HZ. ÖMER DÖNEMİNDE İSLAM TOPRAKLARI NE KADAR GENİŞLEMİŞTİR?
Efendimiz’in(s.a.v.) sağlığında Arap yarımadası İslâmın hakimiyetine boyun eğdirilmiş ve insanlar bölük bölük eski dinlerinden dönerek Müslümanlarla bütünleşmişlerdi.
Bunun peşinden Efendimiz(s.a.v.), İslâm tebliğinin insanlara ulaştırılmasının önünde bir set teşkil eden, müşrik zalim güçlerden biri olan Bizans imparatorluğuna karşı askerî seferleri başlatmıştı. Hz. Ebû Bekir(r.a.) ise Efendimiz’in(s.a.v.) vefatından hemen sonra ortaya çıkan Ridde hareketlerini bastırmış, daha sonra Bizans hakimiyetindeki topraklara askerî akınlar başlatmış, öte taraftan çağın despot devletlerinden ikincisi olan İran imparatorluğuna karşı da askerî faaliyetlere girişmişti. Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) vefatından sonra halifeliğe geçen Hz. Ömer’in(r.a.) üzerine düşen ise bu siyaseti devam ettirmekten ibaretti.
Hicrî on üçüncü yılda Sassaniler yani İran-Perslerle Köprü Savaşı yapılır ve savaş Suriye, Irak’a kadar devam eder. O zaman Sassaniler’in başında “Şehriyar” vardır. Hz. Ömer’in(r.a.) görevlendirdiği komutan ise Müsennâ Bin Hârise(r.a.)’dir. Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) son dönemlerinde Şırnak’ta “Zahoya” denilen bölgeye kadar yayılan geniş bir alanda cihad olur. O bölgenin ilk savaşlarından olan o savaşlara “Babilyon Savaşları” denilmiştir. İşte Sasaniler bu savaşta tutunamaz ve Şehriyar’dan sonra başa bir kraliçe geçer ve ordunun başına da Rüstem’i getirir. Rüstem, Kûfe yakınlarında büyük bir karargâh kurar. İslâm orduları o karargâha ulaşmak için Fırat Nehrini geçer. O birliği dağıtır ama burada ufak bir oyun vardır: Sudan geçme oyunu! Müslümanlar Fırat nehrinden geçtiğinden dolayı orduda kayıp biraz fazla olur. Köprü Savaşları’nda İslâm ordusu yaklaşık dört bin şehid vermiştir. Sonra Hz. Ömer(r.a.) ek ordu göndermiş ve diğer çarpışmada İranlılar Fırat Nehrini geçmek durumunda kaldıklarından yerle bir olmuşlardır. (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 432-433; Muhammed Ferec, el-Müs̱ennâ b. Ḥâris̱e eş-Şeybânî: Fâris̱ü Benî Şeybân, Kahire, ts. (el-Müessesetü’l-Mısriyyetü’l-âmme).
Hicrî on dördüncü yılda Kadisiye Savaşları yaşanmıştır. İranlılar komutan ve idare arasındaki anlaşmazlıktan bıkmışlar ve “Sizdeki bu idare ve komutan ihtilafından Müslümanlar faydalanıyor.” diyerek Rüstem ile Firuz’u bir araya getirerek sadâkat yemini ettirmişlerdir. Bunun üzerine onlar da anlaşmak için bir şart sunmuşlar ve “Yönetime yine kraliyet yani ‘Şehriyar’ soyundan birisi gelecek.” deyip Şehriyar’ın oğlu Yezdicerdi tahta çıkarmışlardır. Müsennâ b. Hârise(r.a.), Kûfe’ye yakın bir yerde onlarla çarpışmıştır. Hz. Ömer(r.a.) yeni bir ordu oluşturmuş ve o orduya komutan olarak da Sâ’d b. Ebû Vakkâs’ı(r.a.) göndermiştir. Komutan, Hz. Ömer’e(r.a.) rapor sunduktan sonra Halife Ömer(r.a.) Kadisiye’de karar kılınmasını iki mesajla bildirmiştir ve o iki mektuplaşma sonucunda savaş kazanılmıştır.
Hz. Ömer(r.a.) onlara elçi gönderip önce onları İslâm’a davet etmiştir. “Yoksa ya cizye ödersiniz ya da savaş çıkar.” demiştir. Ama onlar bu daveti kabul etmemişler ve savaş yapılmıştır. Karşı taraf ordunun ön kısmına yine filleri dizse de her zorluğa rağmen Müslümanlar onları geçmişler ve neticede bizden sekiz bin şehit, onlardan da kırk bin ölü ile zafer elde edilmiştir. “Biz insanları kula kul olmaktan kurtarıp Allah’a(c.c.) kul etmek için geldik.” cümlesi Kâdisiye’nin armağanıdır. (TDV İslam Ansiklopedisi, Kadisiye Savaşı md.)
Başka bir zaman Müslümanlar “Medain” denilen bölgeye yürümüşlerdir. Bu bölge Bağdat’a yakın bir yerde bulunmaktadır. Müslümanlar oraya girdikleri anda Sasaniler korkup orayı boşaltmak zorunda kalmışlar ve ordu komutanı Sâ’d. b. Ebi Vakkâs(r.a.), Duhân Sûresi 25 ve 28. Ayetleri yüksek sesle okuyarak fetih namazı kılmıştır. Kendisi orada bulunan Beyaz Saray’ı camiye çevirmiş ve sonrasında da Irak valisi olmuştur. Savaş sonrası ganimetlerin beşte biri Beytül Mal’e verildikten sonra kalan ganimetler askerlere dağıtılmış ve her askere ganimet olarak dokuz bin altın dinar düşmüştür.
Hicrî on altı yılında Sasaniler yeni bir komutanla sahneye çıkmış ve “Genuh” yani şimdiki “Dağıstan” denilen bölgeye kadar savaş devam etmiştir. Sâ’d b. Ebi Vakkâs(r.a.) Hz. Ömer’e(r.a.) durumu anlatmış ve Hz. Ömer(r.a.) o bölgeye takviye destek on iki bin savaşçı daha göndererek kuşatma kahramanı Ka’kâ b. Amr’ın(r.a.) vurkaç taktikleriyle savaş kazanılmıştır. Hz. Ömer(r.a.) savaşı kazandıktan sonra anında valilerine “Ziraat ile uğraşan yerlilerin hakkını gözetin!” diye emir göndermiştir.
Yine Hicrî on altı yılında “Cezire” denilen bölge fethedilmiştir. Harran’dan Nusaybin’e kadar olan bölgeler İslâm ile şereflenmiş, daha sonra o bölgeler barışı kabul ederek cizye ödemişlerdir.
Hicrî on yedinci yılda Ahfaz’ın fethi gerçekleşir. Ahfaz şimdiki petrol merkezlerinden bir tanesidir ve günümüzde orada günlük altı yüz bin varil petrol çıkarılmaktadır. Bölge fethedildikten sonra Halife Ömer(r.a.) o bölgenin halkından on kişiyi hemen yanına çağırır ve onlara “Komutanlarım yerli halka adil davranıyor mu?” diye sorar. Her birisi “Biz memnunuz Ömer” deyince Hz. Ömer(r.a.) secdeye varır ve “Allah’ım savaşlardan dolayı ümmetin azabını hafif tut.” diye dua eder. Çünkü o, Rabb’inden hep korkmuştur. Her daim İslâm için uğraşmış ama bunu yaparken bile kibre hiç bulaşmamıştır. Hep Rabbi’ne karşı hesap vereceği endişesini taşımıştır. Çünkü o bilir ki “Akıbetinden endişe etmeyenin, akıbetinden endişe edilir.” (İhsan Süreyya Sırma, İslâmi Tebliğin Örnek Halifeler Dönemi, s. 101-135.)
Hicrî on sekizinci yılda Bahreyn’den İran’a cephe açıldı. Utbe(r.a.) bu cephede vefat edince Hz. Ömer(r.a.) oraya Muğire b. Şu’be’yi(r.a.) yeni komutan olarak atadı ve sonraki süreçte Ram, Hürmüz, Tuster şehirleri fethedildi. Yezdicerd bölge halkını Müslümanlara karşı kışkırtmaya çalışsa da netice alamadı. Kûfe’den yola çıkan Nu’mân b. Mukarrin(r.a.) onların her birisini bastırıp mağlup etti. En son sıkışan Hürmüzan “Beni Ömer’le görüştürürseniz ben teslim olurum!” dedi ve onu alıp Medine’ye götürdüler. Hürmüzan’ın gözü Medine’de köşkler, saraylar, korumalar aradı ama aradıklarının hiçbiri yoktu. Aksine o, dünyanın beşte birine hükmeden halifeyi mescidin köşesinde, elinde bir kamçıyla yerde hasırın üstünde uyurken görüyordu. Hürmüzan bu duruma hayret etti ve buna anlam veremedi. Halife Ömer(r.a.) ise onu görünce kalktı ve “Gördün mü zulmün sonu neymiş? Allah’ın(c.c.) yardımı Müslümanlar ve cemaatleymiş” dedi. Ama Hürmüzan’ın aklı hâlâ oradaki manzaradaydı. Hürmüzan durum karşısında yere kapandı ve gözü yaşlı bir şekilde şehadet cümlelerini getirdi. Hz. Ömer(r.a.) ise ona Medine’de bir mesken verdi. Hürmüzan ile gelen bir de heyet vardı. Hz. Ömer(r.a.) o heyeti de bizzat evine aldı ve “Komutanlarım size zulmediyor mu?” diye sordu. Onlar “Hayır Ömer, hayır! Komutanların da aynı senin gibi adaletli.” deyince Hz. Ömer(r.a.) çok sevindi. (Taberî, Tarih IV, 72; Belâzürî, Fütûh s. 550-553, 668-669)
Hicrî yirmi birinci yılda İran’da, Nihâved Savaşı meydana gelmiştir. Bu savaşta düşmanlar kaleye sığınmış ama Ka’kâ b. Amr(r.a.) vurkaç taktiğiyle onları siperlerinden çıkarmıştır. Bu savaşta komutan Nu’mân(r.a.) şehit olmuş, Hz. Ömer(r.a.) onun yerine Huzeyfe-tül Yemani’yi(r.a.) komutan olarak atamış ve zafer tamamlanmıştır. Nihâved Savaşı çok çetin geçtiğinden bu savaşa “fetihlerin fethi” denilmiştir. (Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), IV, 114-136; Belâzürî, Fütûh s. 433-439; İbn Kesîr, el-Bidâye, VI, 105-112.)
Hicrî yirmi üçüncü yılda Isfahan tam fethedilecekken Sasani valisi, Abdullah b. Utbe’ye(r.a.) “Gel Abdullah! Ferden ferde, teke tek savaşalım. Kim kazanırsa zafer onundur.” demiştir. Hz. Abdullah(r.a.) bu teklifi kabul etmiş ve Vali, Abdullah’ın(r.a.) karşısına bir savaşçı çıkarmıştır. Savaşçı ilk vuruşta Abdullah’ın(r.a.) atını da koşum takımlarını da düşürmüş ama Abdullah(r.a.) yere düşer düşmez Hz. Ömer’in(r.a.) ata bir adımda binme nasihatini hatırlamıştır. Sonra da koşan atı tutup bir adımda tekrar atın üstünde hazır vaziyette kalmıştır. Bunu görenler ise “Sizinle savaşılmaz, sizler gerçek kahramanlarsınız!” diyerek orada teslim oluşmuşlardır. (Belâzürî, Fütûh, s. 449). Yine Hicrî yirmi üçüncü yılda “Derbent” denilen bugünkü Dağıstan fethedilmiştir. Komutan Sürâka b. Amr(r.a.) bir yıl cizyeden muaf tutacak şekilde barış antlaşması yapıp o bölgeyi İslâm topraklarına katmıştır. (Taberî, Tarih, 2, 15) Aynı yılda alimler yatağı Horasan da fethedilmiştir.