İslam’da İktisad
Müslümanlardan Ve Gayrimüslimlerden Vergi Nasıl Alınır?
Vergiler Neye Göre Belirlenir?
Hz. Ömer Savaştan Elde Edilen Toprakları Neden Ganimet Statüsünün Dışında Bırakmıştır?
İslâm’da iktisadi durumlar Enfâl ve Haşir Sûreleri’ndeki bazı âyetler olan “Fey” âyetleri ile belirlenmiştir. Fey: “Haraç, cizye, ticaret rusûmu, düşmandan savaşsız elde edilen ganimet, beytü’l-malde bulunan herhangi bir mal.” anlamlarına gelmektedir. Bunlara hüküm veren âyetlere de “Fey Âyetleri” denir. (ez-Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâm; ve Edilletüh, V, 533, 534). Abdullah bin Mes’ud(r.a.): “Sasani ve Bizans toprakları fethedilince Hz. Ömer(r.a.) bu âyetlere dayanarak sistemini kurmuştur.” der.
İslâm vergi sisteminde vergilerin isim ve nisbetleri, vergi mükellefinin durumuna göre değişir. Bu da büyük ölçüde Müslüman devletin tebeası olan kişinin müslim veya gayr-i müslim olmasına bağlıdır. Bu bakımdan, İslâm dünyasında vergiler genel olarak: Müslümanlarla ilgili vergiler ve gayrimüslimlerle ilgili olan vergiler olmak üzere iki kategoride mütalaa edilirler. (Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib el-Basrî el-Mâverdî, el-Ahkâmu’s-Sultaniyye, Mısır 1909, 127-128).
Gayrimüslimden alınan vergilere cizye ve haraç denilir. Haraç toprağın vergisidir. O toprak ekilse de ekilmese de haracı alınır. Cizye ise Müslüman olmayanların kendi dinlerinde kalmaları halinde alınan vergidir. Bu vergileri ödeyen gayrimüslimler, buna karşılık mal ve can güvenliği elde ederler. Binaenaleyh bu vergileri veren kimse ile savaşılmayacağı gibi onlara gelecek olan her türlü tehlike de bertaraf edilir. Müslüman’dan ise zekât ve öşür vergisi alınır. Lâkin bir Müslüman, gayrimüslimden toprak alıp haraç toprağına sahip olursa yine haraç vergisi öder. Çünkü “haraç” dediğimiz vergi, şahsın değil toprağın statüsüdür. O yüzden bir yer haraç toprağı olarak belirleniyorsa o toprağa sahip olan onu ekse de ekmese de haraç vergisini öder. Zekât ise mahsulün karşılığıdır ve o mahsul, yağmur suyu ile sulanmışsa öşür yani onda bir zekât vergisi alınır.
Hz. Ömer(r.a.) savaştan elde edilen toprakları ganimet statüsünün dışında bırakmıştır. Çünkü ganimet olsa insanlara dağıtması gerekecekti. Ama o dağıtmayarak toprakları yerli halka bırakmayı tercih etti. Bu duruma Bilâl Habeşî(r.a.) “Kılıçlarımızla aldığımız toprakları bunlara neden bırakıyorsun?” diye itiraz edip onları ganimet olarak istese de Hz. Ömer(r.a.) kararından dönmedi. Suriye Valisi Ebû Ubeyde Bin Cerrâh(r.a.) Halife Ömer’e(r.a.) mektup yazıp “Ya Ömer! Savaştan sonra elde edilen ganimetleri dağıttım, peki toprakları ne yapayım?” diye sorunca Hz. Ömer(r.a.) ona da: “Toprakları dağıtma!” dedi ve şu açıklamayı yaptı: “Bizler eğer fethettiğimiz her toprağı halkıyla beraber Müslümanlara taksim edecek olursak bizden sonra gelecek Müslüman nesillere bir şey kalmaz. Müslümanlar konuşacak bir insan bile bulamaz. Çünkü yerli halktan herkes esir statüsünde kalır ve bizden sonra gelen Müslümanlar onları esir olarak kullanmaya devam ederler. İslâm hâkim oldukça onlar Müslümanların kölesi olarak kalırlar. Bu da onların hidâyete ermelerine engel olabilir. Ben buna razı değilim.”
Hz. Ömer’in(r.a.) bu ince düşüncesinden de anlıyoruz ki o, İslâmın üstünlüğünü savunmaktan ve İ’lâ-yi kelimetullahtan başka hiçbir şey düşünmemiş ve istememiştir.