Hastalar Risalesi ve Hastalığın Anlamı

Hastalar Risalesi ve Hastalığın Anlamı

Hastalar Risalesi ve Hastalığın Anlamı

Hastalıkların Manevi ve Ruhsal Boyutu

Hastalıkların Manevi ve Ruhsal Boyutu

Hastalık, insan hayatında zorlayıcı ama bir o kadar da derin anlamlar taşıyan bir haldir. Sadece bedensel bir rahatsızlık değil, aynı zamanda ruhun da sınandığı bir dönemdir. Bediüzzaman Said Nursî, “Hastalar Risalesi”nde hastalıkların sadece sabır ve dayanıklılığı sınamak için olmayıp, aynı zamanda Allah’a yakınlaşmak için bir fırsat olduğunu söyler.

Allah’ın Bizden Razı Olduğunu Nasıl Anlarız?

Allah(c.c), kulunun imanını ve sadakatini anlamak için zaman zaman nimetleri çeker.  Kur’an-ı Kerim’de bu durumu şu şekilde ifade eder: 

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, mallardan, canlardan ve ürünlerden  eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara Suresi, 155. ayet) 

Bu ayetten anlaşıldığı üzere, nimetlerin eksiltilmesi ya da hastalıklarla imtihan edilmek,  bir ceza değil, aksine bir sınavdır. Şayet kul, Allah’tan(c.c) gelen her şeye razı olursa, Allah(c.c) da  ondan razı olur. Asıl mesele, hastalık geldiğinde de Allah’a(c.c) tevekkülle bağlı kalmaktır.

İçindekiler

Sabır, Şükür ve Tevekkül: Hastalık Mümin İçin Rahmet Kapısıdır

Hastalıklar, insanın iç dünyasını ve karakterini açığa çıkaran önemli bir imtihandır. Bir  insan sıhhatli iken, Allah’a(c.c) şükretmesi nispeten kolaydır. Ancak hastalandığında, sabır ve  teslimiyet göstermek gerçek bir iman ölçüsüdür. 

Bediüzzaman Hazretleri Hastalar Risalesi‘nde şu ifadeyi kullanır: 

“Ey şekvacı hasta! Senin hakkın şekva değil, şükürdür.” (Lemalar, 25. Lem’a, 4. Deva) 

Bu ifade, hastalığın aslında bir nimete dönüşebileceğini gösterir. Hastalıklar, bir kefaret olarak görülmüştür. Küçük bir sıkıntı dahi günahlara kefaret olabilir. 

“Batan bir diken bile olsa başına gelen her musibet/acı, Müslüman”ın günahlarına kefaret olur.” ( Müslim, Birr, 49)

Hastalığın bir mümin için en büyük kazanımlarından biri, insanın Allah’a(c.c) daha  yakınlaşmasına vesile olmasıdır. İnsan sağlıklıyken gaflete düşebilir, dünya  meşgalelerine dalarak yaratılış amacını unutabilir. Ancak hastalık, insana acziyetini  hatırlatır ve Allah’a(c.c) olan bağına daha fazla sarılmasını sağlar. 

Hastalığın manevi boyutu, yalnızca günahlara kefaret olmasıyla sınırlı değildir. Aynı  zamanda sabrı, tevekkülü ve şükrü öğretir. Çünkü bir insan hastalık anında sabredip  Allah’a(c.c) tevekkül ettiğinde, imanı daha da güçlenir. Hastalık, insana dünya hayatının geçici olduğunu hatırlatır; kişiyi ahiret için hazırlık yapmaya ve bu süreci ibadet bilinciyle değerlendirmeye yönlendirir.

Bediüzzaman Hazretleri, hastalıkların bir rahmet kapısı olduğunu şu sözleriyle ifade eder: 

“Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: ‘Lâyemut  değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre  gideceğini bil, öyle hazırlan.'” (Hastalar Risalesi) 

Dolayısıyla, hastalık sadece fiziksel bir sınav değil, aynı zamanda manevi bir yükseliş  fırsatıdır. Bu süreç, kişinin kendi iç dünyasında bir muhasebe yapmasına ve Allah’a  daha yakın bir kul olmasına yardımcı olabilir.

Her Musibette Bir Hikmet, Her Sıkıntıda Bir Rahmet Saklıdır

Bediüzzaman Hazretleri hastalıkları bir “terzi modeli” ile açıklar. Bu modelde, zengin ve  yetenekli bir terzi, sanatını göstermek için fakir ve miskin bir adamı model olarak seçer.  Ona kıymetli bir elbise giydirir, üzerinde işlemeler yapar, bazen keserek, bazen ise dikerek değişiklikler yapar. Model, bu süreci ya sabırla ya da şikayet ve yakınırak karşılar. Ancak sonunda, sanatın en güzel hali modelin üzerinde ortaya çıkar. 

Aynı şekilde Allah(c.c) da, kulunu bu dünyada şekillendirir. Kimi zaman nimetler verir, kimi zaman ise bu nimetleri kulundan alır. Hastalık, musibet ve sıkıntılar da bu ilahi terzinin işlediği desenlerdir. İnsan,  bu süreci sabır ve teslimiyetle karşılarsa, sonunda ruhu kemale erer ve Allah’ın rızasına  ulaşır. Ancak nasıl ki sabretmeyen model kıpırdar ve iğne batınca acı çeker, insan da hastalığa sabretmezse bu ilahi sanatın hikmetinden mahrum kalır.

Allah(c.c) bir kulunu sevdiğinde, onu daha olgun, daha kâmil bir hale getirmek ister. Bu olgunlaşma süreci ise çoğu zaman zahiren can yakıcı olabilir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
“Belâların en büyüğü peygamberlere, sonra evliyaya, sonra diğer has kullara gelir.” (Tirmizi, Zühd 57; Ahmed b. Hanbel, I/172, 174)

 Bu hadis, manevi makamı yüksek olanların daha ağır imtihanlara tâbi tutulduğunu bildirir.

Bu noktada Bediüzzaman’ın terzi benzetmesi devreye girer. Nasıl ki maharetli bir terzi, dikkat çekici ve kaliteli bir kumaşla çalışmak isterse; Allah(c.c) da özel kullarını daha dikkatli işler. Bu işleyişin bir aracı da hastalıktır. Dışarıdan bakıldığında çirkin ve ağır bir elbise gibi görünse de, hastalığın arka planında İlahi bir sanat icra edilmektedir. Kul bu gerçeği fark ettiğinde, hastalığı sadece bir dert olarak değil, ilahi bir dokunuş olarak görmeye başlar. Belki de o anda, hastalığı “Hoş geldin, güzel geldin” diyerek sabır ve tevekkülle karşılar. O kul ağırlarken de, bu sürecin sonunda kazanacağı manevi güzellikleri düşünerek teselli bulur.

Bize verilen beden, ruh ve duygular bizim değildir. Hepsi Allah’ın(c.c) bir emaneti olup,  O’nun(c.c) tasarrufundadır. Şu halde hastalığın bir şikayet konusu olmaması gerekmektedir.

İnsan, tıpkı terzinin elindeki model gibi, kendisine takdir edilen halden razı olmalı ve  sürecin sonunda ortaya çıkacak güzelliğe odaklanmalıdır. 

Allah’ın(c.c) İsimleriyle Hastalığa Bakmak: Şifa, Lütuf ve Mükafat

Her şeyin zahiri ve bâtını vardır. Hastalığın zahirinde acı ve sıkıntı vardır. Ancak perdeyi  araladığımızda, hastalığın Allah’ın(c.c) şefkatinin ve rahmetinin bir tecellisi olduğunu görebiliriz.

Allah’ın(c.c) isimleri, hastalıklar aracılığıyla tecelli eder. Şâfî (Şifa Veren) ismi, hastalığın varlığı ile anlaşılır. Rezzâk (Rızık Veren) ismi, açlık hissiyle daha net idrak edilir. Sabûr (Sabreden) ismi, insanın sıkıntılar karşısında sabır göstermesiyle ortaya çıkar. Latîf (Lütufkar ve İnce Hikmet Sahibi) ismi, hastalıklara rağmen insana verilen diğer nimetlerle kendini gösterir. 

“Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır.” (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri) 

Bir insan yaşadığı hastalık süresince sabreder ve Allah’a tevekkül ederse hem bu dünyada huzur bulur hem de ahirette ebedi bir mükafata nail olur. Hastalıklar, bizler için sınav kapısı değil, cennete giden bir yol olabilir. Allah, tüm hastalarımıza şifa ihsan eylesin.  Âmin.

Sessiz Bir Vaiz Olarak Kalbe Dokunan Mesaj

Hastalık, sessiz ama etkili bir vaizdir. Sözsüz konuşur, doğrudan kalbe hitap eder, insanı dünya meşguliyetlerinden sıyırarak ahiret hakikatine yönlendirir. Vaazlar çoğu zaman kulağa seslenir, ama hastalık doğrudan kalbe işler; derin bir sesle konuşur. Bazen bir insan en etkili bir vaizi dinlese bile kalbi uyanmazken, hastalığın diliyle gelen nasihattan derinden etkilenir. Çünkü o nasihat, yaşatarak öğretir. Bu yüzden Bediüzzaman Hazretleri dua için yanına gelen hasta gençlere şöyle der:

“Ben senin hastalığının aleyhinde değilim. Hastalık için sana karşı bir şefkat edip acımıyorum ki, dua edeyim.”


O, hastalığın bir azap değil; Allah(c.c) tarafından gönderilen ilahi bir uyarıcı memur olduğunu bilir. Zira artık semavi mesajlar kesilmiştir ve Allah(c.c), üzerimizdeki gafleti yıkmak için başka vaizler gönderir. O vaizlerden biri de hastalıktır.

Bu hakikat, dertli insanların dilinden de kolayca dökülür. Birçok insan başından geçen bir hastalık ya da musibeti anlattıktan sonra şöyle der: “Kalbimi dünyaya bağlamışım, sonsuz sanmışım. Meğer faniymiş. Bu hastalık bana bunu öğretti.” İşte bu cümleler gösteriyor ki, hastalık, insanın kendi kalbinde yaptığı derin bir muhasebenin vesilesidir. Vaizlerin, hocaların anlatamadığını bazen hastalık anlatır. İnsan bazen bir mürşidin sözlerinden etkilenmeyebilir, ama hastalık mürşit makamına geçip ders vermeye başladığında, onu anlamayan neredeyse kalmaz.

Nitekim yakın geçmişte tüm dünyayı etkileyen Koronavirüs salgını da adeta küresel bir vaaz niteliğindeydi. Nice insan, “Az şeyimizi aldı ama çok şey öğretti,” dedi. “Dünyanın azını aldı ama ahiretin çoğunu geri verdi,” sözleri sıkça duyuldu. Çünkü hastalık, insanın sadece bedenine değil, kalbine ve aklına da dokunur.

Bediüzzaman Hazretleri’nin, “Ben senin hastalığının aleyhinde değilim.” sözünü anlamak için bir doktor örneği verirsek mesele daha da netleşir. Bir çocuk ameliyat masasına yatırıldığında ağlamaya başlar, babasına seslenir: “Baba, yetiş!” Baba ise doktorun yanında yer alır ve der ki: “Oğlum, seni biraz ağlatacak ama sonra tamamen güldürecek.” İşte hastalık da böyledir: İlk bakışta acı verse de, ruhu kurtarır. Maddî hastalık, çoğu zaman manevî hastalıklarımızı tedavi eden bir ameliyattır. Aslında o hastalık değil, rahmetin eliyle yapılan bir şifa müdahalesidir.

Bu bakış açısıyla hastalığı anlamak, teslimiyetin kapısını aralar. Tıp alanında bir hekime güvenip, kendimizi ameliyat için sorgusuz sualsiz teslim ederiz. Çünkü onun “hikmetli” işler yaptığını düşünürüz. Oysa Hakîm-i Mutlak olan Allah(c.c), bizim hem bedenimizi hem de ruhumuzu yaratan, bizi en iyi tanıyan varlıktır. O hâlde, Allah(c.c)’ın gönderdiği bir hastalığın arkasında da muhakkak bir hikmet ve rahmet aranmalıdır. Zira o hastalık, sadece bedeni değil; kalbi, zihni ve nefsi tedavi eden bir vaizdir.

Hastalar Risalesi 4 - Video