Hudeybiye Barış Antlaşması
Peygamber Efendimiz(s.a.v.), on küsur yıl Mekke’de kalıyor. Oradan Medine yani Yesrib’e göçüyor. Oraya göçtükten sonra Mekke’de ve etrafta ne kadar kabile varsa, hepsi toplanıyor ve diyorlar ki: “Gidelim Medine’yi yerle bir edelim ve oradakilerin hepsini öldürelim.” Ordularını toplayıp Medine’ye doğru yola çıkıyorlar. Haberi alan Peygamber(s.a.v.) ashabıyla istişare ediyor. O esnada Selman-ı Farisi(r.a.): “Ya Resulallah benim bir fikrim var. İki dağın arasına bir hendek kazalım gelenler geçemesin” diyor.
Sahabeler altı gün boyunca Medine’nin etrafını kazıyorlar. Mekke’dekiler Medine’nin tamamından daha kalabalık gelip şehrin yakınlarına konuşlanıyorlar ve: “Elbet bunlar acıkacak, susayacak, yerlerinden çıkacak, çıkınca da öldüreceğiz.” diyorlar. Öyle dolmuşlar ki beşikteki bebeği kesecek kadar kinli geliyorlar. Aradan yirmi beş gün geçiyor, Mekkelilerin kendi suları bitiyor. Cenab-ı Allah(c.c.), rüzgârla çadırlarını yıkıyor ve Mekkeliler geri dönmek zorunda kalıyorlar. On bir ay sonra Efendimiz(s.a.v.) hutbeye çıkıp diyor ki: “Bir rüya gördüm. Rüyamda saçlarımızı tıraş ediyor, kurbanlar kesiyorduk.” Bu hac demek, umre demek.
Ahzab Savaşı’ndan on bir ay sonra 1.400 sahabe, Mekke’ye gitmek için hazırlanıyor. Efendimiz(s.a.v.) Mekke’deki ahvali öğrenmek için oraya bir haberci gönderiyor. Haberci bakıyor ki Mekke’nin girişine attığını uzaktan ıskalamadan vuran ehabişler dizilmiş, Resulullah(s.a.v.) ve ashabını bekliyor, hemen bunu Allah Resulü’ne(s.a.v.) bildiriyor. Efendimiz(s.a.v.) ashabıyla beraber Asfan denen yere geliyor ve orada onlarla istişare ediyor.
“Ne yapalım, fikriniz nedir?”
İçlerinden birisi çıkıyor ve: “Ya Resulullah! Kıvrımlı bir yol, o yolda ise sivri, kızgın kayalar var. Oradan ne insan geçer ne de hayvan ama biz geçelim.” diyor. İhramları üzerinde olan sahabeler sırasıyla o yolda kayaları kırıyor, ihramları beline kadar kan olan ekip geri dönüyor, bu sefer bir başka ekip geliyor, bu şekilde ilerliyorlar. Sahabeler kayaları kırmaya devam ederken Peygamber’in(s.a.v.) devesi Kasva dizinin üzerine çöküyor, bir yerde duruyor. Hatta sahabeler “Kasva bozuldu herhalde” diye kendi aralarında espri yapıyorlar. Resulullah(s.a.v.): “Fili durduran ayetler, Kasva’yı da durdurdu.” buyuruyor. Efendimiz(s.a.v.) ve sahabeler Hudeybiye’de dinlenmeye geçiyorlar. Kıvrımlı olan bu bölgede hiçbir şey yok sadece bir tane kuru su kuyusu var. Allah Resulü(s.a.v.) o kuyudan abdest alınca kuru bölge komple suyla doluyor, böylelikle hayvanlar, insanlar herkes oradan besleniyor.
Allah Resulü’nün(s.a.v.) Hudeybiye’de konaklamasının bir sebebi var. Normal şartlarda Mekkeliler, Efendimiz(s.a.v.) ve ashabını nerede yakalasalar öldürecekler ama o dönem Mekke’de şöyle bir kural var. Mekke tüm ticaret yollarının geçtiği bir belde olduğu için Mekke’nin içinde birini öldürmek yasak. Bütün tüccarlarla bu anlaşmayı yapmışlar. Hudeybiye’de Mekke’nin içi sayılıyor, o yüzden Efendimiz(s.a.v.) ve ashabını da öldüremiyorlar. Ama boş da durmuyorlar Efendimiz’in(s.a.v.) bulunduğu yere, gece seksen tane suikastçı gönderiyorlar. Sahabeler o seksen suikastçının hepsini de yakalıyor. Resulullah(s.a.v.) suikastçilerin yüzlerini açıp Mekke’ye gönderiyor ki utansınlar. Bizlerin buradaki psikolojiyi iyi anlaması lazım. Gönderdiği adamlar daha on bir ay önce bu sahabelerin çocuklarını kesmek isteyen adamlar. Hal böyle olunca sahabe “Hep merhamet, hep vicdan nereye kadar?” diye biraz ateşlenmeye başlıyor.
Gelişmeler üzerine Mekkeliler tekrar toplanıp “Ne yapalım?” diye istişare ediyorlar. Taif’in reisi Urve’yi, Efendimiz’e(s.a.v.) gönderiyorlar. Urve yaşlı, kibirli bir adam. Geliyor Resulullah’a(s.a.v.): “Biz koca bir kabileyiz! Siz ise üç tane o kavimden, beş tane bu kavimden toplanmış bir avuç adam. Bu kadar adamla mı yeneceksin bizi?” diyor.
Daha sonra Urve ile Hz. Peygamber(s.a.v.) meseleleri konuşmak için diz dize oturuyorlar. Bu bir Arap adetidir, dizler birleştirilir, dip dibe gelinir, konuşurken yaşı büyük olan küçük olanın sakalını çekebilir. Konuşma esnasında tam Urve elini uzatıyor, Hz. Peygamber’in(s.a.v.) sakalını çekecek, yukardan bir kılıç darbesi ile uyarı geliyor. Çekiyor elini ama alışkanlık, eli hep Resulullah’ın(s.a.v.) sakalına gidiyor. Aynı vaka üçüncü kez yaşanınca yukarıdan bir uyarı daha geliyor. “Bir dahaki denemende o elini bulamazsın.” Urve kılıcı uzatanın kim olduğunu öğrenmek için dönüyor ki kılıcı uzatan kendi yeğeni Amr.
Urve, Mekke’ye dönüyor ama Kureyşliler o kadar kibirli ki çoğu dinlemek bile istemiyor, “hepsini öldürelim gitsin” diyenler çoğunlukta, ileri gelenlerden birkaçı Urve’ye söz veriyor. Urve diyor ki: “Ben çok kral gördüm ama yüzüne bakıldığında gözlerine bakılamayan, o konuştuğunda rüzgârın sesini kıstığı böyle bir zat hayatımda görmedim. Sakın savaşmayın! Deyin ki: ‘Umreyi bir yıl sonraya erteleyin.’ Savaşırsanız bunlar sizi yener.”
Efendimiz(s.a.v.) ve ashabı 1.400 kişi, Medine’den geldiler, Bedir’de, Uhud’da, Ahzab’da savaştılar. Kureyşliler onları kıtır kıtır doğramak istiyor ama Taif’in reisi Urve gibi kibirli mi kibirli bir adam: “Bunlardan korkun, bunlar sizi yener.” diyor. Urve’nin sözlerine rağmen Mekkeliler yine durmuyor bu sefer de “Hatübü-l Kureyş”i yani Süheyl’i gönderiyorlar. Tamamen İslam karşıtı olan bu adam hatip ve hiç susmadan her yerde İslam aleyhinde propaganda yapıyor. Efendimiz(s.a.v.) Süheyl ile oturuyor. Süheyl’in iki oğlu var biri Abdullah diğeri ise ebu Cendel. İkisi de Müslüman ama ebu Cendel dört yıldır zindanda babası tarafından işkence görüyor. Süheyl siyaseten büyük bir adam olduğundan oğlunun Müslüman olmasını kaldıramıyor onun için de işkence ediyor.
Süheyl, tam Hz. Peygamber(s.a.v.) ile oturuyor: “Bu yıl olmaz, seneye gelin, umrenizi, haccınızı yapın.” diye anlaşma yapacaklar, Hz. Ali(r.a.), anlaşmaya Allah’ın Elçisi Muhammed(s.a.v.), yazınca Süheyl diyor ki: “Ben bunu kabul etsem burada ne işim var? Silin o ifadeyi.” Hz. Ali(r.a.); “Ben silemem ya Resulallah.” deyince Efendimiz(s.a.v.) Hz. Ali’nin(r.a.) işaret ettiği kısmı mübarek parmağıyla kendisi siliyor. Anlaşma şartlarından birisi bu. İkincisi ise Müslümanlar umreyi bir yıl sonra yapacaklar.
Bizim bu acıyı iyi anlamamız lazım! Düşünsenize ihramınızı giymiş tam adımınızı atacaksınız, biri size diyor ki: “Bu yıl gelme, seneye gel.” Dayanması çok güç. Anlaşmanın bir diğer maddesi ise: “Mekke’den birisi Efendimiz’e teslim olursa Kureyşlilere iade edilecek.” Tüm bu maddelerden sonra Hz. Ömer(r.a.) çok sinirleniyor. Tam o sırada Allah’ın(c.c.) hikmeti, dört yıl zindanda kalmış Süheyl’in oğlu ebu Cendel zindandan kaçıyor. “Ya Resulallah sana geldim.” diyerek Efendimiz’e(s.a.v.) sığınıyor ama ne çare ki anlaşma imzalandığı için geri verilmek durumunda kalınıyor.
Ebu Cendel: “Ya Resulallah bana zulmetsinler diye mi, beni bunların eline veriyorsun?” deyince Allah Resulü(s.a.v.): “Sabret ya ebu Cendel, Allah sana bir kapı açacak.” buyuruyor. Hz. Ömer(r.a.) sinirden duramıyor artık, atının yanına gidip kılıcını alıyor, ebu Cendel’in yanına geliyor: “Vursana babanın müşrik kellesini şu kılıçla.” diyor. Ebu Cendel: “Sen niye vurmuyorsun ya Ömer?” diyor. Hz. Ömer(r.a.): “Bana Allah Resulüyasakladı.” deyince ebu Cendel: “Allah Resulü’nün sana yasakladığını ben yapmaktan haya ederim.” diyor. Hz. Ömer(r.a.) sinirden Peygamber-i Zişan’ın(s.a.v.) karşısına dikiliyor.
“Ya Resulallah sen hak peygamber değil misin?”
“Evet öyleyim.”
“Bizim yolumuz hak, onların ki batıl değil mi?”
“Evet öyle.”
“O zaman neden bu anlaşmayı imzaladık?”
Hz. Ömer(r.a.) bu soruyu haşa Efendimiz’in(s.a.v.) peygamberliğinden şüphe ettiği için değil olayın mahiyetini anlamak için soruyor. Yaşadıklarını bir düşünsenize, Bedir var, Uhud var, 1.400 kişi bacakları kanayana kadar yürümüşler, seksen tane suikastçı gelmiş. Ebu Cendel’e işkence yapılıyor ve biz hiçbir şey yapamıyoruz. Efendimiz(s.a.v.) tüm bu yaşananlardan sonra “Haydi dönüyoruz!” buyuruyor ve üzeri ihramlı 1.400 sahabe haclarını yapamadan geri dönüyor. Dönerlerken bir yerde duruyorlar ve Efendimiz(s.a.v.): “Haydi saçlarınızı tıraş edin, kurbanlarınızı kesin.” buyuruyor ama sahabelerin hiçbiri yapmıyor.
Hz. Peygamber(s.a.v.) Ümmü Seleme(r.a.) validemizi çağırıyor: “Ya Ümmü Seleme, sahabeler söylediklerimi yapmıyorlar, ne yapalım?” diyor. Ümmü Seleme(r.a.) annemiz: “Ya Resulallah sen kes onlar da kesecektir.” diyor. Resulullah’ın(s.a.v.) saçını ve kurbanını kesmesi üzerine sahabeler de saçlarını ve kurbanlarını kesiyor.
Kurbanını kesen bu 1.400 sahabe bir de Efendimiz’in(s.a.v.) buyruğu ile kurban etlerini Mekke’ye gönderiyor. Yola devam ediyorlar. Hani Hz. Ömer(r.a.) olayın mahiyetini anlamak için Efendimiz’e(s.a.v.) sinirle bir sual etmişti ya, onun üstüne üç kere Allah Resulü’nün(s.a.v.) yanına gidiyor: “Ya Resulallah beni bir dinler misin?” diyor. Ama üçünde de Allah Resulü’nden(s.a.v.) cevap yok, dönüp bakmıyor bile. Bunun üstüne Hz. Ömer(r.a.) kafilenin en arkasına geçiyor. Ashaba dönüyor ve: “Anama söyleyin gayrı Ömer ölüdür.” diyor.
Bir süre sonra Resulullah(s.a.v.): “Ömer’i çağırın.” diyor. Hz. Ömer(r.a.) Allah Resulü’nün(s.a.v.) yanına geliyor ve şöyle naklediyor: “Ben Hz. Muhammed’i(s.a.v.) hiç bu kadar nurlu ve mutlu görmemiştim.” Meğer Hz. Ömer(r.a.) Resulullah’ın(s.a.v.) yanına gittiğinde ayet iniyormuş ondan cevap vermemiş Allah Resulü(s.a.v.). Hz. Ömer(r.a.): “Ya Resulallah ne oldu, bu güzel haber de ne?” deyince Efendimiz(s.a.v.): “Ayet indi ey Ömer! İnnâ Fetahnâ Leke Fethan Mubînâ. Şüphesiz biz Sana apaçık bir fetih verdik.” buyuruyor.