hz. Ayyaş’ın(r.a.) yumuşadığını hisseden Hz. Ömer(r.a.) müdahale etti. Onu uyarmak istedi ve “Ey Ayyaş! Kanma, vallahi bu bir oyundur. İnanma buna, yalan söylüyor. Sabret, az güneş başına vursun; sen sabret az bitlensin. Anan başını da yıkar, içeri de geçer, bütün dediklerinden de vazgeçer.” dedi. Ama Ayyaş(r.a.) annesini çok seviyordu. Onun için de dayanamadı ve “Ben gideceğim ey Ömer! Annemi görmem, onu bu halden çevirmem lazım!” diyerek Ebû Cehil ile gitmek istedi. (Üsdü’l-ğâbe, IV, 3081) Hâlbuki Ayyaş(r.a.), Allah’ın ve Resûlünün(s.a.v.) emrine uyarak hicret etmişti. Ortada açık olarak görünen Allah rızası vardı. Ana baba hakkı daha sonra gelirdi. Orada mevcut bulunan Müslümanlar da gitmesini istemiyorlardı. Ama o yine de gitmekte ısrar etti ve Hz. Ayyaş(r.a.), yapılan istişareye uymamanın sıkıntısını çekecekti.
Hz. Ömer(r.a.) Mekke’ye geri dönen Ayyaş’a(r.a.) giderken devesini verdi ve “Ey Ayyaş! Al, bu benim devemdir ve çok hızlıdır. Kandırıldığını düşünürsen, bunlar başka plan çevirirse döner gelirsin.” dedi. Ama ne çare! Mekke’ye yaklaştıkları sırada müşrik desisesi işlemeye başladı. Kardeşleri arkalarından gelen Hz. Ayyaş’ın(r.a.) öne sürmesini istediler. Öne geçer geçmez üzerine atıldılar, sımsıkı bağlayarak onu Mekke’ye götürdüler. Mekke’ye varınca Ebû Cehil işkenceye başladı. İlk başta yüz sopa vurdu. Daha sonra da susuz ve ekmeksiz bırakarak atalarının dinine dönmesi için onu hapsetti. Ayyaş’a(r.a.) altı sene boyunca işkenceler yapıldı ve Hz. Ömer(r.a.) bu süre boyunca çok sevdiği dostu için gözyaşı döktü. (İbn İshak, c. 2, s. 119; Ebû’l-Fidâ, c. 3, s. 172; Muhtasar-ı Târîhi Dımeşk, XX, 54-58; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi 2/296-298)
Ebû Cehil, Ayyaş’a(r.a.) yaptığı işkencelerle hicret etme niyetinde olan diğer sahâbelerin gözünü korkutmak istiyordu. Hz. Ayyaş(r.a.) bir hata yapmıştı. Diğer Müslümanlar ona iyi nazarla bakmıyorlardı. Onun dininden döneceğinden endişe ediyorlardı. Fakat sonradan vahyedilen bir âyet-i kerimede, kendi nefislerine zulmedenlerin affolunacağı bildirildi. Hicretin yedinci yılında Müslümanlar kaza umresi için Mekke’ye gitmişlerdi. Hz. Ömer’in(r.a.) aklında ise yine dostu Ayyaş(r.a.) vardı. Hz. Ömer(r.a.), Kabe’yi gören bir yere oturdu ve kendi nefislerine zulmedenlerin affolunacağı o âyeti okudu. “De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Zümer Sûresi – 53. Âyet)
Hz. Ömer(r.a.) bir yandan âyeti okuyor bir yandan da “Ah Ayyaş, bu âyeti duysaydın eminim ki seni hiçbir zincir tutamazdı. Bu âyeti duysaydın koşar gelirdin.” diyordu. O esnada bir müddet düşünen Hz. Ömer(r.a.) âyeti bir şeyin üstüne yazarak Ayyaş’a(r.a.) göndermeye karar verdi. Yaşanan hadiseler ise tam da Hz. Ömer(r.a.)’in düşündüğü gibi cerayan etti ve Ayyaş(r.a.) âyeti okur okumaz hemen koşarak dostunun yanına geldi ve ona sarıldı.
Dostluk bir insanın sadece dünyasını değil ahiretini de düşünmeyi gerektirirdi ve Hz. Ömer(r.a.) gibi bir dost her insana nasip olmazdı.
Hz. Ömer (r.a.) Döneminde Şehirleşme
İlk Hicrî Takvimi Başlatan Kimdir?
Hz. Ömer Cami Yapacağı Yeri Nasıl Belirlemiştir?
Hz. Ömer Toplamda Kaç Cami Yapmıştır?
Camileri Nereye Yapmalıyız?
İslâmiyet topluma medeni, beraber yaşanılan şehirleşme cihetinde bir hayatı öngörür. Bu hayatın yaşandığı yere “Medine” yani şehir denilecektir. Hz. Ömer(r.a.), Resûlullah’tan(s.a.v.) aldığı modeli bu şekilde inşâ eder.
İlk hicrî takvimi başlatan Hz. Ömer(r.a.)’dir. (Taberî, Tarihu’l Umem ve’l Mûlük, II,253. Buhârî, et-Târihu’l-Kebîr,I,10) Posta teşkilatı Hz. Ömer(r.a.) döneminde kurulmuştur. Böylece Hz. Ömer(r.a.) haberleşmeyi sistemli bir hale getirmiştir. Hz. Ömer(r.a.) aynı zamanda “süvari, postacı, elçi, postaya verilen yazılar ve dosyalar, resmî işlerle ilgili posta” gibi çeşitli mânalara gelen Berid evleri de yaptırmıştır ve sahabeler Hâlid b. Velîd’in(r.a.) azledilerek yerine Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın(r.a.) tayin edildiğini berîd vasıtasıyla öğrenmişlerdir. Hulefâ-yi Râşidîn döneminde posta sadece resmî işlere münhasır kalmayarak halkın da faydalandığı bir teşkilât haline getirilmiştir. Ayrıca Hz. Ömer(r.a.) görevlilerin konaklamaları için Kûfe dolaylarında posta evleri de inşa ettirmiştir.
Hz. Ömer(r.a.) kendi devrinde bir kurban kestirmiştir. Daha sonra da kurban etini altı parçaya bölerek şehrin altı farklı bölgesine o parçaları göndermiş ve et en son nerede koktuysa en temiz hava orada olduğundan hastaneyi oraya kurdurmuştur. Kendisi Efendimiz’i(s.a.v.) rol model alarak çok fazla şehir kurmuştur ve Kûfe, Basra, Kahire bu şehirlerden sadece birkaçıdır.
Hz. Ömer(r.a.) camii yapacağı yeri ise şöyle tayin etmiştir. Altı okçuyu şehrin etrafına dizmiş, altısına da ok arttırıp okların birleştiği yere cami yaptırmıştır. Yani o dönemde camiler şehrin merkezine yapılmıştır. Hz. Ömer(r.a.) toplamda yüz yirmi bin cami yaptırmıştır ve aslında bu yüz yirmi bin şehir demektir. Yani Hz. Ömer(r.a.) neredeyse dünyanın beşte birine ulaşmıştır.
“Cami” cem, cemaat; birçok şeyi içine alan, barındıran demektir. Ecdadımız camileri bizim gibi sadece mescid manasında kullanmamış, her iş için kullanmıştır. Zîra Osmanlı zamanında toplantılar camilerde yapılır, misafirler camilerde ağırlanır, mahkemeler bile camilerde kurulurmuş.
Yine Hz. Ömer(r.a.) hilafet döneminde caminin yanına emir evi yaptı, onun yanına da çarşı, pazar, ambarlar, beyt’ül mal binaları, hayvanlar için ahır, atlar için hara yaptırdı. Normalde Resûlullah(s.a.v.) Hicaz bölgesinde atları beslemek çok zor ve masraflı bir iş olduğu için atlardan vergi almazdı ama Hz. Ömer(r.a.) halife olduğu dönemde Irak’ta bin atı olan adamları duyunca hemen onlardan zekât almaya başladı. Çünkü bir insanın bin atı varsa ondan bir gelir elde ediyordur ve bu durum zekâtı gerektirir.
Hz. Ömer(r.a.) bazı şehirlere Fırat’tan ve Dicle’den kanallar açtı ama kendisi nehir, ırmak, deniz vs. bunlardan biraz çekiniyordu. Çünkü sahâbelerin boğulduğu birkaç hadise vardı ve bunun hesabını Allah’a(c.c.) nasıl vereceğini düşündüğünden bu konuda geri durmuştu.
İslam’a Açıktan Davet Ne Zaman Başladı?
Ey Ömer! Senin Yürüdüğün Yolda Şeytan Yürüyemez
Nübüvvetin ilk altı yılı davetler özel olarak yapılmış, kişiler imana seçilerek davet edilmişti. Ama Hz. Ömer’in(r.a.) iman etmesi ile Efendimiz(s.a.v.) ona ilan yapma izni verdi ve böylece onun imanından sonra açıktan davet başladı. Hz. Ömer(r.a.) ilan yapma iznini alır almaz Ümeyye b. Halef, Ebû Cehil, Velid b. Muğire gibi birçoklarının kapısını çaldı. Kapıyı açıp “Buyur Ömer, ne var?” dediklerinde, yüzlerine karşı kelime-i şehadet getirdi. Hatta kendisi Ebû Cehil’in kapısını çalıp, “Sana; Allah ve O’nun Elçisi Muhammed’e(s.a.v.) iman ettiğimi, O’nun(s.a.v.) getirdiğini tasdik ettiğimi haber vermeye geldim.” deyince, Ebû Cehil de “Allah seni ve getirdiğin haberi kahretsin” dedi ve kapıyı yüzüne kapattı. (İbn Hişâm, es-Sîre, I, 439.)
Hz. Ömer’in(r.a.) ev ev gezdiğini gören bir sahâbi yanına gitti ve “Ya Ömer! Ben anladım ki sen bu haberi herkese duyurmak istiyorsun. Madem öyle Cemîl b. Ma’mer’e söyle. O ayaklı gazete gibidir. Ona söylediğini tüm Mekke anında duyar” dedi. Bu fikir Hz. Ömer’e(r.a.) de hoş geldi ve gidip Cemîl’i buldu. “Ya Cemîl, ben iman ettim ama kimseye söyleme!” dedi. Bunun üzerine saatler içerisinde Hz. Ömer’in(r.a.) iman ettiğini bütün Mekke duymuş oldu.
Hz. Ömer(r.a.), Kureyşlilerin toplandıkları yere gittiğinde Cemîl b. Ma’mer’in haberi duyurması üzerine Mekkeliler önce herhangi bir tepki göstermemişlerdi. Ama bu tepkisizlik Hz. Ömer’in(r.a.) Kâbe’ye gidip Müslüman olduğunu ilan ettiği anda yerini şiddete bırakmıştı. Mekkeliler orada Hz. Ömer’i(r.a.) şiddetli bir şekilde, uzun süre dövmüşlerdi. (Zühri, Meğâzi, 48.) Olayı gören Âs b. Vail onlara müdahale ederek Hz. Ömer’i(r.a.) kurtarmıştı. (İbn İshâk, es-Sîre, 164.)
Hz. Ömer(r.a.), Mekke’nin on üçüncü yılı hicret hadisesinde de aynı Ömer’di(r.a.) ve herkes gizliden hicret ederken o açıktan hicret etmişti. Yanına en zayıf Müslümanları da alarak müşriklere “Ben şimdi şu yollardan Medine’ye gidiyorum. Çocuğunu babasız, hanımını kocasız, anasını çocuksuz bırakmak isteyen varsa peşime düşsün!” demişti. Gideceği yeri satır satır anlatarak adeta hepsine meydan okumuştu. Çünkü o Ömer(r.a.)’di!
Efendimiz(s.a.v.) bir hadisi şerifinde onun için “Ey Ömer, senin yürüdüğün yolda şeytan yürümez!” buyurmuş, bu yüzden de birçok sahâbi “Ömerle olduğumuz her gün Ramazan gibiydi.” demişti. (İbn Asakir, Tarihu Medineti Dimaşk, XLIV, 90.) Çünkü Ramazan ayında şeytanlar bağlandığı gibi, Hz. Ömer’in(r.a.) yürüdüğü sokaklarda da şeytanlar adım atamaz, bağlı halde kalırlardı.
İlk Divan Teşkilatını Kim Kurmuştur?
Atiyye Ne Demektir?
Hz. Ömer(r.a.) hilafet döneminde bir divan teşkilatı kurmuş ve bu uygulamayı da ilk kez yine o yapmıştır. Ashâbı beş zümreye ayırmış ve onlara yılda bir kez farklı miktarlarda verilen para anlamına gelen “atiyye” vermiştir. İlk zümreye Peygamber(s.a.v.) hanımlarını koymuş ve onlara yılda on bin dirhem vermiştir. İkinci zümreye Bedir Ashâbı’nı alıp onlara da yılda beş bin dirhem vermiştir. Hz. Ömer(r.a.) “Fey” gelirlerini yıllık “atiyye” ve aylık “erzak-ı müslimin” adıyla dağıtmış, bu dağıtımı yapması için bir divan teşkilatı oluşturmuştur. Hz. Ömer’in(r.a.) birikmiş malı Müslümanlara dağıtması muazzam bir anlayıştır ve bizim bugün bu anlayışı örnek almamız gerekir. Tabi ki Hz. Ömer’in(r.a.) mal dağıtmadığı istisna kesimler de vardır. Örneğin; bedevî yani ümmetle bütünleşmeyen Müslümanlar ya da cihada gelmeyenler, zor duruma düşmeleri müstesna bu gelirlerden hak alamamışlardır. Hz. Ömer(r.a.) bu Fey gelirlerinden annelere de çocuklarının sütten kesilmesi karşılığında vermiştir. Ama burada bir sorun meydana gelmiştir. Sütten kesilen çocuğa halife para veriyor, diye anneler çocuklarını erkenden sütten kesmeye başlamışlardır.
Hz. Ömer’in(r.a.) yardımcısı, yol arkadaşı ve eski bir azadlı köle olan Hz. Eslem(r.a.) anlatıyor:
‘’Bir gece Hz. Ömer’le(r.a.) beraber Medine sokaklarında dolaşıyorduk. Bir ara bir evden çocuk ağlaması duyduk. Oradan döndüğümüzde, aynı ağlama sesi devam ediyordu. Ömer kapıya yanaştı ve elindeki bastonla kapıyı çalıp dışardan seslendi:
‘Ey kadın! Çocuğun ağlaya ağlaya helak olacak. Sustur şu çocuğu. Varsa halledemediğin bir derdin söyle!’
Kadın içeriden, konuşanın kim olduğunu bilmeden cılız bir sesle şöyle cevap verdi: ‘Ben de farkındayım ama ne yapayım? Halife Ömer ancak sütten kesilen çocuklara maaş bağlatıyor. Ben de o yüzden mecburen onu sütten kestim.’
Kadının bu sözünü duyan Hz. Ömer’in(r.a.) eli ayağına dolaştı ve düşünceli bir şekilde başını önüne eğerek hızla oradan uzaklaştı. Uzaklaşırken de dışardan seslendi: ‘Kadın sen bu çocuğu ağlatma. Yarın halife bu hatasını mutlaka düzeltecektir. Hadi, çocuğuna süt ver. Şu masumu daha fazla ağlatma!’’
Hz. Ömer(r.a.) yaşadığı bu hadiseden sonra kararını değiştirdi ve artık çocuklar doğar doğmaz “atiyye” adlı divan defterine yazıldılar. (İbn Kesir, El-Bidaye, VII, 140)
Kudüs Ne Zaman Fethedilmiştir?
Hristiyanlar Kudüs’ün Anahtarını Neden Hz. Ömer’e Teslim Etmek İstemişlerdir?
Hicrî on altıncı yılda Kudüs fethedilmiştir. O zamana kadar o bölgeye “Eyle Bölgesi” de denilmiştir. Hristiyanlar komutan Ebû Ubeyde Bin Cerrâh’a(r.a.) “Biz Kudüs’ü savaşmadan size vereceğiz ama bir şartımız var: Şehri gelip Ömer teslim alacak!” demiştir. (Zehebi, el-Hulafâu’r-Râşidûn, s. 66, 99; Mâverdi, s. 96-97; İbnu’l- Esir, II 422, 502; Belazuri, II, 348; Sarıcık, Ehli Beyt, s. 160- 162.) Çünkü Ömer’in(r.a.) nâmı her yere yayılmıştır. Ömer(r.a.) varsa adalet vardır. Onun içinde Hristiyanlar, Halife Ömer(r.a.) gelirse zulmetmez, diyerek onu istemişlerdir.
Bunun üzerine Hz. Ömer(r.a.) Kudüs’e gidip gitmemesi noktasında istişare heyetini toplamıştır. Heyette bulunanların hepsi gitmemesi yönünde fikir beyan ederken Hz. Ali(r.a.) gitmesini söylemiştir. Hz. Ömer(r.a.) daha önce İran’a gidip gitmeme noktasında istişare ettiğinde de herkes “Git!” demesine rağmen Hz. Ali(r.a.) gitmemesini söylemiştir. Hz. Ömer(r.a.) orada Hz. Ali’yi(r.a.) dinlediği gibi Kudüs meselesinde de onu dinlemiştir. Burada çok ince bir mesaj vardır. Hz. Ömer(r.a.) ile Hz. Ali’nin(r.a.) muazzam bir anlaşması, koordinasyonu vardır. İkisi de İslâm’ın yiğit, cengâver sahâbisidir. Onların birlikteliği başka bâtıl düşüncelerle asla parçalanamaz.
Hz. Ömer(r.a.) gitme kararını alınca bineğini ve hizmetlisini yanına alarak yola koyulur. Yol boyu bineğe bir Hz. Ömer(r.a.) biner, bir hizmetlisi biner ve yolculuk bu şekilde devam eder. Kaderin tatlı cilvesidir ki tam Kudüs’ün kapılarına yaklaşıldığında bineğin üstünde olma sırası hizmetlidedir. Hz. Ömer(r.a.) devenin üstündeki hizmetlisini çekerek Kudüs’e girer ve her gören “Vallahi müjdelenen insan budur. Kudüs’ü vereceğimiz Emîrü’l Mü’minîn Ömer(r.a.)’dir.” der.
O gün bir papaz anahtarı teslim ederken ağlar. Ona “Sana emniyette, güvende olacaksınız, size ilişmeyeceğiz dememize rağmen niye ağlıyorsun?” diye sorulduğunda “Vallahi sizde bu ahlak, bu dayanışma oldukça Kudüs bize geri gelmeyecektir. Ben ona ağlıyorum” der.
Hz. Ömer(r.a.) Kudüs’e gelir gelmez onu komutanları karşılar. Ama komutanları ipekten elbise giymiştir ve Halife Ömer(r.a.) bunu görünce çok sinirlenir: “İki yılda dünya tamahkarı mı oldunuz, beni bu parlak elbiselerle mi karşılayacaktınız?” diyerek söylenir. Komutanları bir ara fırsat bulup: “Ey Ömer! İnan taşıdığımız silahlar anca bu kıyafetlere sığar. O yüzden bu kıyafetleri giyiyoruz. Yoksa her şey Allah’a(c.c.) ayandır, Allah şahidimizdir.” deyince Hz. Ömer(r.a.) susar.
Hz. Ömer(r.a.) Kudüs’ü gezmeye başlar ve gezdikten sonra bir genelge yayınlayarak şöyle der: ‘’Hristiyanların kilisesine, mallarına, evlerine, simgelerine dokunulmayacak. Burada kalanlar cizye vergisi ödeyecek, başka yere gitmek isteyenin gideceği yere kadar güvencesi bize aittir. Hırsızlar ve Yahûdiler şehri terk edecek.”
Hz. Ömer(r.a.) tüm bunları bir “emanname” yani barış antlaşması şeklinde yayınlar ve o antlaşmaya ait birkaç madde şöyledir:
– Kimse dini inancından dolayı horlanmayacak, zorlanmayacak.
– Bu yurtlar Yahûdilere iskân verilmeyecek. Yahûdiler burada mesken tutamayacak.
– Kendimize layık gördüğümüz her şeyi size de layık göreceğiz.
– Siz bize emanetsiniz. Yine de buradan gitmek isteyen olursa yol güvenliğiniz bize aittir.
(Hamidullah, Vesaik, s. 489; Hitti, I, 233; Heyet, Doğuştan Günümüze, I, 93.)
Hz. Ömer (r.a.) Ve Cübbe Hadisesi
Hz. Ömer(r.a.) bir savaş sonrası ganimetleri taksim etmiş ve herkese bir parça kumaş düşmüştü. Fakat bu kumaş tek başına bir işe yaramıyordu. Bunun üzerine oğlu Abdullah(r.a.), babasına: “Bu kumaş tek başına ne benim ne de senin işine yaramıyor. Ben hakkımı sana vereyim de kendine güzel bir elbise yaptır.” dedi.
Hz. Ömer(r.a.) de oğlunun hediyesini kabul ederek bir elbise yaptırdı. Hz. Ömer(r.a.) birkaç gün sonra, üzerindeki yeni elbise ile konuşma yapmak için minbere çıktı. Minberde: “Ey mü’minler! Beni dinleyin ve bana uyun.” dedi. Bunun üzerine arka saflardan biri itiraz etti ve: “Ey Ömer! Biz Allah’a (c.c.) itaat ederiz ama Ömer’in sözünü dinlemeyiz!” dedi. Hz. Ömer(r.a.) ona bunun nedenini sorunca adam sebebi şöyle izah etti: “Sen hepimize ganimet taksiminde bulundun. Bizlerden hiçbirine elbise diktirecek kadar bir kumaş düşmedi, herkese yarım cübbe çıktı. Ama ben görüyorum ki senin üzerinde tam cübbe var. Sendeki bu tam cübbe nereden geliyor? Ben böyle bir insanın sözünü dinlemem.” dedi. Hz. Ömer(r.a.), cemaat arasında bulunan oğlu Abdullah’a(r.a.) işaret etti. Hz. Abdullah(r.a.) kalkıp “Vallahi yarım cübbe bana, yarım cübbe babam Ömer’e gelince ben ‘Babacığım bunu birleştirelim de bari sen tam bir cübbe giy!’ dedim. Babamın ondan sonra tam bir cübbesi oldu.” diye durumu izah etti. Bu izahtan sonra itiraz eden sahâbi tekrar ayağa kalktı ve “Şimdi konuş, ey Mü’minlerin Emiri! Şimdi dinliyor ve sana itaat ediyorum.” dedi. (Müslim b. Kuteybe ed-Dineveri, Uyunu’l-ahbar, 1/118; Ebû’l-ferec İbnü’l-cevzi, Sıfetü’s-saffe, 1/203-204) Başta Ömer(r.a.) diye hitap eden sahâbi, olayı anlayınca “Ey Emirel Mü’minin!”diye hitap etmişti.
Hz. Ömer’in (r.a.) Allah’ın Görüşüne İsabet Ettiği Doğru Mudur?
Hz. Ömer’in Yaşadığı Bazı Hadiseler Üzerine Allah’ın Ayet İndirdiği Doğru Mudur?
Hz. Ömer’in Muvaffakat Ettiği Hadiseler Hangileridir?
Hanımlara Tesettür Ayeti Ne Zaman İnmiştir?
Muvafakat “uygunluk” demektir ve Hz. Ömer’in(r.a.) yaşadığı bazı hadiseler üzerine âyetler inince Hz. Ömer(r.a.) bu durumu “Üç noktada Rabbim’in(c.c.) görüşüne uydum!” şeklinde aktarmıştır. Kendisi İslâmın edebini öyle güzel almış ki “Ömer söyledi, Allah(c.c.) âyet indirdi!” bile dememiştir. “Ömer, Rabb’inin(c.c.) görüşüne isabet etti.” diye düşünmüştür.
Hz. Ömer(r.a.) için oğlu Abdullah(r.a.): “Ömer’in(r.a.) bir şey için: ‘Zannederim bu şöyle olmalıdır.’ deyip de onun zannettiği şekilde hasıl olmadığı vaki değildir.” demiştir. (Buhârî, Menakıb 35) Yine Hz. Abdullah(r.a.) bizlere, ortaya çıkan bir meselede herkes görüş beyan ederken, babası başka bir görüş beyan edecek olsa meseleyle alâkalı olarak gelen âyetin her seferinde Hz. Ömer’i(r.a.) te’yid ettiğini bildirmiştir. (İbnu Hacer, Fethu’l-Bari, Kahire, 1959, 2, 51)
Hz. Ömer’in(r.a.) Rabb’inin görüşüne isabet ettiği hadiselerden birisi şöyledir: Efendimiz(s.a.v.), Hz. Ömer(r.a.) ile bir gün Makam-ı İbrahim’in bulunduğu yere gitmiştir. Bu makam, Hz. İbrahim’in(r.a.) Kâbe’yi inşa ederken üzerine çıkıp duvar ördüğü ve insanları haccetmeye çağırdığı önemli bir yerdir. Hz. Ömer(r.a.), geçmişte mühim olaylara sahiplik etmiş bu makamın, insanların mağfiret dileyebilecekleri bir ibadet mahalli olmasını arzu etmiş ve Efendimiz’e(s.a.v.) “Burayı namazgâh edinemez miyiz?” diye sormuştur. Efendimiz(s.a.v.) ise kendisine Allah’tan (c.c.) böyle bir emir almadığını beyan etmiştir.
Bu olay üzerine Bakara Sûresinin 125. Âyet-i kerimesi nazil olmuştur.
“Biz, Beyt’i (Kâbe’yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail’e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim’i temiz tutun, diye emretmiştik.”
Böylece Hz. Ömer’in(r.a.) bu arzusu ilahi vahiy ile desteklenmiştir.
Hz. Ömer’in(r.a.) muvâffakat ettiği diğer bir olay, ezvâc-ı tâhirâtın Rasûlullah’a(s.a.v.) olan kıskançlıkları hakkında meydana gelmiştir.
Efendimiz(s.a.v.) her gün ikindi namazı sonrası eşlerinin odalarını dolaşır, her birine eşit zaman ayırmaya özen gösterirdi. Âdeti olduğu üzere eşlerinin odalarını gezdiği bir günde Efendimiz(s.a.v.), Zeynep b. Cahş’ın(r.a.) kendisine bal şerbeti ikram etmesi sebebiyle onun yanında daha fazla kaldı. Bu durumu kıskanan Hz. Aişe(r.a.) ve Hz. Hafsa(r.a.) aralarında anlaşıp Peygamber(s.a.v.) yanlarına geldiğinde ağzından meğafir (ağaçtan akan şıra) kokusu geldiğini söylemeye karar verdiler.
Ağız temizliğine ve güzel koku sürünmeye önem veren Efendimiz(s.a.v.) eşlerinin, ağzından meğafir kokusu geliyor, demelerinden dolayı üzüntü duydu ve bir daha bal şerbeti içmemeye yemin etti.
Bunun üzerine Efendimiz’e(s.a.v.) Tahrîm Sûresi’nin ilk âyeti nazil oldu ve Efendimiz(s.a.v.) eşlerinin rızasını gözetmek maksadıyla Allah’ın(c.c.) helal kıldığı şeyi kendisine haram kılmaması hususunda uyarıldı. Rasûlullah’ın(s.a.v.) hanımları sebebiyle sıkıntıya düştüğünü öğrenen Hz. Ömer(r.a.) ise, Efendimiz’in(s.a.v.) hanımlarına teker teker gidip nasihatte bulundu ve onları “Rasûlullah(s.a.v.) şâyet sizi boşayacak olursa Allah O’na(s.a.v.) sizden hayırlısını verir.” diyerek ikaz etti. Bu ikazların en şiddetlisini de kızı Hafsa’ya(r.a.) yaptı.
Hz. Ömer’in(r.a.) bu ikazının üzerine “Eğer o sizi boşarsa, Rabbi ona, sizden daha hayırlı, müslüman, inanan, sebatla itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir.” âyeti nazil oldu. (Tahrîm Sûresi 5. Âyet)
Bu âyetin Hz. Ömer’in(r.a.) sözleri ile birebir uyumlu gelmesi onun vahiy gelmeden önce murad-ı ilahiyi anlama hususunda ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir.
Hz. Ömer’in(r.a.) muvafakat olarak zikrettiği son husus ise hicab(örtü) hakkında gelmiştir. Bir gün Hz. Ömer(r.a.), Efendimiz’e(s.a.v.): “Ey Allah’ın Rasûlü(s.a.v.), iyi-kötü birçok insan seni ziyaret ediyor. Hanımlarına örtünmelerini emretsen.” demiştir. Başka bir hadise göre de Hz. Ömer(r.a.) mü’minlerin annelerine “Eğer sizinle ilgili söylediklerim kabul edilirse gözlerim sizi bir daha görmeyecek!” buyurmuştur. Bunun üzerine hicâb âyeti inmiş ve Hz. Ömer’in(r.a.) basireti bir kez daha gözler önüne serilmiştir.
“Ey iman edenler! Size izin verilmedikçe Peygamberin evlerine girip de yemeğin hazırlanmasını beklemeyin; fakat yemeye çağırıldığınızda girin, yemeğinizi yiyince de hemen dağılın, söze dalıp oturmayın. Bu davranışınız Peygamberi rahatsız ediyor, size söylemeye çekiniyor, oysa Allah hak olanı açıklamaktan çekinmez. Peygamber hanımlarından bir şey istediğinizde, onlar perde arkasında iken isteyin; bu sizin kalplerinizin de onların kalplerinin de temiz kalması için en uygunudur. Resûlullah’ı üzmeye hakkınız yoktur, kendisinden sonra ebedî olarak eşleriyle de evlenemezsiniz, sizin bunu yapmanız Allah katında büyük bir günahtır.” (Ahzâb Sûresi 53. Âyet)
Hz. Ömer (r.a.) Neden Komutan Halid bin Velid’i (r.a.) Görevden Azletti?
Korkmayın! Ömer Baştayken Fitne Çıkmaz
Yermük Savaşı zamanı Halife Hz. Ebû Bekir(r.a.) vefat eder ve yerine Hz. Ömer(r.a.) halife olarak geçer. Hz. Ömer(r.a.) hilafete gelir gelmez Halid b. Velid’e(r.a.) bir mektup gönderir. Yermük’te saf tutmuş iki ordu savaşın başlamasını beklerken komutan Hâlid’e(r.a.) Halife Ömer’den(r.a.) ulaşan mektupta “Hz. Ebû Bekir vefat etti ve beni de bu zor görev ile vazifelendirdi. Artık ben İslâm’ın ikinci halifesiyim. Ey Hâlid! Mektubum sana ulaşınca ordu komutanlığını Ebû Ubeyde b. Cerrâh’a devret, sen de onun emrinde sıradan bir asker ol.” (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 357.) yazar. Böylece Hz. Ömer(r.a.) gönderdiği mektup ile Hâlid b. Velîd’i(r.a.) başkomutanlıktan azleder. (İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 30, 31.) Hâlid b. Velîd(r.a.), savaş öncesinde kendine gelen mektubu gizler, Yermük savaşını müthiş bir taktik ile kazanır. Savaşın bitiminde Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın(r.a.) yanına gider, ona mektubu uzatır ve özür diler. Ebû Ubeyde(r.a.) mektubu okuyunca, Hâlid’e(r.a.) döner ve “Ey Hâlid! Özrün ne gereği var. Vallahi! Sen olması gerekeni yapmışsın.” der. Neticede yenilmez komutan Hâlid b. Velid(r.a.), büyük komutan Ebû Ubeyde’nin(r.a.) emri altında sıradan bir asker olarak bir süre devam eder. O esnada birisi imalı şekilde “Ey Halid! Ömer seni neden azletti?” diye sorunca Halid (r.a.) onu anında susturur ve “Korkmayın! Ömer baştayken fitne çıkmaz.” der.
Peki, Hz. Ömer(r.a.) neden böyle bir şey yapar? Çünkü fetihler gerçekleştikçe halktan “Halid varsa zafer vardır!” cümlelerini duymaya başlar. İnsanların itikadının “Allah(c.c.) varsa zafer vardır.” olması gerektiği halde zaferler Halid bin Velid’den(r.a.) bilinince Hz. Ömer(r.a.) “Bu Halid’e de toplumun inanışına da zarardır!” diyerek bir haber gönderip onu komutanlıktan azlettirir.
Gözyaşlarınızı Tutamayacağınız Bir Hayat Hikayesi – Hz. Ömer (ra)