Şeytan Kötü Olmayı Kendisi mi Seçti?

Şeytan Kötü Olmayı Kendisi mi Seçti?

Şeytan Kötü Olmayı Kendisi mi Seçti?

Küllî İradeyi de Yaratan Allah, Cüz’i İradeyi de Yaratan Allah ise, Ben Nasıl Tercih Yapıyorum?

Yaptığım Tercihlerden Nasıl Sorumlu Oluyorum?

Bu İki Hal, Birbirine Zıt Değil mi?

İrade, küllî ve cüz’î olmak üzere ikiye ayrılır. İnsanın iyi veya kötüye, hayır veya şerre yönelik işleri yapıp yapmamaya dair tercih kullanabilme yetisine cüz’i irade denir. Külli irade ise sonsuz işi aynı anda dileyebilen Allah’ın mutlak iradesidir. İnsanda olan cüz’i iradenin içerisinde, emr-i itibari denilen bir mekanizma vardır. Emr-i itibarinin tek başına vücudu yoktur ama vücudu olmadığı halde başka bir unsurun vücudu ile ortaya çıkabilme özelliği vardır. İşte vücudu olmayan emr-i itibari insanın tüm tercih dürtülerini yönlendiren sistemin adıdır. 

Emr-i itibari’ye dair birkaç örnek verelim. 

Ekvator çizgisi denilen bir çizgi olduğunu coğrafya derslerinde hepiniz duymuşsunuzdur. Normalde böyle bir çizgi yoktur ama insan beyni, soyut olan coğrafî bilgileri daha rahat anlasın diye böyle bir çizginin varlığından bahsedilir. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Ekvator çizgisinin bizim zihnimizde canlanması için o çizginin başka bir unsurun vücuduna ihtiyacı vardır: Dünyanın! İşte, ekvator çizgisinin aslen var olmayıp dünyanın varlığı ile vücud buluyor olması bir emr-i itibari örneğidir. Çünkü emr-i itibarinin aslen varlığı yoktur. Varlık sahasına çıkabilmesi için başka bir şeyin varlığına ihtiyacı vardır. 

Elinizde bir bardak, önünüzde de bir masa olduğunu düşünelim. İlk olarak bardağı masanın üstüne koyun ve kendinize sorun: 

-Bardak nerede? -Masanın üstünde. 

Şimdi aynı bardağı alın, masanın altında bir yere koyun ve yine sorun kendinize: 

-Masa nerede? -Bardağın üstünde. 

Farkındaysanız her diyalog ifadesinde de tekrar ettiğimiz bir kelime var: “Üst!” 

Şimdi size esas soru: “Bu bardak ve masa olmasa biz üst diye bir kelimenin varlığından bahsedebilir miyiz?” Eğer “Ben konuşurum!” diyen varsa hadi bana elinde ve önünde kıyas yapabileceği herhangi bir şey olmadan “üst” ifadesini bir göstersin de yolumuza öyle devam edelim. 

Kıyas olmadan “üst” kelimesini kullanmamız mümkün değil. Neyin neye üstü? 

-Peki, üst kelimesinin varlığı var mı? 

-Yok. 

-Masanın ve bardağın varlığı var mı? 

-Var. 

İşte, varlığı olmayan “üst” kelimesinin, varlığı olan masa ve bardakla varlık sahasına çıkıp varmış gibi zikrediliyor olması ile, cüz’i iradenin varlığıyla seçimlere değer atfedebilmek için ortaya çıkan emr-i itibarinin zikredilmesi aynı şeydir. 

Evinizin balkonundan sokakta yürüyen bir arkadaşınızı gördüğünüzü ve “Yukarı gel de çay içelim.” diye seslendiğinizi varsayalım. Sizin arkadaşınıza “Yukarı gel.” demenizin sebebi, evinizin balkonunun zeminden yüksek olmasıdır. Aslında “yukarı” diye bir yer yoktur. Neye “yukarı” desek, her şey birbirinin üzerinde olacaktır. “Yukarı” denen şeyin varlığı, bir şeylerin varlığından sonra ortaya çıkmak durumundadır. Çünkü aynı çağrıyı üst komşumuza yapacak olsaydık bu sefer “Yukarı gel.” değil “Aşağı gel.” diyecektik. Bakın bir anda nasıl da değişti “yukarı” kavramı. O halde kendimize şu soruyu sormamız gerekir: “Biz yukarıda mı oturuyoruz, yoksa aşağıda mı?” Cevap verebilir misiniz, veremezsiniz değil mi? Çünkü bu durum ne ile kıyasladığınıza göre değişir. Günlük konuşmalarımızı böyle yığınla kelime üzerine bina ederiz. “Alt, üst, sağ, sol, aşağı, yukarı…” Bunların gerçekte kendilerine has bir varlık alanları yoktur. Biz böyle itibar edip daha rahat algılayabilelim diye böyle kabul ettiğimizden bunlara emr-i itibari denir. 

Peki emri itibari ile işlediğimiz günahların bağlantısı nasıldır? 

Mesela cüz’i irademizle tercih yapıp içki içtiğimizi düşünelim. 

Bu fiilde içkiyi kim yaratıyor? 

-Allah. 

Peki, içki içme meylini kim yaratıyor? 

-Vücudu yok ki yaratılsın! 

Orada emr-i itibari adını verdiğimiz dürtü var. İşte o dürtüyü Cenab-ı Allah yaratılışta senin mahiyetine koymuş. Bu fiilde arzu etme, meyletme, isteme tasarrufu tamamen senin elinde. Sen cüz’i iradende bulunan emr-i itibari ile içki içmek istedin. Allah da küllî iradesi ile içki içmene müsaade edip kudretiyle o fiili yarattı. İşte bu günah silsilesinde günahı yaratan Allah ama tercih eden Allah değil, sen olduğun için, eylemlerinden sen mesulsün. 

Şimdi de zina etmek isteyen birisini düşünelim. 

Bu fiilde zinayı kim yaratıyor? 

-Allah. 

Zina edecek kişileri kim yaratıyor? 

-Allah. 

Peki, zina etme meylini kim yaratıyor? 

-Vücudu yok ki yaratılsın! O meyil senin içinde var. 

Sen bu fiilde, cüz’i iradenle zina etmek istedin. Allah da küllî iradesi ile zina etmene müsaade edip kudretiyle o fiili yarattı. Bu durumda yine günahı yaratan Allah ama tercih eden sen olduğun için mesuliyet sahibi sensin. 

Günlük hayatta işlediğimiz gıybet, yalan, faiz, namazı ihmal gibi hangi günahın varsa hepsinde aynı soruları sor kendine ve yanıtla. Sonuç asla değişmeyecektir. 

Mesulüm! Mesulsün! Mesulüz! 

Bu kadar örnekten sonra artık şu soruya da yanıt bulabiliriz. Şeytan kötü olmayı kendisi mi seçti? 

-Evet! 

Peki, ne ile? 

-Emr-i itibari ile! 

Şeytan Kötü Olmayı Kendisi mi Seçti?

Emr-i itibariyi bir varlık olarak kabul edersek, mahlûkatın tamamının yaratıcısı Allah olduğundan bunu da yaratanın Allah olduğunu kabul etmek zorundayız demektir. İçki içme örneğini düşünürsek, kişide oluşan içki içme meylini de Allah yaratmıştır, deriz. Burada ise cüz’i irade ve meyil tamamen göz ardı edilmiş olur ve kulun cezalandırılması adaletsizlik olur. Mantıken böyle bir durumda kulun cezasız kalması gerekir. Bu durumda burada büyük bir tezat oluşur. Çünkü Allah insana hem görmek fiilini verip hem de ‘’Bakarsan seni cezalandırırım’’ dese bu zulüm olur. İnsan günlük yaşantısında kendi iradesi ile tercih ettiği şeylere bakarak da, emr-i itibarinin müstakil bir mahlûk olarak yaratılmadığını kolaylıkla anlayabilir. 

Mesela ben şu an makale yazmak istiyorum ve yazıyorum. Beni buna kimse zorlamıyor. Yarım saat önce de canım kahve içmek istedi ve içtim. Aynı şekilde siz de şu an makale okumak istediğiniz için okuyorsunuz. Bunu size yaptıran bir zorunluluk yok. Okumak istemediğiniz zaman da makaleyi kapatıp canınızın istediği bir şeye yöneleceksiniz. Dilerseniz namaz kılar, dilerseniz içki içebilirsiniz. Hepsinin seçimi sizin elinizde… Zaten eğer seçim hakkı sizde olmasaydı bu dünyada olmanızın bir anlamı kalmazdı. Zira bu dünya imtihan dünyasıdır ve emr-i itibarinin yaratılmış bir mahluk olduğunu kabul ettiğimizde, imtihandan bahsedilemez. Çünkü meyili ve olayı Allah yaratmış olacağından ortada insanı sorumlu kılacak bir şey kalmaz. Bu ise yaratılışın gayesine terstir. İmtihanın sırrı, emr-i itibarinin vücudunun olmadığına bir delildir. Bu imtihan dünyasında sonucu, insanın ömrü boyunca yaptığı tercihler belirleyecekse eğer, emr-i itibari ahiretimizin merkezini oluşturmaktadır. 

 

Yazar : Mehmet Yıldız

BENZER MAKALELER