Hz. Ali

Hz. Ali’nin (r.a.) Halifeliği

Hz. Ali Nasıl Halife Oldu?

Hz. Ali’ye Halife Olunca Kimler Biat Etmedi?

Hz. Ali’ye Biat Etmeme Sebepleri Nelerdi?

Yıllardan Hicrî 35, Zilhicce ayının 25’i, günlerden perşembe, Hz. Osman’ın(r.a.) şehit edilişinin üstünden altı gün geçmiştir. O gün tüm Medine, Mescid-i Nebevî’ye toplanır. Hz. Ali(r.a.) mescide girer girmez ilk olarak Hz. Talha(r.a.) ve Hz. Zübeyr’i(r.a.) bulur ve “İçinizden biri bu vazifeyi alırsa ilk ben bîat ederim. Ama vazife bana kalırsa hepinizin bîatını isterim!” der. Onlar almak istemeyince halifelik zorla da olsa Hz. Ali’ye(r.a.) kalır ve ona ilk, Uhud’da kaybettiği çolak eli ile Talha b. Ubeydullah(r.a.) bîat eder. Hz. Ali’ye(r.a.) bîat edenler olduğu gibi bîat etmemekte direnenler de mevcuttur. Mesela Hz. Osman’ın(r.a.) soyu olan Beni Ümeyye, yani ileri dönemlerdeki Emeviler’den hiçkimse ona bîat etmez. Sahâbilerden Sa’d b. Ebû Vakkâs(r.a.), İbni Ömer(r.a.), Üsâme b. Zeyd(r.a.), Hassân b. Sâbit(r.a.) ve Kâ’b b. Mâlik(r.a.) de bîat etmeyenler arasındadır. Ama mescidin tamamı onu seçtiği için Hz. Ali(r.a.) artık dönemin dördüncü meşrû halifesidir. 

Hz. Ali’ye(r.a.) bîat etmeyenlerin gerekçeleri şunlardır: Bir kısmı bîatın oluş şeklini beğenmemiştir. Bir kısmı Hz. Osman’ın(r.a.) şehit ediliş hareketinde bulunan Muhammed b. Ebû Bekir gibilerin Hz. Ali’nin(r.a.) yanında olmasından memnun olmamıştır. Çünkü Hz. Osman’ın(r.a.) şehit edileceği gün evine girenlerden biri de Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) oğlu Muhammed b. Ebû Bekir’dir. O gün içeriye ilk önce Muhammed girmiş ve Hz. Osman’a(r.a.) hakarette bulunmuştur. Fakat Hz. Osman’ın(r.a.), “Baban Ebû Bekir(r.a.) sağ olsaydı senin bu davranışından memnun kalmazdı!” demesi üzerine Muhammed oradan ayrılmıştır. (İbn Sa‘d, III, 73) Muhammed âsileri halifeye karşı kışkırtanlar arasında yer alsa da bizzat onun katillerinden biri olmamıştır. (İbn Abdülber, III, 1367) 

Muhammed’in annesi Esmâ binti Ümeys’in(r.a.) ilk eşi Ca’fer-i Tayyâr(r.a.)’dır. Hz. Ca’fer(r.a.) Mûte’de şehit olunca Esmâ(r.a.) annemiz Hz. Ebû Bekir(r.a.) ile evlenmiş ve bu evliliklerinden Muhammed olmuştur. Hz. Ebû Bekir(r.a.) vefat edince de Esmâ(r.a.) annemiz Hz. Ali(r.a.) ile evlenmiş ve böylelikle Hz. Osman’ın(r.a.) şehit edileceği gün eve ilk girenlerden biri olan Muhammed; çocuk yaşından itibaren Hz. Ali’nin(r.a.) evinde, onun kucağında büyümüştür. İşte kimi insanlar da bu durumu “O çocuk Ali’nin(r.a.) evinde yetişti. Demek ki önceden bir şeyler vardı!” diye düşünmüş ve böylelikle Hz. Ali’ye(r.a.) karşı cephe alan bir zümre oluşmuştur. 

Hz. Osman’ı(r.a.) şehit edenler ise döktükleri kanda boğulmamak, o kanı silebilmek için hemen Hz. Ali’yi(r.a.) halife seçip ona bîat ederler. Katillerin Hz. Ali’nin(r.a.) hemen halife olmasını istemelerinin bir sebebi de onu yıpratmak istemeleridir. Çünkü Hz. Osman’dan(r.a.) sonra en kuvvetli halife adayı Hz. Ali(r.a.)’dir. Onun için katiller kurdukları oyunlarla hemen Hz. Ali’yi(r.a.) halife seçmek isterler ki birileri ona cephe alsın ve düşmanlık beslesin. Onların bu planlarını anlayan bazıları Hz. Ali’yi(r.a.) bu konuda “Osman(r.a.) şehit edilecek. Faturası da sana kesilecek, şehri terk et!” diye uyarmıştır. Ama Hz. Ali(r.a.), ısrarla halifeliğini kabul ettirmeye uğraşmıştır. Çünkü Hz. Ali(r.a.) içerdeki bölünmüşlük çözülmeden, dışarıya yönelmenin mümkün olmayacağını bilmektedir. Zirâ düşündüğü gibi de olur ve Hz. Ali’nin(r.a.) beş yıllık halifelik süresince sürekli içerde sorunlar çıktığından İslâm dünyası dışarıya doğru büyüyemez. 

Hz. Ali

Hz. Ali’nin (r.a.) İlmi

Çift Cinsiyete Sahip Bir İnsan Erkek Midir Kadın Mıdır?

Efendimiz(s.a.v.) bir hadis-i şerifinde: “Ben ilmin şehriyim, Ali ise o ilmin kapısıdır.” (el- Câmi’us-Sağir 1/415, Savâiku’l-Muhrika 73; Tehzîbü’t-Tehzîb 6/320; Müstedrek-i Hâkim 3/126) buyurur. Bu hadise delil olarak pek çok vakıa vardır. Ama biz bir tanesinden bahsedelim. 

Hz. Ali’nin(r.a.) yaşanan hadiselerden ötürü Hz. Muâviye(r.a.) ile arası pek iyi değildir. Ama Hz. Ali’nin(r.a.) ilmi öyle zirvededir ki, tüm bunlara rağmen Hz. Muâviye(r.a.) kendisine gelen ve içinden çıkamadığı fetvaları yine Hz. Ali’ye(r.a.) sormaktadır. Arapça’da “hünsâ-çift cinsiyet” denilen bir olay vardır. O dönemde Hz. Muâviye’ye(r.a.) iki cinsiyeti birden bedeninde barındıran birisi gelir ve kalan miras konusundaki payıyla ilgili ona bir soru sorar. Çünkü o kişinin erkekse farklı pay, kadınsa farklı pay alması gerekir. Hz. Muâviye(r.a.) herkese “Payı iki mi kabul edeceğiz, bir mi?” diye sorar ama kimse cevabı bilmez. En son Hz. Muâviye(r.a.), Hz. Ali’ye(r.a.) fetva için bir mektup yazar ve Hz. Ali(r.a.) bu durum karşısında “Düşmanı bile ilmî bir meselede bize gönderdiği için Allah’a hamd olsun!” diye dua eder. Kendisine gelen soruya yönelikte sıkıntıyı çözüme kavuşturan şu cevabı verir: “O kişi idrarını nerden yapıyorsa o cinsiyete aittir.” İşte bu fetva ileride onlarca meselenin çözümü olmuştur ve Hz. Ali’nin(r.a.) bu şekilde verdiği fetvalar fıkhın çok büyük bir bölümünü oluşturur. Onun içinde Efendimiz(s.a.v.) ona ilmin kapısı der. 

Hz. Ali’nin adaleti

Hz. Ali’nin (r.a.) Adaleti

Sıffîn Savaşı sonrası Hz. Ali’nin(r.a.) meşhur zırhı kaybolur ve Hz. Ali(r.a.) Kûfe’de dolaşırken bir Yahûdinin tezgâhında zırhını görür. Hz. Ali(r.a.) zırhın kendisine ait olduğunu söylese de Yahûdi ‘’Bu benim zırhım!” deyince davalık olurlar. Hz. Ali(r.a.) ile Yahûdi tabiinden dönemin kadısı Şüreyh’in huzuruna çıkıp durumu anlatırlar. Kadı Hz. Ali’ye(r.a.) zırhın kendisine ait olduğuna dair şahidi olup olmadığını sorar. Hz. Ali(r.a.), oğlu Hasan(r.a.) ve hizmetlisi Kamber’i şahit olarak gösterir. Ama kadı “Kişinin ehli kişiye şahit olamaz!” diyerek o şahitleri kabul etmez. Ona torpil yapmaz, o bizdendir demez. Çünkü İslâm’ın adalet anlayışı bunu gerektirir. Neticede Kadı Şüreyh yaşanan hadisede Yahûdinin lehine hüküm verir. Bu yüce ahlakın karşısında ise Yahûdi “Bu nasıl adalet anlayışıdır?” der ve orada iman eder. Yahûdi, zırhı Hz. Ali’ye(r.a.) geri verse de Hz. Ali(r.a.) zırhı almaz ve iman hediyesi olarak ona geri verir. 

Uhud’da Bir İstikamet Yiğidi - Hz. Ali (r.a.) ​

Hz. Ali Savaş Meydanında Düşmana Kılıç Vuracakken Neden Bir Anda Yüzünü Çevirmiştir?

Medine’ye hicretin üçüncü yılında Müslümanlarla Mekkeli müşrikler arasında Uhud Gazvesi gerçekleşmiştir. Müşriklerin sancağını taşıyan aile Abdu’d-Dâr yani Mu’sab b. Umeyr’in(r.a.) ailesidir. Savaş zamanı müşrikler yine kendilerine denk rakip istemiştir. Hz. Ali’nin(r.a.) aklında ise sürekli aynı düşünce dolaşmaktadır: “Eğer ben onların sancaktarlarını öldürürsem onlar bir an önce dağılırlar. Böylece savaş çabuk biter. Çok fazla can kaybı da yaşanmaz.” 

Hz. Ali(r.a.) düşüncesini Efendimiz’e(s.a.v.) açar ve kabul görmesi sonucu Uhud Meydanı’nda düşman safındaki dört sancaktarı arka arkaya öldürür. Onun karşısına en son Ebû Talha çıkar. Hz. Ali(r.a.) onu da ilk kılıç darbesi ile yere düşürür. Lakin tam ikinci darbeyi vuracakken yüzünü ondan çevirir. Sahabiler ilerde soracaklardır: “Ey Ali(r.a.)! Sen orada neden yüzünü çevirdin?” Hz. Ali(r.a.): “Kılıcı vuracakken baktım ki adamın üstü açılmış. O halde gözümü kirletmek istemedim.” diyecektir. Çünkü o bir istikamet insanıdır. Onun istikametten saptığı asla görülmemiştir. 

Hz. Ali’nin Resulullah’a (s.a.v.) olan sevgisi

Hz. Ali’nin (r.a.) Resulullah’a (s.a.v.) Olan Sevgisi

Bir gün Hz. Ali(r.a.), Allah Resûlü’nün(s.a.v.) yanına gider. Efendimiz’i(s.a.v.) açlıktan iki büklüm olmuş halde görünce hiçbir şey konuşmadan huzurdan çıkar. “Yazıklar olsun sana! Resûlullah(s.a.v.) aç, sen bir şey yapmayacak mısın?” diye kendi kendine söylenerek hemen pazara gider. Pazarda bir tüccarın, sepetlerle hurmaları üst üste koyup taşıyacak birisini beklediğini görür. Hemen tüccarla bir miktar hurma karşılığında anlaşır ve oradaki tüm hurmaları taşır. Hz. Ali(r.a.) hurmaları o kadar hızlı taşır ki, hasırlar elini paramparça etmesine rağmen onu fark etmez bile. Kendisi iş bitince söz verilen hurmaları alıp doğrudan Allah Resûlü’nün(s.a.v.) huzuruna gider. Efendimiz(s.a.v.) hurmaları görünce mutlu olur ama birden gözleri Ali’nin(r.a.) kanlı ellerine ilişir. Hz. Ali(r.a.) ellerini saklamaya çalışsa da Efendimiz(s.a.v.) görür ve “Ey Ali! Sen bu işi beni sevdiğin için yaptın. Vallahi ben de seni seviyorum.” der. Beraber oturup hurmaları yerken Allah Resûl’ünün(s.a.v.) gözleri sürekli Hz. Ali’nin(r.a.) kanlı ellerine gider. Bunun üzerine Hz. Ali(r.a.) “Resûlullah’ın(s.a.v.) dikkatini dağıtayım ki bir şekilde ellerimi unutsun.” diye yediği hurmaların çekirdeklerini Efendimiz’in(s.a.v.) önüne koyar. En son hurmalar bitince “Ya Resûlullah(s.a.v.)! Bu hurmaların hepsini sen mi yedin? Ne kadar çok acıkmışsın.” der. Efendimiz(s.a.v.) de “Ya Ali! Sen benden daha çok acıkmış olmalısın ki hurmaları çekirdekleriyle yemişsin.” diye latife eder ve ikisi birlikte gülüşürler. 

Hayber Gazvesi

Efendimiz Hz. Ali’yi Hayber’in Fethinde Neden ‘Ey Ali Yavaş Ol’ Diye Uyardı?

Hz. Ali’nin Hayber’in Fethinde Kale Kapısını Kendisine Kalkan Yaptığı Doğru Mudur?

Hayber’de Hz. Ali’nin Bıraktığı Kapıyı Yedi Kişinin Kaldıramadığı Doğru Mu?

Hicretin yedinci yılı Kurayzaoğullarından sürgün olan, Nadîroğullarından kaçıp gelen, Efendimiz(s.a.v.) tarafından Medine’den kovulan Yahûdiler Hayber’de rahat durmuyorlardı. Medine’de münafıklarla istihbârat kurmuş, sürekli fitne çıkarıyorlardı. Efendimiz(s.a.v.) ise Mekke’yi fethetmek istiyordu. Ama Hayber’i almadan Mekke ile arası bozulursa iki düşmanla uğraşmak zorunda kalacağından önce ihanet merkezi olan Hayber’i dağıtmak istiyordu. 

Hayber’de birçok kale ve binlerce asker vardı. Efendimiz(s.a.v.) o günlerde ciddi biçimde hasta olduğundan ordu komutanlığına Hz. Ebû Bekir’i(r.a.) geçirmişti ve bir sabah Hayber’i kuşatmıştı. Kalelerde bol erzak olduğu için kuşatma süresi epey uzamıştı. Herkesin bir ümit kapısı beklediği esnada Efendimiz(s.a.v.) “Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki o Allah’ı sever, Allah onu sever. Onun eliyle zafer gelecek!” diyordu. Mücâhidlerin hepsini bir merak sarmıştı. Acaba bu büyük şerefe nâil olacak zât kimdi? Her mücâhidin gönlünde uyanan samimi arzu Resûlullah’ın(s.a.v.) elinden mübârek ve şerefli sancağı alabilmekti. Sahabeler o geceyi bu ümitle geçirdiler. Sabah olunca merak ve heyecanları daha da arttı. Bu heyecan ve samimi arzusunu Hz. Ömer(r.a.), “Kumandanlığı o günkü kadar arzu ettiğim zaman olmamıştır.” diye dile getirdi. 

Efendimiz’in(s.a.v.) sancağı devrettiği o kutlu isim, bu olaydan sonra “Murtazâ” lakabını alan Hz. Ali(r.a.)’ydi. Efendimiz(s.a.v.) savaş meydanında Hz. Ali ’yi(r.a.) aradı ama göremedi. “Eyne Ali? – Ali nerede?” diye sorunca diğer sahabeler “Ya Resûlullah(s.a.v.), Ali ’nin gözü hastalıktan kapandı.” dediler. Allah Resûlü(s.a.v.), Hz. Ali’nin(r.a.) yanına gidip şifa duâsı okuyarak mübârek tükürüğünü gözüne sürdü ve o günden sonra Hz.Ali(r.a.)’nin gözüne bir daha hastalık uğramadı. Efendimiz(s.a.v.) ayrıca onun için “Allah’ım! Sıcağın ve soğuğun sıkıntısını bundan gider!” diyerek de duâ etti. Hz. Ali(r.a.) der ki: “O günden sonra ne sıcaktan ne de soğuktan asla rahatsız olmadım.” Gerçekten de Hz. Ali(r.a.) yazın en sıcak günlerde kalın aba giydiği halde bundan rahatsızlık duymazdı. Kışın ise en soğuk günlerde en ince elbiseleri giyer ve asla üşümezdi. 

Sancağını Hz. Ali ‘ye(r.a.) teslim eden Resûl-i Ekrem(s.a.v.) kendisine zırhlı bir gömlek giydirdi ve Zülfikar’ı da beline kendi eliyle bağladı. Sonra da şu emri verdi: “Allah(c.c.) sana fetih nasip edinceye kadar çarpış. Sakın arkanı dönme. “Kahraman Hz. Ali(r.a.) mübarek sancak elinde, heyecanla ilerliyordu. Bir müddet gittikten sonra “Yâ Resûlullah(s.a.v.), ben onlarla neyi gerçekleştirmek için çarpışacağım?” diye sordu. Kâinatın Efendisi’nden(s.a.v.) şu cevap geldi: “Allah’tan(c.c.) başka ilah ve ibadet edilecek bulunmadığına ve Muhammed’in(s.a.v.) Allah’ın Resûlü olduğuna şehadette bulununcaya kadar onlarla çarpış. Onlar bunu yaptıkları takdirde, can ve mallarını kurtarmış olurlar. Kalplerindekilerin hesabı ise Yüce Allah’a aittir.” Bu cevabı alan Hz. Ali(r.a.) kararlılık ve sevinç dolu bir sesle “Yâ Resûlullah(s.a.v.), onlar Müslüman oluncaya kadar kendileriyle savaşacağım!” dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz(s.a.v.) şöyle buyurdu: “Onların kalelerinin yanına varıncaya kadar vakar içinde ilerle. Sonra onları İslâm’a dâvet et. Müslüman oldukları takdirde mükellefiyetlerini bildir.” 

Hz. Ali(r.a.) sancağı aldığı gibi naralar atarak Hayber’in kapılarına doğru yürüyecekken bu kahramanlık karşısında Allah Resûlü(s.a.v.) “Ali, yavaş ol!” diye onu uyardı ve “Ey Ali! Senin elinle bir kişinin hidâyete ermesi, yeryüzünde bulunan ve güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.” diye ekledi. 

Hz. Ali(r.a.) kalenin kapısına geldiğinde kapıyı öyle zorladı ki elindeki kalkanı paramparça oldu. Bunun üzerine düşmanın ok yağmurundan kendisini korumak için kalenin bir kapısını kendisine kalkan yaptı ve savaşmaya devam etti. Bu arada Hayber Yahûdilerinin en cesuru kabul edilen Merhab, kardeşinin de öldürülenler arasında olduğunu duyunca askerleriyle birlikte kaleden çıktı. Üzerinde iki kat zırh gömlek vardı. İki kılıç kuşanmış, başına da iki sarık sarmıştı. Bu heybetli görünüşüyle “Ben, kükreyip geldikleri zaman çoğu kere aslanları bile kılıçla, mızrakla yere seren adamımdır!” diye haykırıp övünüyordu. Cesaret kahramanı Hz. Ali(r.a.), duyduklarına aldırış etmeden ona şu mukabelede bulundu: “Ben de annemin bana Haydar (arslan) adını taktığı adamım! Cesarette, ormanlardaki en heybetli arslanlar gibiyimdir. Sizi yaşatmayacak, yere sereceğim!” 

Yapılan teke tek vuruşmada, Yahûdilerin en kuvvetli adamı olan Merhab, “Esedullah” (Allah’ın arslanı) unvanının sahibi olan Hz. Ali(r.a.) karşısında daha fazla direnemedi ve kafası Zülfikarla ikiye bölünerek yere düştü. Manzarayı gören Efendimiz(s.a.v.) mücâhidleri müjdeledi: “Sevininiz! Hayber’in fethi artık kolaylaştı.” 

Hz. Ali’nin(r.a.) savaştaki durumunu İbn-i Hîşam bizlere “Ali ’nin(r.a.) savaş bitince yere attığı kapıyı yedi kişi yerden kaldıramadı.” diye naklediyor. 

Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Fâtima’nın (r.a.) Evliliği

Hz. Hüseyin Ve Hz. Hasan’ın İsmini Kim Koydu?

Hz. Ali İle Hz. Fâtıma’nın Kaç Çocuğu Olmuştur?

Hz. Ali’den (r.a.) Resulullah’ın (s.a.v.) Kokusu Geliyor

Hz. Hatice(r.a.) validemiz, Efendimiz(s.a.v.) ile evliliğinden önce iki kez evlenmiş, bu evliliklerin ilkini Benî Temîm’den Ebû Hâle, ikincisini de Benî Mahzûm’dan Atîk (Uteyyik) ile yapmıştır. Bazı kaynaklar, Hz. Hatice’nin(r.a.) Ebû Hâle’den iki erkek, Atîk (Uteyyîk)’ten bir kız olmak üzere eski eşlerinden üç çocuğu doğduğunu rivayet etmektedir.  (İbnü’I-Cevzî, Muntazam, 2/316; Halebî, insânü’l-Uyûn, 1/156) 

Hatice(r.a.) annemizin oğullarından birisi Hz. Hasan’ın(r.a.) “dayıcığım” dediği Hind bin Ebû Hâle(r.a.)’dir. Hind bin Ebû Hâle(r.a.), Hatice(r.a.) annemiz vefat edince Efendimiz’in(s.a.v.) yanından, Efendimiz(s.a.v.) vefat edince de Hz. Ali’nin(r.a.) yanından hiç ayrılmamıştır. Kendisi Cemel Vak’ası’nda bile Hz. Ali’yi(r.a.) yalnız bırakmamış, onun safında şehit olmuştur. Onun Hz. Ali’ye(r.a.) böyle derinden muhabbetini gören Allah Resûl’ünün(s.a.v.) başka sahabeleri “Ey Ebû Hâle! Nedir bu sendeki Hz. Ali bağlılığı? Neden onun arkasından hiç ayrılmıyorsun?” dediklerinde Ebû Hâle onlara “Yoksa siz hissetmiyor musunuz? Bakın Hz. Ali’den(r.a.), Efendimiz’in(s.a.v.) kokusu geliyor!” demiştir. 

Hz. Ali (R.a) Videolarına kanalımızdan ulaşabilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=BEavfY9vVvw

Yazar : Mehmet Yıldız

BENZER MAKALELER