Hastalık Evreleri ve Manevi Teselli

Hastalık Evreleri ve Manevi Teselli

Hastalık Evreleri ve Manevi Teselli: Hastalar Risalesi ile Sabır, Tevekkül ve Şifa

Manevi Teselli

Hastalıkların Evreleri ve Manevi Teselli

Hastalık, insan hayatında hem fiziksel hem de ruhsal boyutlarıyla var olan önemli bir sınavdır. Özellikle ciddi hastalıklar, sadece bedeni değil, kişinin ruh dünyasını da derinden etkileyerek bireyin yaşam kalitesini ve psikolojik dengesini bozabilir. Hastalık sürecini doğru anlayabilmek için onun yalnızca maddi yönünü değil, aynı zamanda manevi boyutunu da ele almak gerekir. Manevi desteğin ve sabrın önemi, hastalığın etkilerinin hafifletilmesinde kritik bir rol oynar. 

Bu makalede öncelikle hastalığın farklı evreleri, ardından hastalığın mahiyeti değerlendirilecek ve bu zorlu süreci daha rahat geçirmek için uygulanabilecek manevi reçeteler üzerinde durulacaktır. Böylece hastalığın insan üzerindeki etkileri bütüncül bir bakış açısıyla ortaya konmuş olacaktır.

    1. Travma Evresi

İlk evre, travma evresi olarak adlandırılır. Bireyin hastalığını ilk öğrendiğinde şok yaşadığı dönemdir. Özellikle obsesif veya kontrol odaklı kişiler için bu durum kabullenilmesi zor bir süreçtir. Kimi hastaların hastalığı inkar ederek ve yaşadığı durumu yok sayma eğiliminde oldukları dönem bu travma evresidir.

    2. Çaresizlik ve Kabullenme Evresi

İkinci evrede ise kabullenme evresidir. Bu evrede, kişi hastalığın gerçekliğini kabul etmeye başlar. Fakat bu kabul, yoğun bir çaresizlik ve üzüntüyle birlikte gelmektedir. Kabullenme evresi, bireyin hastalığın hayatını nasıl etkileyeceğini anlamaya başladığı, geleceğini sorguladığı, ailesi ve sevdikleri için endişelendiği dönemdir.

    3Pazarlık Evresi

Üçüncü evre olan pazarlık evresinde birey, hastalığın geçici olmadığını anlar ve Allah(c.c) ile iç dünyasında manevi bir pazarlığa girişir. Bu evrede kişi, hastalığın tamamen iyileşmese bile en azından bir süre daha sağlıklı yaşayabilmek için dualar eder, yaptığı iyiliklerin karşılığında hastalığının hafiflemesini umut eder. Kişi, “Öleceksem bile, hiç değilse çocuklarım büyüsün” gibi düşüncelerle Allah(c.c)’tan ek süre talep eder. Bu evre, bireyin iç aleminde yoğun manevi sorgulamaların yaşandığı bir dönemdir.

Hasta, bu evreleri aşarak hastalığını tamamen kabullendiğinde ve içinde bulunduğu duruma teslim olduğunda, manevi desteğe en fazla ihtiyaç duyduğu aşamaya ulaşır. İşte tam bu noktada, hastanın ruhsal sağlığını korumak ve yaşadığı manevi bunalımdan kurtulmasını sağlamak amacıyla manevi teselli devreye girer. Bu süreçte hastalar için Risale-i Nur eserlerinden biri olan Hastalar Risalesi, manevi bir ilaç ve manevi bir reçete hükmündedir.

İçindekiler

Risale-i Nur’da Hastalıklara Karşı Manevi Teselli Yolları​

Bireyin hastalık anında ihtiyacı olan manevi teselli ve destek hakkında Risale-i Nur’da geçen ifade şöyledir. 

“Meyus ve ümitsiz bir hastaya manevi bir teselli, bazen bin ilaçtan daha ziyade nafi’dir (faydalıdır).” (Barla Lahikası).

Tıp dünyası da bu gerçeği kabul etmektedir. Doktorlar, ağır hastalıklarla mücadele eden kişilere “yüksek moral” tavsiye etmektedirler. Çünkü bilimsel olarak da stresin bağışıklık sistemini zayıflattığı ve hastalığın seyrini olumsuz etkilediği bilinmektedir.

Mehmet Feyzi Pamukçu ağabeyin, manevi reçete hükmünde olan ‘Hastalar Risalesi’ hakkında güzel bir sözü bulunmaktadır:

“Sanki sevgili, müşfik Üstadımız İhtiyarlar Risalesi’ni gençlere, Hastalar Risalesi’ni ise sıhhatte olanlara yazmış.” (Emirdağ Lâhikası 2)

Bu tespit, Hastalar Risalesi’nin sadece hastalara değil, sağlıklı insanlara da önemli mesajlar verdiğini göstermektedir. Çünkü insan, sağlıklı olduğu dönemde bu risaleyi okuyarak manevi açıdan güçlenir ve adeta ruhunu bir manevi idmana tabi tutar. Nasıl ki bedeni güçlendirmek için fiziksel beslenmeye ihtiyaç varsa, ruhun güçlenmesi için de iman hakikatleriyle beslenmeye ihtiyaç vardır. Fiziksel olarak güçlenen bir beden ağır yükleri nasıl daha kolay kaldırıyorsa, manevi açıdan güçlenmiş bir ruh da hastalık gibi ağır imtihanları daha kolay göğüsleyebilir.

Kişi hastalığın asıl sahibinin Allah(c.c) olduğunu bilir, maneviyatını kuvvetlendirir ve Allah(c.c)’a dayanırsa huzur bulur. Bunu bir örnekle düşünelim: Bir grup köpek bir insan saldırsa, kişi onları durdurmaya çalışmak yerine çobanı arar. Çünkü çoban tek bir işaretiyle kendisine bela olan köpekleri uzaklaştırabilir. Hastalıklar da tıpkı hayatımızdaki diğer durumlar gibi sebepsiz ve kontrolsüz değildir; onları gönderen ve dilediği zaman kaldırabilecek olan yalnızca Allah(c.c)’tır. İnsan, hastalığa değil onu veren Allah(c.c)’a yönelir ve O’nu tanırsa, asıl gücü ve teselliyi de O’ndan alır.

Ruh ve Beden Sağlığı Arasındaki İlişki

Maddi anlamda hastalıklar, bedende birtakım fiziksel zararlara sebep olsa da asıl etkileri manevi boyutta ortaya çıkar. Çünkü kişi, hastalığın manevi yönünü anlayamaz ve bu zorlu süreci doğru yönetemezse depresyon, umutsuzluk ve iç sıkıntısı gibi ruhsal sorunlarla karşı karşıya kalabilir. Hastalık nedeniyle oluşan stres, bağışıklık sistemini olumsuz etkileyerek bedeni yeni hastalıklara karşı daha savunmasız hale getirebilir. Oysa hastalığın derinlemesine incelenmesi ve manevi çözüm yollarına başvurulması, bireyin rahatlamasına büyük katkı sağlar. Çünkü her maddi hastalığın kökeninde manevi bir yön bulunmaktadır. İman hakikatleriyle beslenmiş ve güçlendirilmiş bir ruh, hastalıkların getirdiği sıkıntılara karşı daha dirençli ve dayanıklı olacaktır.

Hastalıkların Sabır ve İbadetle İlişkisi

Hastalık, iman penceresinden bakıldığında, insanı Allah(c.c)’a yaklaştıran ve kulluğunu artıran bir ibadet hükmüne geçebilir. Risale-i Nur’da bu konu iki anahtar kelime ile açıklanmıştır:

Gerçek Sabır Nedir? Hastalık Karşısında Hikmetli Bir Yaklaşım!

Ey sabırsız hasta! Sabret belki şükret.” (Yirmi Beşinci Lem’a Hastalar Risalesi İkinci Deva)

Sabır, genellikle yanlış anlaşılan bir kavramdır. Pek çok kişi sabrı, “diş sıkmak” ve “acıya katlanmak” olarak algılar. Oysa gerçek sabır, yaşadığın bir olayın altındaki hikmeti görmek ve neticesini anlayarak ona rıza göstermektir.

Bunu anlamak için şu örneği ele alalım. Bir kişi, beklenmedik ve sebepsiz yere iğne batırıldığında sinirlenip tepki gösterir. Ancak aynı kişi, ihtiyaç duyduğunda doktora giderek para ödeyip iğne yaptırmayı, hatta ameliyat olmayı seve seve kabul eder. Çünkü bunun sonucunda sağlığına kavuşacağını bilir.

Aynı şekilde, bir mümin de hastalığın hikmetini bildiğinde, sabrı gerçek manada anlamış olur. Hastalık, kişinin günahlarının temizlenmesine, manevi dereceler kazanmasına ve Allah(c.c)’a yakınlaşmasına vesile olur.

Musibetlerde Sabır Nasıl Olmalıdır?

Musibet anında sabrın gerekliliği kadar, nasıl olacağı da önemlidir.

Sabır, ancak (musibetin) ilk başa geldiği anda (olmalı)dır.” (B1283 Buhârî, Cenâiz, 31; M2140 Müslim, Cenâiz, 15)

Bu hadis, sabrın anlık bir refleks olduğunu vurgular. Musibetle karşılaşır karşılaşmaz gösterilen metanet ve tevekkül, gerçek sabırdır. Hastalık başa geldikten sonra isyan etmek yerine, hemen Allah(c.c)’a yönelmek en doğru tutum olacaktır.

Müsbet ve Menfi İbadet Nedir?

İbadet denildiğinde genellikle fiili olarak yapılan ibadetler akla gelir. Ancak Risale-i Nur’da ibadet kavramı ikiye ayrılmıştır:

Müsbet İbadet

İbadet denildiğinde ilk akla gelen namaz, oruç, zekat gibi bilinçli ve fiili olarak yapılan ibadetler müsbet ibadetlerdir.

Menfi İbadet

Menfi ibadet ise bireyin aktif olarak bir şey yapmadan, karşılaştığı musibetler ve hastalıklar sonucunda aczini ve zaafını idrak ederek Rabbine yönelmesidir. Bu ibadet, sabır ve rıza göstererek yapılan bir ibadet şeklidir.

Menfi ibadetlerin varlığının farkında olmak çok önemlidir. Çünkü kişi, hasta olduğunda hiçbir şey yapmasa bile, sadece sabır ve tevekkül göstererek büyük ecirler kazanabilir.

Hastalıkla geçen bir ömür, Allah(c.c)’tan şekva (şikayet) etmemek şartıyla mü’min için ibadet sayıldığına rivayat-ı sahiha vardır.” (Yirmi Beşinci Lem’a, İkinci Deva)

Bu noktada hastalığın Allah(c.c)’tan geldiğini bilerek ona razı olmak, kişinin ruhen huzura ermesini sağlar. Hastalık sürecinde gösterilen sabır, riyasız bir ibadet şeklidir. Çünkü kişi, bu ibadeti yaparken hiçbir dünyevi kazanç elde etmeyi amaçlamaz.

Bu gerçeği idrak eden bir kişi, hastalıkların kendisine sadece acı ve sıkıntı değil, aynı zamanda ebedi hayatına büyük kazançlar sunduğunu fark edecektir. Bu kazançlar ile elde edilen makama ise, kişinin müsbet ibadetlerle ulaşması ise oldukça zordur.

Musibetler, insanı dergah-ı ilahiye davet eden kader kamçılarıdır. Allah(c.c), insanı çeşitli vesilelerle kendisine çağırmaktadır. Ezanla davet edilen kul, bazen bu davete icabet etmezse, hastalık gibi başka yollarla bu davet tekrarlanabilir. Bu nedenle, musibetleri ve hastalıkları bir kayıp olarak değil, ilahi bir davet olarak görmek gerekmektedir.

Hastalığın Hikmeti: Allah(c.c)’ın İsimlerine Ayna Olmak ve Gerçek Kulluğa Ulaşmak

İnsan, Allah(c.c)’ın sanatının bir yansımasıdır. Kâinatta Allah(c.c)’ın isimlerine en iyi ayna olan varlık insandır. Şükür ve sabır, insanın bu aynalığı gerçekleştirdiği iki temel yoldur. Allah(c.c)’ın Cemali isimleri şükürle açığa çıkarken, Celali isimleri de sabırla tecelli eder. Bu yüzden insan, yalnız nimet içinde değil, musibetler karşısında da Allah(c.c)’a teslim olmalıdır.

Hastalık, insanın acizliğini fark etmesine ve Allah(c.c)’ın Şafi isminin tecellisine vesile olur. Bir melek hastalanmaz, bu yüzden Allah(c.c)’ın Şafi ismini ilan edemez. Ancak insan, hastalığıyla Allah(c.c)’ın isimlerinin yeryüzünde görünmesine aracılık eder. Hastalık, kulun Rabbine yönelmesini sağlar ve insanı gerçek kulluğun özüne ulaştırır. Böylece, hem Allah(c.c)’ın sanatının bir tezahürü olur hem de bu kulluğundan manevi bir lezzet alarak ahiret saadetine ulaşır.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) Hastalıkla İmtihanı: Sabır ve Tevekkülün İfadesi

Peygamber Efendimiz (s.a.v) de hastalıklarla sınanmış ve bu süreçleri sabırla karşılamıştır. Uhud Savaşı’nda aldığı yaralar, Hayber’de yediği zehirli et ve son on üç günündeki ağır hastalık, onun da büyük musibetler yaşadığını gösterir. Ancak O, her zaman Allah(c.c)’a olan tevekkülüyle sabır ve metanet göstermiştir.

Bir sahabe Efendimiz hasta olduğunda Peygamberimiz (s.a.v) ona şöyle demiştir:

“Hiç hasta olmayan bedende, hiç zarar görmeyen malda hayır yoktur. Allah(c.c) bir kulunu sevdiği zaman ona bazı sıkıntı ve musibetler verir. Sıkıntı ve musibet verdiğinde de onu sabrettirir.” (İbn Ebuddünya, Kitabü’l-maraz, 196)

Bu söz, hastalığın aslında Allah(c.c)’ın bir hatırlatması ve kulunu kendisine davet etme vesilesi olduğunu anlatmaktadır.

Hastalığı Bir Misafir Olarak Görmek: Sabır ve Şükürle Karşıla

Hastalık, sabır ve tevekkül ile karşılandığında insanın manevi yükselişine vesile olan, Allah(c.c)’ın sevdiği kullarıyla özel olarak ilgilendiği bir imtihandır. Mümin, hastalığın Allah(c.c)’tan geldiğini bilir ve ona razı olursa, bu süreci en güzel şekilde geçirmiş olur. Kişi, hastalığı bir musibet değil, bir misafir olarak görmeli ve onu gönderenin hatırına hoşnutlukla karşılamalıdır.

Son olarak, hasta olan kişi hastalığından razı olursa, bu durum Allah(c.c)’ın da ondan razı olduğunun bir işareti olabilir. Allah(c.c), bizleri sabır ve şükür ile hastalıkları karşılayanlardan eylesin. Amin!

Hastalar Risalesi 2 - Video

SIKÇA SORULAN SORULAR

Risale-i Nur’a göre hastalık, insanın aczini ve zaafını fark etmesine vesile olan bir menfi ibadet şeklidir. Hasta, aktif bir şey yapmasa bile sabır ve tevekkül ile bu süreci geçirdiğinde, riyasız ve içten bir kulluk hali yaşamış olur. Bu nedenle “Hastalıkla geçen bir ömür, Allah(c.c)’tan şekva etmemek şartıyla mü’min için ibadet sayılır” (Hastalar Risalesi) buyurulmuştur.

“Hastalar Risalesi, sıhhatte olanlara yazılmış gibidir.” Çünkü kişi sağlıklıyken bu manevi hazırlığı yaparsa hastalıkla daha dirençli karşılaşır. Risale-i Nur’da geçen “Meyus ve ümitsiz bir hastaya manevi bir teselli, bazen bin ilaçtan daha faydalıdır” sözü, moralin ve iman desteğinin fiziksel tedaviden dahi üstün olabileceğini vurgular.

Sabır, yalnızca acıya katlanmak değil; hastalığın içindeki hikmeti anlayarak Allah(c.c)’ın takdirine rıza göstermektir. Risale-i Nur’da geçen, “Ey sabırsız hasta! Sabret, belki şükret” ifadesi bu yaklaşımı özetler. Gerçek sabır, musibet anında gösterilen tevekkülle başlar ve Allah(c.c)’a güvenin ifadesi olur.

İnsan, hastalıkla Allah(c.c)’ın Şâfî (şifa veren) ismine, sabırla Sabûr, rıza ile Hakîm ismine ayna olur. Melekler hasta olmadığı için bu tecelliye mazhar olamazlar. İnsanın kulluğunun derinleşmesi ve Allah(c.c)’ın isimlerinin yeryüzünde tecelli etmesi, hastalık gibi imtihanlarla mümkün olur. Bu da kulun gerçek kulluk makamına ulaşmasını sağlar.