Hastalık, Sabır ve Ahiret Bilinci
Dünya Bağlılığını Kıran Hastalık
Hayatın akışı içinde sağlık, çoğu zaman farkına varmadığımız bir nimettir. İnsan, başına hastalık gibi bir musibet geldiğinde birdenbire hem bedeni hem ruhu ile sarsılır. Bu sarsıntı her zaman olumsuz bir ceza değildir; çoğu zaman ilâhî bir rahmetin tecellisidir. Bir insanın sabır ve ahiret bilinci henüz tastamam değilken, dünyada elinden bir şey eksildiği anda sızlanmaya başlıyorsa; bu onun kalben dünyaya ne kadar alâkadarlı olduğunu gösterir. Hastalık, insanın dünyaya olan aşırı bağlarını kesen ve onu ebedî hayata yönlendiren bir ikazdır.
İnsanın dünyaya karşı aşırı alâkası hastalıkla kırılır. Bu alâkanın kırılması, kalbi Rabbine (c.c.) döndürür. Dünyevî işler bir anda ikinci plana düşer. Böylece gafletin ve manevî körlüğün perdesi aralanır. Bu durumda hastalık, yalnızca acı veren değil; aynı zamanda kalbi uyandıran bir vesileye dönüşür.
Hastalık, Günahlara Kefaret ve Manevî Uyanış Vesilesidir
Sabır ve şükür arasında kurulan hassas denge, hastalığın nasıl bir terbiye vesilesi olduğunu anlamamıza yardımcı olur. Zira hastalık, sadece bedeni değil ruhu da eğitir. Bazen gafletle geçen bir ömür, bir hastalıkla silkelenir. Öyle ki, hasta olan bir insanın geçmişte yapageldiği ibadetler bile kayda geçmeye devam eder. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
“Kul ibadet üzere iyi bir yolda iken hastalansa, o kul ile görevli meleğe denilir ki: iyileşinceye veya ölünceye kadar sıhhatli iken yaptığı ameli gibi sevap yazın.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/203)
Bu rivayet, hastalık anında kişinin ibadetlerinden mahrum kaldığına üzülmemesi gerektiğini ve aslında onların sevabının hâlâ yazılmakta olduğunu hatırlatır.
Ayrıca hasta bir müminin titremesi, meyve dolu bir ağacın silkinip meyvelerini dökmesi gibidir. Bu ifade, hastalığın günahlardan arınmaya vesile olduğunu açıkça gösterir. Hastalıklar, manevî kirlerin temizlenmesi için gelen sabunlar gibidir. Hasta kişi sabretmekle kalmaz, bu durumu razı olarak da karşılarsa; hastalık onun için büyük bir rahmete dönüşür.
İçindekiler
Hasta Yatağında Bir Diriliş: Sabır Ve Ahiret Bilinci
Hastalık yalnızca günahların affına vesile değil, aynı zamanda ruhun yeniden dirilişine de zemin hazırlar. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
“Mümin kullarımdan birine bir bela ve hastalık verdiğimde bana hamd eder ve verdiğim bela ve hastalığa sabır gösterirse, yatağından kalktığında, annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından temizlenmiş olarak kalkar.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/479; Câmiü’s-Sağîr, 4/479, Hadis No: 6021)
Bu müjde, hastalığın ceza değil, bir temizlik olduğunu ortaya koyar. Kul hasta yatağından kalktığında yalnızca bedenini değil, kalbini ve geçmişini de temizlenmiş bulur. Hastalıkla gelen bu arınma dünya hayatı için değil, ebedî saadet için bir hazırlıktır.
Elemin Zevali Lezzettir: Acının Ardındaki Rahmet
“Elemin zevali lezzettir” yani “acıların sona ermesi bir lezzettir” hakikati, sabredilen hastalıkların ardından gelen hafiflik duygusunun kıymetini anlatır. Çekilen zahmet geçince, kalpte bir ferahlık meydana gelir. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, bu acıların geçici olduğunu; bu imtihanı sabırla geçiren kulun hem dünyada hem de ahirette kazançlı çıkacağını bildirir.
Hastalık süreci geçicidir. Bu geçicilik, onu musibetten ziyade nimete dönüştürür. Bediüzzaman, hastalıkların bir dakikasının bir saat ibadet hükmüne geçebileceğini ifade eder. Bu, hastalığın şayet sabır ve rıza ile karşılanırsa ne kadar büyük bir manevî kazanca vesile olabileceğini gösterir.
Bediüzzaman, “dünya lezzetleri gafleti getiriyor, hastalık ise ahireti düşündürüyor” der. Bu bağlamda elemin yani acının yokluğu ve bitişiyle gelen huzur, kişiye hastalık sürecinin aslında bir lütuf olduğunu fark ettirir. Böylece sabır, kişiyi hem dünyada manevî huzura hem de ahirette ebedî saadete ulaştıran bir anahtar olur.
Hastalık Anında Kaygı ve Korku: Kalbin Sarsılışı ve Tevekkül İmtihanı
Hastalık, yalnızca bedeni değil, kalbi ve ruhu da etkiler. Kişi kendini zayıf, çaresiz ve yalnız hissedebilir. Bu anlarda insan, iç dünyasına dönerek gerçek muhtaçlığını fark eder. Eğer kalbi dünyaya fazla meylediyorsa, hastalık onu sarsar. Küçük bir acı bile büyük bir tesire sebep olabilir.
Bu yönüyle hastalık, kişinin neye güvendiğini ve nereye dayandığını gösterir. Eğer Allah’a (c.c.) olan tevekkülü güçlüyse, hastalıkla başa çıkması daha kolay olur. Aksi halde kişi yalnız kalır ve manevî sıkıntılar büyür. Hastalıklar bu nedenle kalbin aynası gibidir; iç dünyadaki durumu ortaya çıkarır.
Manevî Cehennem ve Gafletin Lezzetsizliği
Hastalıklar yalnızca fiziksel değildir, bir de günahların getirdiği manevî hastalıklar vardır. Günahlar kalbi karartan, insanı huzursuz eden ve lezzeti kaçıran şeylerdir. Bu tür manevi hastalıklar, hayat-ı ebediyede daimi hastalıklar şeklinde devam eder. Bu yüzden Allah (c.c.), kuluna dünyada hastalık vererek onu arındırmak ister.
Manevî cehennem, kişinin Allah’tan (c.c.) uzak kalmasıdır. Bazı hastalıklar, kişiyi bu manevî cehennemden kurtarır. Çünkü kişi hasta olduğu vakit gafletten sıyrılır, ölüm gerçeğini hatırlar ve ibadetlerine yönelir. Bu da onun kalbî sağlığını yeniden kazanmasına vesile olur.
Şifa Ararken Şükretmeyi Unutmamak
Hastalığın zor zamanlarında kişi Allah’a (c.c.) daha fazla yönelir. Derman ararken dua eder, acıyı sabırla karşılarken kalbiyle baş başa kalır. Bu, hastalığın görünmeyen yönüdür. Kişi o hâllerde farkında olmadan bir iç muhasebe yaşar. Sıhhatinde fark etmediği nimetlerin kıymetini anlar; Rabbine (c.c.) olan ihtiyacını daha derinden hisseder.
Hasta olan kişi, eski hâlinden daha şuurlu hâle gelir. Şükür duygusu gelişir. Her nimetin geçici olduğunu, sağlığın kıymetinin bilinmesi gerektiğini fark eder. Bu idrak, onun kulluğunu ve tevekkülünü artırır.
Hastalık Musibet Değil, İlâhî Davettir
Toparlayacak olursak; hastalık, zahiren musibet gibi görünse de hakikatte bir rahmettir. Allah (c.c.), kulunu sevdiği için ona hastalık verir; onun ebedî hayatına yatırım yapması için fırsat tanır. Bu yüzden bir müminin hastalığa isyan değil, teslimiyetle yaklaşması gerekir. Çünkü o hastalık, kulun ruhunu parlatır ve onu tertemiz yapar. Bize düşen, bu ilâhî daveti sabır ve şükürle karşılamaktır. Hastalık geçicidir; fakat onunla kazanılan ahiret azığı ebedîdir.