İslami İlimler İnsana Doğrudan Doğruya İman Verir mi?

İslami İlimler İnsana Doğrudan Doğruya İman Verir mi?

İSLAMİ İLİMLER İNSANA DOĞRUDAN DOĞRUYA İMAN VERİR Mİ?

İnsanda aklın çalışmasının yedi tane mertebesi (tahayyül, tasavvur, taakkul, tasdik, izan, iltizam, itikad) vardır. “4T-3İ” olarak kodladığımız bu mertebelerde 4T’de akıl önde iken, 3İ’de ise kalp öndedir. Kader bahsinde de akıldan ziyade kalp öndedir.

Bir insanın kaderi anlaması için akıl mertebesinin en az i’zan noktasında olması gerekir. İzanı vicdana ulaşmamış bir insanın kaderi anlaması imkânsızdır. Çünkü kader halî ve vicdanî bir meseledir. Hoşunuza gitmeyecek bir olay ile karşılaştığınızı ve bu olay karşısında ruhunuzun çok sıkıldığını düşünelim. Kendinize dolaylı yoldan da olsa ispatlayabildiğiniz bu ruh sıkılmasını başkası sorsa ispatlayamazsınız. Surat asıklığı gibi semptomlarla anlatmaya çalışabilirsiniz belki ama ispatını yapamazsınız. Çünkü ruh sıkılması da halî ve vicdanî bir olaydır, bu yüzden ispatı yapılamaz.

Tıpkı bunun gibi halî ve vicdanî olarak sindirilen kader bahsinin tasdik evresinin, ön hazırlıkları bulunsa bile ispatı mümkün değildir. O yüzden bugün dünyanın en ilmî insanları olsak ve birleşip “Al, kadere iman! Oku da iman et!” desek kalbindeki imana olan kabiliyetini çürüten bir insan mümkün değil iman edemez.

İslamî ilimlerle yaptığımız ispatlar, bir insana doğrudan doğruya iman vermez. Eğer verseydi bu zamana kadar iman hakikatleri noktasında ispat yaptığımız bütün ateistlerin Müslüman olması gerekirdi ama öyle olmadı. Şöyle düşünelim, siz aylarca spor yapsanız ve vücudunuzda kas oluştursanız, dünyanın en iyi basketbolcusu olabilir misiniz? Yani yaptığınız spor ve kas oranınız sizi dünyanın en iyi basketbolcusu yapmaya yeter mi? Elbette yetmez.

Çünkü size tüm bu şartların yanında bir de olmak istediğiniz mesleğe dair kabiliyet ve istidat gerekir. Eğer sizde basketbolcu olmaya yönelik bir kabiliyet yoksa tüm şartlar bir araya gelse dahi, sizi dünyanın en iyi basketbolcusu yapmaya yetmeyecektir. Tıpkı bunun gibi insanın mahallî iman (imanın yeri) olan kalbinde imana dair kabiliyet ve istidatların olması gerekir. Eğer birinde bu kabiliyet varsa ve dünyalık telaşlardan paslanmışsa siz o insana Allah’ın var olduğunu, tevhidi, kaderi ispatladığınızda bu ispatlar, o insanın doğrudan iman etmesini sağlamaz. Var olan kabiliyetin önündeki çer çöpü süpürüp, kişinin kalbindeki latife-i Rabbaniye ile tahkiki imanın temelini atar. İşte tam burada iman noktasında bir artış meydana gelir.

Kişinin Cenab-ı Allah’ın esması ile ilişkisi doğrudan imanını artırmayacağından ve bizlerin anlattığı İslamî ilimlere yönelik hakikatler, tamamen bir esmâ kitabından olduğundan, doğrudan imanın artmasını sağlayamaz. Yalnızca imana istidadı ve kabiliyetini kaybetmemiş olan birinin imanını artırabilir.

Yazar : Mehmet Yıldız

BENZER MAKALELER