Hz. Abdurrahman(r.a.), Amine annemizin de kabilesi olan Benî Zühre kabilesindendir. Kabilenin neredeyse tamamı tüccardır ve bu kabilenin bireyleri genellikle ticaret için kışın Yemen’e yazın da Şam’a giderler.
Yıllar geçer, Abdurrahman b. Avf(r.a.) yirmi sekiz yaşına gelir ve bir gün yine Yemen’e ticaret için gider. Yemen’de ticaretin dışında bazı meseleler kendisine sorulur ve Hz. Abdurrahman(r.a.) bir anda yıllardır yüreğindeki fırtınaları durduracak birinin geleceğinden haberdar olur. Yemen’de misafir olduğu evin yaşlı sahibi, Mekke’nin Varaka b. Nevfel’ine benzeyen Askalân b. Avâkin el-Himyeri’dir. (İbn Hacer, isabe 2. Cild 1463) Askalân b. Avâkin’de gözü yollarda olan herkes gibi gelecek son Nebi’yi bekleyen bir âlimdir. Bu âlim zatlar geçmiş kitapların bilgilerine dayanarak Faran Dağları’ndan bir güneşin doğacağını çok iyi bildiklerinden “Mekke’de Faran Dağları’ndan bir peygamber gelecek.” diye rivayetlerde bulunurlar. Askalân b. Avâkin de elindeki kitaplardan keşfettiği bilgilerden yola çıkarak bu yıllarda beklenen o peygamberin geleceğini sezdiğinden bununla alakalı haberleri insanlarla paylaşmaya başlar. Aslında yüzler hep bir yöne bakar, parmaklar hep birini gösterir, diller hep birini konuşur. Konuşulan Tevrat’ın Musaddık’ı, İncil’in Ahmed’idir ama daha sema dile gelmemiş, beklenen vuslat gerçekleşmemiş ve nübüvvet tayini olmamıştır. Kur’an bereketli sofrasını açmamış, cümle âlem Muhammed(s.a.v.) demeye başlamamıştır. Abdurrahman b. Avf(r.a.) ise Yemenli bu zatın söylediklerinin etkisinde öyle bir kalmıştır ki günlerce zihni o konuşulanlarla meşgul olmuş, hatta nübüvvet öncesi bu bilgilerden kısmen yakın dostu Ebû Bekir’i(r.a.) de haberdar etmiştir. Bu sebeple Efendimiz’e(s.a.v.) ilk beş ayetin nüzul olmasıyla iman eden Hz. Ebû Bekir(r.a.) iki gün sonra kendisini İslâm’a davet edince Abdurrahman b. Avf(r.a.), onun davetini tereddütsüz kabul etmiştir. (İbn Hacer, isabe 2. Cild 1464)
Hz. Ebû Bekir(r.a.) ilk inen beş ayet Mekke’nin sokaklarında konuşulurken içlerinde Abdurrahman b. Avf’ın(r.a.) da bulunduğu beş insanın elinden tutarak onları Efendimiz’in(s.a.v.) önüne getirir. Bu kişiler; Osman bin Maz‘ûn(r.a.), Ebû Seleme(r.a.), Abdurrahman b. Avf(r.a.), Hz. Osman(r.a.) ve Ebû Ubeyde b. Cerrah(r.a.)’tır. Efendimiz(s.a.v.) o dönemlerde Hz. Ebû Bekir’e(r.a.); “Ey Ebû Bekir dikkat et! Herkese davet gönderme!” buyurur. Zîra Efendimiz(s.a.v.) ilk etapta insanlara, “Bana ayetler geldi, haydi iman edin!” diye bir anda toplu bir tebliğde bulunmaz. İçinde bulunulan zaman ve toplumun şartları gereği gizli ve hususî davetler gönderir. Çünkü Mekke’nin en zorlu dönemlerinde, İslâm’a davetin başlangıcında, “İmana buyur.” diyerek tebliğde bulundukları, davet gönderdikleri insanların onların yüküne yük olacak, o yükün üzerinde oturacak insanlar değil, o yükün altına girip yükü omuzlayacak insanlar olması gerektiği düşünülmektedir. Zaten onca dert varken, tebliğde bulunulan insanların dert olmak yerine derdi paylaşacak insanlar olması elzemdir.
Efendimiz’in(s.a.v.) birisiyle tanıştığında eğer o kişinin ismi kötü bir anlam ihtiva ediyorsa o ismi değiştirme düsturu vardır. Onun için Abdurrahman ibni Avf(r.a.) iman edince Efendimiz’in(s.a.v.) yaptığı ilk iş onun ismini değiştirmek olmuştur. Onun ilk adı Abdül Amridi. Bu isim Amr’ın kulu mânâsını taşıdığından Efendimiz(s.a.v.) bundan hoşnut olmamış ve “Senin adın artık Abdurrahman yani Rahman’ın kulu olsun.” demiştir. (İbn Hişâm, siret 1, 333; vakıdi, megazi, 1, 132) Kendisi o günden sonra hep Abdurrahman ibni Avf(r.a.) diye anılmıştır.