Hendek Savaşının Çıkma Sebebi Nedir?
Hendek Savaşı Kimler Arasında Yapıldı?
Hendek Kazma Fikrini Veren Sahabe Kimdir?
Amr B. Hûd İle Hz. Ali’nin İnanılmaz Mücadelesi
Efendimiz’in(s.a.v.) müşriklerle yaptığı en önemli savaşlardan birisi de Hendek Savaşı’dır. Bu savaş Uhud Savaşı’ndan iki yıl sonra, Hicret’in beşinci yılında cereyan etmiştir. Kureyş müşrikleri Uhud Savaşı’nda zahiren bir zafer kazanmışlardı ama Müslümanların gücünü kıramamışlardı. Tam tersine Müslümanlar Medine’deki birlik ve beraberliklerini sağlamlaştırmış, askerî anlamda daha güçlü bir hâle gelmiş, gün geçtikçe güçlerine güç katmışlardı. Hatta Mekke müşriklerinin Mısır, Suriye ve Irak yönündeki kervan yollarının hepsi kapatılmıştı. Müslümanların bölgeye hâkim bir güç olmaya başlaması İslâm’a katılanların sayısını da bir hayli artırmıştı. İslâm’ın bu gözle görülür güçlenişi karşısında Müslümanların başlıca düşmanlarından olan Yahûdiler, düşmanca faaliyetlerine hız verdiler ve aralarında görüş birliği sağlayarak Kureyş ve diğer müşrik kabilelerle birleşmenin yollarını aramaya başladılar. Yahûdilerden oluşan bir heyet Mekke’ye gelerek Kureyş’e, ortak düşmanları olan Müslümanlara birlikte saldırmayı, Efendimiz’i(s.a.v.) ve İslâm’ı ortadan kaldırmayı teklif ettiler. Ticaret yollarının kesilmesiyle ekonomik bir çıkmaza düşen ve içlerinde hâlâ Bedir’in acısını taşıyan müşrikler bu teklifi olumlu karşıladılar. (Taberî, Tarihu’t-Taberî, Mısır,1961, II, 564-5.) Yahûdi heyeti ve Kureyş’ten seçilen elli adam Kâbe örtüsünün altına girip göğüslerini Kâbe duvarına dayayarak tek başlarına kalıncaya kadar Müslümanlarla savaşmaya yemin ettiler. Artık tek düşünceleri vardı; bu savaşı kazanmak ve İslâm’ı ebediyyen yok etmek. (İbnü’l-Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye, Beyrut, 1407/1987, II, 254, 255.) Yahûdiler Kureyş ile anlaştıktan sonra Necid’e giderek Benî Süleym ve Gatafân kabilelerini de bu ittifaka dâhil etmeye çalıştılar. Gatafân Kabilesi Hayber’in bir yıllık hurmasının yarısı karşılığında Müslümanlara karşı savaşmayı kabul etti. Daha sonra diğer Arap kabilelerini gezerek putperestliğin İslâm’dan üstün olduğunu fakat Müslümanlarla savaşılmadığı takdirde putperestliğin sonunun yaklaştığı propagandasıyla onları savaşa kışkırttılar. Bu propagandaları sonunda Fezâre, Süleym, Sa’d ve Esedoğulları kabileleri de ittifaka katıldı. (Taberî, a.g.e., II, 566.) Savaş hazırlıklarına başlayan Kureyş; üç yüz at, bin beş yüz devenin bulunduğu dört bin kişilik bir ordu donattı. Buna Yahûdi ve diğer Arap kabilelerinin kuvvetleri de eklenince yaklaşık on bin kişilik bir ordu meydana geldi. Bu büyük ordu İslâm’a son ve öldürücü darbeyi vurmak, Allah’ın nurunu söndürmek niyetiyle Medine’ye yöneldi. Arap Yarımadası belki de o zamana kadar böyle büyük bir orduya şahit olmamıştı. (İbni Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, Mısır, 1375/1955, II, 214, 216, 220)
Efendimiz(s.a.v.) müttefiklerin girişimini haber alır almaz derhal bir savaş meclisi topladı. Mecliste düşmana karşı ne gibi tedbirler alınması, nasıl bir savaş taktiği izlenmesi gerektiği konusunda istişareler yapıldı. Ashâbın çoğu Medine’yi içerden savunmanın uygun olacağı görüşündeydi. Bu görüş benimsendikten sonra, daha iki hafta önce Müslüman olan ve Efendimiz’in(s.a.v.) “O da benim ehli beytimdendir.” dediği Selmân-ı Fârisî(r.a.) Hazretleri, “Bizim oralarda bir şehir üstün askerî kuvvetlerle kuşatıldığı zaman, daima çevresine bir hendek kazılır ve şehir bu şekilde savunulur.” şeklinde görüş bildirince Efendimiz(s.a.v.) bu fikri uygun gördü ve savunma planının bu doğrultuda hazırlanmasını emretti. Bunun üzerine Müslümanlar 5,5 km uzunluğunda, 9 m genişliğinde, 4,5 m derinliğinde hendekler kazdılar.
Düşman ordusu savaş meydanına çok kalabalık gelmişler ama istedikleri başarıyı elde edemeyip beklemeye geçmişlerdi. Zaman geçtikçe su ve erzak yokluğu, kum fırtınalarının da bastırması sonucu düşman kendi aralarında ayrılıklara düşmeye başlamıştı. Savaş taktiği gereği hendeklerin bazı kısımları, cesur savaşçılar hendeği atlayıp karşı tarafa geçsin ve öldürülmesi kolay olsun diye dar yapılırdı. İşte bu savaşta da Mekke müşriklerinden lakabı “Bin Savaşçıya Bedel” olan meşhur savaşçı Amr b. Hûd hendeğin dar bir yerinden geçti ve bir uçta durup karşısına rakip istedi. Amr Mekke’nin en iri adamlarından birisiydi. O dönem Mekke’de cüsse büyüklüğünde bir Hz. Ömer’in(r.a.) bir de onun adı zikredilirdi. Kendisinin çok savaş tecrübesi vardı ve hendekten karşıya geçince “Hadi gelsenize savaşalım. Hani sizden biri ölürse cennete, bizden birisi ölürse cehenneme gidiyormuş ya. Hadi içinizden biri çıksın ve bana göstersin. Ne oldu korktunuz mu?” diye bağırmaya başladı. Bu bağırma karşısında o günlerde yirmi beş yaşında olan Hz. Ali’nin(r.a.) eli kalktı ama Efendimiz(s.a.v.) onu göndermek istemedi. Efendimiz(s.a.v.) “İclisi Ali, innehû Amr! Otur ey Ali, o Amr’dır!” dedi. Amr bağırmaya devam ediyor, Hz. Ali(r.a.) her seferinden gitmek istiyordu. Efendimiz(s.a.v.), üç kez Hz. Ali’yi(r.a.) oturtsa da Hz. Ali(r.a.) ısrar etti ve “O bin savaşçıya bedelse ben de Haydar-ı Kerrârım! Ya Resûlullah(s.a.v.), benim kalkmam lazım.” dedi. Efendimiz(s.a.v.) kabul etti ve ellerini semaya kaldırarak: “Allah’ım! Uhud Meydanı’na amcam Hamza’yı gönderdim geri gelmedi ama ne olur Sen bana Ali’yi geri gönder!” diye dua etti. Amr karşısında Hz. Ali ’yi(r.a.) görünce korktu ve “Baban dostumdu. Onunla bir hukukum var. Sen git başkası gelsin!” dedi. Hz. Ali(r.a.) “Sözleri bırak, işimize bakalım!” diye karşılık verince Amr sinirlendi. Çünkü onda da bir kahramanlık damarı vardı. Amr b. Hûd, Hz. Ali’yi(r.a.) korkutmak için atından iner inmez atının ayaklarını kesti. İkisi de ciddi birer savaşçı olduklarından öyle hızlı hamleler yapıyorlardı ki ortalık bir anda toz duman oldu ve verdikleri mücadeleyi kimse göremez hale geldi. Bir ara Hz. Ali(r.a.) o toz bulutundan çıktı ve birkaç dakika sonra tekrar toz bulutunun içine girdi. Mücadele biterken içerden tekbir sesinin gelmesiyle anladılar ki Hz. Ali(r.a.), Amr’ı öldürmüştü. Ama zihinlerde bir muamma vardı. “Hz. Ali(r.a.) savaşın ortasında neden dışarı çıkmıştı?”
Sahabeler sordular: “Ya Ali! Sen savaşırken bir ara neden dışarı çıktın?”
Hz. Ali(r.a.): “Tam kılıcımı çekince Amr yüzüme tükürdü, çok sinirlendim. O anda kılıcı indirsem ‘Acaba nefsim için mi öldüreceğim?’ diye endişe ettim. Dışarı çıkıp kendi kendime sordum. Acaba hâlâ İslâm için mi mücadele ediyorum, yoksa nefsime bir zarar geldiği için mi? Allah için olduğuna kanaat getirince içeri girdim.” buyurdu.