- Hz. Osman (r.a.) Kimdir?
- Hz. Osman’ın (r.a.) İman Edişi
- Hz. Osman’ın (r.a.) Evliliği ve Hicreti
- Hz. Osman’ın (r.a.) İffeti
- Hz. Osman (r.a.) Bedir Harbine Neden Katılmamıştır?
- Rume Kuyusunu Kim Satın Aldı?
- Hz. Osman (r.a.) Nasıl Halife Seçilmiştir?
- Hz. Osman (R.A.) Zamanında Gerçekleştirilen Fetihler
- 1’e 700 Veren Ticaret
- Tebük Seferi Kaç Yılında Oldu?
- Asilerin Hz. Osman’ı (r.a.) Şehit Etmeye Dair Sundukları Sebepler
- Hz. Osman (r.a.) Nasıl Şehit Edildi?
Hz Osman
Hz Osman (r.a.) Kimdir?
Hz Osman’ın Lakabı Nedir?
Hz Osman’ın Özellikleri Nelerdir?
Doğumu Milâdî 577, ölümü Milâdî 656’dır. Kendisi Fil Vakası’ndan altı yıl sonra Taif’te doğmuştur. Efendimiz’den(s.a.v.) beş-altı yaş küçüktür. Adı Osman b. Affân(r.a.)’dır. Osman, Arapça’da “yılan yavrusu” demektir. Zamanında Araplar’da çocuklara korkutucu isim koymak gibi bir âdet olduğundan ihtimal ki Hz. Osman’ın(r.a.) ismi de o âdetlerden ötürü böyle konulmuştur. Hz. Osman(r.a.) ileriki yıllarda “Emeviler” olarak anılacak olan Ümeyyeoğulları kabilesindendir. Kendisi Ümeyyeoğullarından ilk iman eden kişidir. (İbn Sa’d, Tabakat, 3, 58) Hz. Osman’ın(r.a.) soyu, Abdümenâf b. Kusay’da Efendimiz’in(s.a.v.) nesebiyle birleşir. Bu cihetten Efendimiz(s.a.v.) ile akrabalıkları vardır. Babası, Affân İbni Ebil Âs’tır. Annesi, Erva bint Küreyz’dir. Erva bint Küreyz, Efendimiz’in(s.a.v.) halası Beyza validemizin kızıdır. Yani Hz. Osman(r.a.), Allah Resûlü’nün(s.a.v.) hala torunudur. Osman b. Affân’ın(r.a.) künyesi, Ebû Abdullah; lakabı ise “iki nur sahibi” anlamına gelen Zinnureyn’dir.
Babası Şam’da vefat ettiğinde, Hz. Osman(r.a.) yirmi-yirmi iki yaşlarındadır. Evin tek erkek evladı olduğundan, babasının vefatından sonra ona üç milyon dirhemlik ciddi bir servet miras olarak kalır. (İbn Sa’d Tabâkat, 3, 64) Hz. Osman(r.a.) daha önce de var olan ticari tecrübesiyle Mekke’de önemli bir tüccar olarak anılır hale gelir. Öte yandan kendisi çok güzel yazı yazdığından, Efendimiz’in(s.a.v.) yanında bulunan kırk iki vahiy kâtibinden birisidir. (İbn Hacer el-Askalanî, Fethu’l-Barîbi Şerhi Sahihi’i-Buharî, IX,18; Ahmed b. EbiYakub, TarihuYa’kûbî, II, 64) Osman b. Affân’ın(r.a.) konuşması ve üslubu çok güzeldir. Hatta “talâkat” denilen güzel konuşma sanatının ondan tevarüs ettiği yani miras kaldığı söylenir. Kendisi çokça Kur’an okuyan birisi olduğundan, iki tane Mushaf elinde okunmaz hale gelmiştir. Kur’an okumaya doyamayan bu güzide insanın bu durumunu tasdikleyen şöyle bir cümlesi vardır: “Eğer kalplerimiz temiz olsaydı, Kur’an okumaya doyamazdık.” (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, II, 287/4022.)
Hz. Osman’ın (r.a.) İman Edişi
İman Ettikten Sonra Hz. Osman’a Yapılan İşkenceler
Bir gün Hz. Osman(r.a.) ticarî bir amaç için Şam’da bulunurken bir rüya görür. Döndüğü zaman rüyayı teyzesi Kurayza’ya anlatır ve teyzesi rüyayı tabir eder. Hz. Osman(r.a.) tabirin etkisinden bir süre kurtulamaz ve o etkiyle otururken bir gün yanına Hz. Ebû Bekir(r.a.) gelir. Kendisine “Ey Osman! Niye bu kadar düşüncelisin?” diye sorar. Bunun üzerine Hz. Osman(r.a.) rüyasını ona da anlatır. O sırada Hz. Ebû Bekir(r.a.) iman etmiş ama Hz. Osman(r.a.) henüz iman etmemiş durumdadır. Hz. Ebû Bekir(r.a.) onu dinledikten sonra teyzesinin rüyayı doğru yorumladığını söyleyerek “Gel ben de sana bir şeyler anlatayım.” der ve Efendimiz’den(s.a.v.) iman hakikatleri namına duyduğu bütün meseleleri ona anlatır. Hz. Osman’ın(r.a.) aklına, kalbine, ruhuna bir kapı açar ve onu elinden tutarak Efendimiz’e(s.a.v.) götürür. Böylelikle Hz. Osman(r.a.) ilk iman edenler kafilesine katılır.
Hz. Osman(r.a.), Müslüman olduktan sonra ailenin büyüklerinden Ebû Uhayha künyesiyle meşhur Said b. el-Asî’nin yanına gider ve “Ben Müslüman oldum ve Muhammed’e(s.a.v.) tâbi oldum.” der. Ebû Uhayha ise ona “Sen kötü bir şey yaptın. Getirdiğin şey de kötüdür.” diyerek hakaretler eder. Ardından Hz. Osman(r.a.) Ebû Süfyan’ın yanına gider ve ona da Müslüman olduğunu bildirir. Bunun üzerine Ebû Süfyan da onu azarlayıp tehdit eder. (Belazuri, Ensab’ul Eşraf, 6, 100)
Mekke’nin siyâsi otorite sahibi olan Ebû Süfyan ile Hz. Osman’ın(r.a.) babası öz amca çocuklarıdır. Hz. Osman(r.a.) küfürde zirveye çıkmış böyle bir aileden geldiğinden dolayı iman eder etmez kendisine işkenceler başlamıştır. En çok işkence edenlerden birisi ise öz amcası Hakem b. Ebü’l-Âs’tır. Hakem, Osman b. Affân’ın(r.a.) amcaoğlu Mervan’ın babasıdır.
Amcası Hakem, Hz. Osman’ın(r.a.) iman ettiğini öğrenince onu dininden döndürmeye gelmiştir. Yeğeninin ikna olmadığını görünce , büyük kazıklar getirip yeğenini onlara bağlayarak “Hayır sen Allah yoluna gidemezsin!” demiş ve onu günlerce hapsetmiştir. Hz. Osman(r.a.) amcasının yaptığı tüm işkencelere rağmen yine de yolundan dönmemiş ve “Ey amca! Bu hal üzere ölsem de dinimden asla dönmeyeceğim!” demiştir. Nihayetinde amcası Hakem onun kararlı duruşundan bıkmış ve onu çözmek zorunda kalmıştır. (İbn Sa’d, Tabâkat, 3, 52)
Hz. Osman’ın (r.a.) Evliliği ve Hicreti
Hz. Osman(r.a.) otuz altı-otuz yedi yaşlarına kadar hiç evlenmemiştir. O günlerde de Allah Resûlü’nün(s.a.v.) iki kızı olan Hz. Rukiyye(r.a.) ve Hz. Ümmü Gülsüm(r.a.) Ebû Leheb’in iki oğlu olan Utbe ve Uteybe ile sözlenmişlerdir. Vakti gelip Tebbet Sûresi’ndeki âyetler nazil olunca Ebû Leheb buna sinirlenmiş ve oğullarını baskıyla ikna ederek, onlara Efendimiz’in(s.a.v.) kızları ile olan sözlerini bozdurmuştur. Ebû Leheb’in bunu yapmasındaki tek amaç, Efendimiz’i(s.a.v.) rahatsız edip -hâşâ- O’nu(s.a.v.) insanlara rezil etmektir. Hatta oğullarından Uteybe bu olaydan sonra Efendimiz’e(s.a.v.) öyle alaycı konuşmalar yapmıştır ki Allah Resûlü(s.a.v.) “Onu yırtıcı hayvanlara parçalat!” diye Allah’a bedduâ etmiştir. Uteybe bu bedduâdan iki yıl sonra ticaret için gittiği Şam’da kervan kurup konakladığı gece, bir aslan tarafından parçalanmıştır. Allah Resûlü(s.a.v.) iki kızının da çıktıkları bu evlilik yolu yarıda kalınca, onların yükünü de omuzlarında taşımaya başlamıştır. Tam o dönemler Hz. Osman(r.a.) “Acaba ben talip olsam Allah Resûlü(s.a.v.) kızını bana verir mi?” diye düşünürken en son gidip durumu Resûlullah’a(s.a.v.) söylemiş ve Efendimiz(s.a.v.), büyük kızı olan Hz. Rukiyye’yi(r.a.) Osman b. Affân’a(r.a.) vermiştir. (Üsdül-Gâbe, III, 586; Suyutî, Tarihul hulefa, 165; H.İ.Hasan, Tarihu’l-İslâm, I, 256)
Hz. Osman(r.a.) ile Hz. Rukiyye(r.a.) annemizin evliliği günlerce Mekke’de konuşulmuştur. Çünkü Ebû Leheb’in amacı Efendimiz’e(s.a.v.) eziyet etmekken Hz. Osman(r.a.) gibi bir insan o eve damat olmuştur. Müşrikler ise bu olaydan sonra durmamışlar ve Osman b. Affân’a(r.a.) hayatı iki kat zehir etmeye başlamışlardır. Onun Mekke’de ticaret yapmasını, hatta yürümesini dahi engellemişlerdir. Tüm bu zulümlerin sonunda Hz. Osman(r.a.) ve eşi Hz. Rukiyye’nin(r.a.) de içlerinde bulunduğu bir grup insan “Ya Resûlullah(s.a.v.)! Biz Habeşistan’a hicret etmek istiyoruz.” diye Efendimiz’e(s.a.v.) gelmişler ve böylece on üç yıllık Mekke sürecinin beşinci yılında Habeşistan’a ilk hicret gerçekleşmiştir. Her mü’min gibi Peygamber(s.a.v.) evinin kızı ve damadı da bedel ödemiştir. Bu bedel ise onların Allah katındaki seviyelerini yükseltmiştir. Allah Resûlü(s.a.v.) hicret için yola çıkan kızı ve damadını gözü yaşlı bir şekilde uğurlarken ağzından “Lut’dan(a.s.) bugüne ilk kez Osman b. Affân(r.a.), ailesiyle Allah(c.c.) yoluna hicrete çıkmıştır.” cümlesi dökülmüştür. (Beyhakî, Delâil, c.2, s. 297; İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, c. 3, s. 66)
Birçok insan evliliğinden sonra balayına giderken Hz. Osman(r.a.) eşi ile peygamberî bir davranışta bulunmuş ve bedel ödemek için hicret yoluna talip olmuştur. Hz. Osman(r.a.) ile Hz. Rukiyye(r.a.) annemizin hicrette Abdullah isminde bir çocukları olur. Hz.Osman(r.a.); “Allah Resûlü(s.a.v.) iki isim severdi, bunlardan biri de Abdullah’tı.” diyerek Efendimiz(s.a.v.) sevdiği için evladına Abdullah ismini koyar. Abdullah altı yaşında Medine’de bir horozun yüzünü gagalamasından sonra hastalanıp vefat eder. (İbn Sa’d, a.g.e., III / 53, 54) Hz. Osman’a(r.a.) ise oğlundan ötürü Ebû Abdullah künyesi verilir.
Hz. Ömer(r.a.) Müslüman olduktan sonra namazlar artık açık bir şekilde kılınmaya başlanır. Hatta bir gün Efendimiz(s.a.v.) namaz kıldırırken Necm Sûresi’nden âyet okur ve müşrikler mest olmuş şekilde onu dinlerler. Necm Sûresi secde ayetiyle bittiğinden sûrenin bitişinde Efendimiz(s.a.v.) “Allahu Ekber!” diyerek secdeye gider. Müslümanlar Efendimiz(s.a.v.) ile secdeye varırken müşriklerin ikisi hariç tamamı da secdeye giderler. Secdeye gitmeyenlerden birisi Halid b. Velid’in(r.a.) babası Velid b. Muğire iken diğeri ise Ümeyye b. Halef’tir. Velid b. Muğire kibrinden dolayı secdeye gitmezken Ümeyye b. Halef ise iri yarı olduğu için kilolarından dolayı secdeye gidememiştir. Ama onlar bile bu ayetin etkisinde kalıp yerden toprak alarak alınlarına sürmüşlerdir. Hicretin üçüncü ayında gerçekleşen bu olay ise Habeşistan’a “Tüm müşrikler secde etti, artık o eski zor günler geride kaldı!” diye ulaşmıştır. Orada gurbet hasretiyle yanan sahâbiler “Madem durum böyle, biz de zaten Mekke’yi çok özlemiştik. O zaman Mekke’ye geri dönelim.”demişlerdir. Hz. Ali’nin(r.a.) abisi Hz. Ca’fer(r.a.) “Durun gitmeyin, Allah Resûlü’nden(s.a.v.) haber gelmedi.” dese de gurbet hasretiyle yanan sahâbeler onu dinlemeyip Mekke’ye dönmüşlerdir. Dönen sahâbelerin arasında Mus’ab b. Umeyr(r.a.), Osman b. Affân(r.a.) ve eşi Rukiyye(r.a.) annemiz de vardır ve onlar Mekke’ye vardıklarında hiçbir şeyin değişmediğini, şiddet ve baskıların daha fazla artmış olduğunu görmüşlerdir. Müslümanların birinci Habeşistan Hicreti’nden gelip ikinci defa Habeşistan’a hicrete yüz küsur kişi gitmelerinin ana sebebi işte bu hadisedir. Mü’minlerin hicreti Habeşistan’la da kalmamış ve yedi yıl sonra Medine’ye hicret başlamıştır. Bunun üzerine Hz. Osman(r.a.) bu sefer de Habeşistan’dan Medine’ye hicret etmiştir. Osman b.Affân(r.a.) toplamda iki kez hicret ettiğinden ona Sahib-ül Hicreteyn yani “iki hicret sahibi” denilmiştir.
Hz. Osman’ın (r.a.) İffeti
Allah Resûlü’nün(s.a.v.) “İkinci Yusuf” diye övgüde bulunduğu Hz. Osman(r.a.) muazzam bir güzelliğe sahiptir. Güzelliğinin yanında bir de bolca varlığı, gücü ve imkânı vardır. Fakat böylesine muazzam özelliklere ve etrafında dolaşan onlarca Züleyhalar’a rağmen, onun en belirgin özelliği kuşkusuz ki iffetidir. Allah Resûlü(s.a.v.) bir hâdisinde “Hayâ imandandır. Hayâlı insan cennet ehlidir.” buyurmuştur ve Hz. Osman(r.a.) da bu hayâlı insanların en güzel örneklerinden biridir. (Heysemi, Mecma’uz Zevaid, h. no: 12706)
Hz. Âişe(r.a.) annemiz anlatıyor: “Bir gün Efendimiz(s.a.v.) ile evde bulunduğumuz bir zamanda, babam Ebû Bekir, Resûlullah’ın(s.a.v.) yanına girmek üzere izin istedi. Bu sırada Allah Resûlü(s.a.v.) yatağı üzerinde yatmakta idi. Üzerinde benim bürgüm vardı. Resûlullah(s.a.v.) halini bozmadan izin verdi. Konuştular, meselelerini hallettiler. Hz. Ebû Bekir gitti. Bir müddet sonra Hz. Ömer girmek için izin istedi. Resûlullah(s.a.v.) aynı halini hiç değiştirmeden ona da izin verdi. Ömer’in ihtiyacını da gördü. Sonra o da gitti. Bir müddet sonra Osman içeriye girmek için izin istedi. Bu sefer Allah Resûlü(s.a.v.) yatağında doğrulup oturdu. Üstünü başını düzeltti. Sonra ona da girmesi için öylece izin verdi. Onun da ihtiyacını gördü. Osman da gitti. O gidince ben dayanamayıp: “Ey Allah’ın Resûlü(s.a.v.)! Ebû Bekir ve Ömer gelince halinizi hiç değiştirmediğiniz halde, onlarla görüştünüz. Ama Osman gelince kendinize çeki düzen verdiniz. Sebebi nedir?” diye sordum. Dedi ki: “Kendisinden meleklerin hayâ duydukları bir kimseden ben hayâ duymayayım mı?” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 36.)
Amr b. Âs(r.a.) bu hadiseden sonra kendisi de bu hayra sahip olup Resûlullah’ın(s.a.v.) övgüsünü kazanabilmek için Hz. Osman’a(r.a.) gider ve sorar: “Söyle ya Osman! Sen ne yapıyorsun da Allah Resûlü(s.a.v.) sana bu kadar güzel iltifatta bulunuyor?” Hz. Osman(r.a.) cevaben tam olarak ihlâsın tarifi olan şu cümleyi söyler “Vallahi benim sizden bir fazlam yoktur ama bir fark varsa belki şudur: “Ben insanların arasında nasılsam evde Rabb’imle baş başa kaldığımda da aynıyım.”
Hz. Osman (r.a.) Bedir Harbine Neden Katılmamıştır?
Hz. Osman Allah Resulü’nün Evine Kaç Kez Damat Olmuştur?
Hz. Osman Zinnureyn Lakabını Ne Zaman Almıştır?
Efendimiz’in(s.a.v.) yirmi beş yıllık peygamberlik döneminin on üç yılı Mekke’de, on yılı ise Medine’de geçti. Medine’nin ikinci yılında Bedir Harbi yaşandı. Harbin olduğu dönem hanımı Hz. Rukiyye(r.a.) ciddi manada hasta olduğundan Hz. Osman(r.a.) Bedir Harbi’ne katılamadı. Efendimiz(s.a.v.) ona “Ey Osman! Sen hanımına bak, Bedir’e gelme!” dedi. Efendimiz(s.a.v.), Hz. Osman’a(r.a.) Bedir Harbi için bunu söyledi ama buna rağmen onu bizzat Bedir Ashâbı’ndan saydı. Bedir’de gazilere ne ganimet verilmişse aynı ganimeti Hz. Osman’a(r.a.) da getirdi. Bazı insanlar ise ilerleyen dönemlerde Hz. Osman’ın(r.a.) bu durumunu sebep sunarak insanları fitnelere düşürecekti.
Bedir Harbi bitip Müslümanlar Medine’ye zaferle dönünce sahâbe çok mutlu oldu. Onların habercilerinden Abdullah b. Revâha(r.a.) ve Zeyd b. Hârise(r.a.) bağıra bağıra öldürdükleri müşriklerin isimlerini söylerken Medine’de bir matem havası olduğunu fark ettiler. Meğer hicretin ikinci yılında Allah Resûlü’nün(s.a.v.) biricik kızı, Hz. Osman’ın(r.a.) nadide eşi Hz. Rukiyye(r.a.) annemiz vefat etmiş ve cenaze namazını da Hz. Osman(r.a.) kendisi kıldırmış. Hz. Osman(r.a.) gözyaşlarını tutamamış ve Allah Resûlü(s.a.v.) ona “Ey Osman! Kadere razı ol ağlama!” buyurmuştur. Hz. Osman(r.a.) “Ya Resûlullah(s.a.v.)! Ben ondan ziyade seninle bağım koptuğu için ağlıyorum.” deyince Allah Resûlü(s.a.v.) diğer kızı olan Hz. Ümmü Gülsüm’ü(r.a.) de Hz. Osman(r.a.) ile evlendirmiştir. Böylelikle Hz. Osman’ı(r.a.) evine ikinci kez damat yapmıştır. Bu yüzden Hz. Osman’a(r.a.) lakap olarak ‘’zinnureyn’’ yani ‘’iki nurlu’’ denilmiştir.
Hz. Osman’ın(r.a.) ikinci hanımı olan Hz. Ümmü Gülsüm(r.a.) annemiz hicretin sekizinci yılında vefat etmiştir. Ardından oğlu Hz. Abdullah(r.a.) da bir horozun gagalaması sonucu vefat edince o günlerde Hz. Osman(r.a.) hüzün üstüne hüzün yaşamıştır. Efendimiz(s.a.v.) ise onu “Eğer kırk tane kızım olsaydı birbiri peşinden hiçbir tane kalmayana kadar onları Osman’la evlendirirdim” (Üsdül-Gâbe, III, 586; Suyutî, tarihul hulefa 165; H.İ.Hasan, Tarihu’l-İslâm, I, 256) cümleleriyle teselli etmiştir.
Rume Kuyusunu Kim Satın Aldı
Rume Kuyusunu Vakfeden Sahabe Kimdir
Rume Kuyusu Nerededir
Hz. Osman’ın Akılalmaz Ticareti
Hz. Osman’ın(r.a.) adı geçince ilk zikredilecek meselelerden birisi şüphesiz ki Rume Kuyusu’dur. Rume Kuyusu Medine’de Mescidi Nebevi’ye beş-altı kilometre uzaklıktaki bir kuyudur. Ama öyle bir özelliği vardır ki kıtlık zamanı bile bu kuyuda su bitmez. Ayrıca insanlar bu kuyunun suyunu yeryüzüne yakın yerden çekebildikleri için, rahatça suya erişebilirler. Ancak kuyu Yahudi bir adamın elindedir ve o Yahudi herkesin günün birinde bu kuyuya muhtaç olduğunu gördüğü için toplumdaki itibarını bu kuyu ile elde etmiştir. Öyle ki bu adam sevilmeyen birisi olmasına rağmen, kuyunun sahibi olduğu için insanlar ona en ufak laf bile edemez hale gelmişlerdir.
Tabi ki o dönemde her Yahudi gibi o da Müslümanları sevmiyordu. Bunun içinde onlara su bile vermek istemiyordu. Çünkü Allah Resûlü(s.a.v.) geldiğinden beri onların eskiden beri sürdürdükleri bütün ayak oyunları boşa çıkmış ve artık o oyunlar insanlar üzerinde tesir etmemeye başlamıştı.
Mesela Evs ve Hazreç kabileleri önceden Yahudilerin oyunları yüzünden çok kavga ederlerken Efendimiz’den(s.a.v.) sonra hepsi birbirine dost olmuşlardı. Hatta onların bu dostluğuna muhacirler de eklenmişti. İşte bu ve benzeri oyunları Resûlullah(s.a.v.) tarafından bozulduğu için diğerleri gibi bu Yahudi de Müslümanlardan hoşlanmıyordu.
Efendimiz(s.a.v.) Medine’ye hicret edince, medeniyeti yedi temel üzerinden inşa etmeye başladı.
Önce mescidini inşa etti. Hemen mescidin bitişiğinde kendisine iki oda yaptı. O odalardan biri Sevde(r.a.) annemize, diğeri ise Âişe(r.a.) annemize aitti. Sonra mescidinin hemen arka tarafında Suffa mektebini inşa etti ve ardından da muahât yaptı; yani ensâr-muhacir kardeşliğini tesis etti. İşte o günler Efendimiz(s.a.v.) bir şeyi fark etti. Müslümanlar içme suyu gibi asli bir ihtiyaçlarını Yahudilere bağımlı bir şekilde karşılıyorlardı. Medine’nin içme suyu kuyuları sınırlı ve hepsi Yahudilerin elindeydi. Yahudiler kuyuları istedikleri zaman açıyor ve istedikleri paraya da satıyorlardı. Efendimiz(s.a.v.) bu tehlikeli durumu fark edince daha hicretin ilk günlerinde, mescidinde sahâbeleri topladı ve “Kim cennet karşılığında Rûme Kuyusu’nu satın alır!” (Buhârî, Vasâyâ, 33; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I, 75.) dedi. Hz. Osman(r.a.) el kaldırmaya hayâ etti ve ses bile etmeden o cemaatten ayrıldı. Rume Kuyusu’nu satın almak için pazarlık yapmaya Rume el Gıffâri adındaki Yahudi’nin yanına gitti.
Hz. Osman(r.a.) Yahudinin yanına gidince sordu: “Kuyu ne kadar?” Yahudi: “Elli bin dinar.” dedi. Hz. Osman(r.a.) daha fazla da istese verecekti. Ama kendisi akıllı ve Müslüman bir tüccar olduğundan heyecana gelip malını israf etmek ve düşmana fazla para kaptırmak istemedi. Yahudi kuyuya ederinin üstünde fiyat isteyince Hz. Osman(r.a.): “Gel sen kuyunun tamamını bana satma, işletmesinin yarısını bana sat. Bir gün sen işlet, bir gün ben.” diye teklifte bulundu. Yahudi bu teklifi beğendi ve netice de Hz. Osman(r.a.) pazarlık yapa yapa kuyunun yarısını en son on iki bin dinara aldı. Hz. Osman(r.a.) kuyuyu alır almaz Müslümanların yanına gitti ve “Ey Müslümanlar! Ben Rûme kuyusunu satın aldım ama şu şekilde aldım. Bir gün işletim hakkı bizim, diğer gün Yahudinin. Siz işletim hakkının bizde olduğu gün gidin ve iki günlük suyunuzu alın, sakın ertesi gün gidip para ile su satın almayın.” dedi.
Günümüzde baksak herkes Yahudilerin ticarî zekâsından bahseder. Siz bırakın o söylemleri, esas tüccar ve ticari zekânın nasıl olacağını Hz. Osman’dan(r.a.) öğrenin. Hz. Osman(r.a.) kuyunun yarısını alınca artık iki zıt kutup yan yana geldiğinden hak ile batıl ortaya çıktı ve toplumda Yahudi’nin fırsatçılığı da rahatça fark edilmeye başlandı. Müslümanlar birlik olup Hz. Osman’ın(r.a.) öğüdüne uyduklarından artık kimse Yahudi’nin gününde su almaya gitmedi. Hal böyle olunca Yahudi “Bu böyle olmayacak, işler iyi gitmiyor.” diyerek Hz. Osman’ın(r.a.) yanına gitti. Ondan kuyunun diğer yarısını da almasını istedi. Teklifi kabul edilen Yahudi “Yarısını on iki bin dinara almıştın, bunu da on iki bin dinara al.’’ deyince Hz. Osman(r.a.), “Olmaz! O öncedendi.” deyip en son yapılan pazarlıklar sonucu kuyunun kalan yarısını da sekiz bin dinara aldı. Böylece elli bin dinarlık kuyu Müslümanların eline yirmi bin dinara geçti.
Hz. Osman (r.a.) Nasıl Halife Seçilmiştir?
Hz. Osman Kaçıncı Halifedir?
Hz. Osman Kaç Yıl Halifelik Yapmıştır?
Efendimiz’in(s.a.v.) vefatından sonra Hz. Ebû Bekir(r.a.) iki buçuk yıl, Hz. Ömer(r.a.) on buçuk yıl, Hz. Osman(r.a.) on iki yıl, Hz. Ali(r.a.) ise beş yıl hilafette kalmıştır. Resûlullah’ın(s.a.v.) beşaret ve işaret ettiği gibi halifelik toplam otuz yıl sürmüştür. Biz on iki yıllık halifelik döneminde Hz. Osman’dan(r.a.) bahsedelim.
Hz. Ömer(r.a.) ölüm döşeğinde bulunduğu esnada, Efendimiz’in(s.a.v.) hayattayken razı olduğu on insanın altısından oluşan bir şûra heyeti seçer. Allah’ın(c.c.) razı olduğu cennetle müjdelenmiş sahâbeler on kişidir ve bunlardan Hz. Ebû Bekir(r.a.) ile Ebû Ubeyde b. Cerrah(r.a.) vefat etmiştir. Hz. Ömer(r.a.) de Firuz tarafından hançerlenip yatağa düşmüş, ölüm döşeğindedir. Geriye on kişiden yedisi kalmıştır ama Hz. Ömer(r.a.) şûraya altı kişi seçmiştir. Peki, neden yedi değil de altı kişi seçmiştir? Çünkü bu kişilerden Saîd b. Zeyd(r.a.), Hz. Ömer’in(r.a.) kız kardeşiyle evlidir. Hz. Ömer(r.a.) akrabalarının hilafete seçilmesini istemediğinden, akrabalarından birisi seçilirse insanlar tarafından yanlış anlaşılacağını düşündüğünden heyet altı kişi kalmıştır. O günlerde Hz. Ömer’in(r.a.) yanına birtakım insanlar gelip “Ne var, oğlun Abdullah b. Ömer’i bize halife bıraksan?” dediklerinde Hz. Ömer “Ben bu zırhı giydim, bu zırhı giymem hayırlı ise ne âlâ. Ama bu zırhı giymek ateşten bir gömlekse bir eve bir kurban yeter, kurbanım!” deyip oğlunu da halifeliğe vermemiştir. (Müslim, İmâret, 11.)
Hz. Ömer(r.a.) bu altı kişiyi, halife seçmesi için şûra heyetine verdiğinde “Halife seçmeyip sadece meşveret edebilmeniz şartıyla oğlum Abdullah b. Ömer’i de yanınıza veriyorum.’’ demiştir. Şûra heyetine seçilen altı kişi ise şunlardır: Hz. Ali(r.a.), Hz. Osman(r.a.), Hz. Talha(r.a.), Hz. Zübeyr(r.a.), Hz. Sa’d b.Ebî Vakkâs(r.a.) ve Hz. Abdurrahman b. Avf(r.a.). (et-Taberi, II, 580; İbnü’l-Esîr, I, 487.) Bir de bunların yanında sadece meşveret etmek için Hz. Ömer’in(r.a.) oğlu Abdullah b.Ömer(r.a.) vardır.
Hz. Ömer(r.a.) yatakta, ölüm döşeğinde iken bu altı kişiyi toplayarak “Siz altı kişi Âişe’nin evine gideceksiniz. Üç gün hakkınız var ama dördüncü gün hakkınız yok. Âişe’nin evinde halife seçeceksiniz!” demiştir. O esnada kendi ahlakına çok yakın olan Ebû Talha el-Ensârî’yi(r.a.) de çağırıp “Ey Ebû Talha, ben altı kişi şûra heyetini topladım! Âişe’nin evine koydum. Sen de Ensâr’dan en güvendiğin elli kişiyi seçeceksin. O kapının önünde üç gün nöbet tutacaksın ama dördüncü gün yok!” demiştir. Müthiş bir zekâvet ve yüksek bir hassâsiyet sahibi olan Hz. Ömer(r.a.) bu ince yolu ümmetin içerisinde fitne çıkmasın diye tutmuştur.
Meşveret günü geldiğinde Hz. Talha(r.a.) Medine’de değildir. Onun için beş kişi Hz. Ömer’in(r.a.) söylediği gibi Âişe(r.a.) annemizin evinde halifeyi seçmek için toplanır, istişare ederler. Abdurrahman b.Avf(r.a.) ‘’Gönüllü çekilmek isteyen var mı?’’ der ve kendisinin çekildiğini açıklar. Sonra amcaoğlu Sa’d’ı(r.a.) da çeker. Daha sonra Hz. Abdurrahman(r.a.) Medine sokaklarına düşer ve “Kimi istersiniz?” diye herkese sorar. İnsanlar “Ya Osman(r.a.) ya Ali(r.a.)” der. Hz. Âişe’nin(r.a.) evinde yapılan istişarede de işaretler en çok bu iki sahâbeyedir. Hz. Abdurrahman(r.a.) şûra heyetine döndüğünde “Bu iki kişi arasında hangi hükmü verelim?” diye sorar ve o zamanlarda Hz. Ali(r.a.) kırk üç, Hz. Osman(r.a.) ise yetmiş yaşlarındadır. Son istişarelerden sonra hüsn-ü kabul ile Hz. Osman(r.a.) halifeliğe seçilir. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf(r.a.), Ebû Talha(r.a.) ve elli askerine “Halkı topla!” diye emir verir. İnsanlar toplanınca da herkese halife Osman’ı(r.a.) ilan eder ve ona ilk biat eden Hz. Ali(r.a.) olur.
Hz. Osman (R.A.) Zamanında Gerçekleştirilen Fetihler
Ümmü Haram Kıbrıs’ın Fethine Kaç Yaşında Gitmiştir
Ümmü Haram’ın Kabri Nerededir
Hicrî yirmi yedinci yılda Hz. Muaviye(r.a.), Hz. Ömer’den(r.a.) alamadığı denizlere açılma iznini Hz. Osman’dan(r.a.) alır. Bir donanma kurar ve donanmanın başına geçer. Yalnız Hz. Osman(r.a.), Hz. Muaviye’ye(r.a.) bir şart koyar: “Yalnızca gönüllüleri götüreceksin.” Gönüllüler içerisinde; Miktad bin Amr(r.a.), Ebû Zer El Gıfârra ve Ümmü Haram(r.a.) gibi isimler vardır. Ümmü Haram(r.a.) altmış beş yaşlarında olmasına rağmen gemiye binip Kıbrıs’ın fethine gitmiştir. Ümmü Haram(r.a.), Efendimiz’in(s.a.v.) teyzezadelerindendir. Allah Resûlü(s.a.v.) Mekke’de yaşadığı dönemlerde dinlenmek için Ümmü Haram’ın(r.a.) evine gider. Bir gün Resûlullah(s.a.v.) uyanır ve tebessüm eder. Ümmü Haram “Ya Resûlullah! Sen niye güldün?” deyince Efendimiz(s.a.v.) “Ümmetimi denizler üzerinde Melikler gibi otururken gördüm.” der. Müslümanlar, Mekke’de daha bir avuçken Allah Resûlü(s.a.v.) baskıların altında denizlerin hakimiyetinden bahseder. Otuz yıl sonra gerçekleşecek müjdenin işaretini verir. Ümmü Haram(r.a.) “Ya Resûlullah(s.a.v.)! Duâ et, ben de orada olayım.” deyince Efendimiz(s.a.v.) duâ eder. Bu duâdan dolayı da Ümmü Haram(r.a.) o donanmanın içerisinde yer alır. Hatta orada da attan düşerek şehit olur. Daha önce donanmaya yönelik Müslümanların bir tecrübesi yoktur. Bunun için bu savaşta Müslüman gemileri ile karşı tarafın gemilerini yaklaştırılıp halat urganlarıyla birbirine bağlanmıştır. Durum kara savaşına çevrilerek Kıbrıs fethedilmiştir.
-Ermenistan, Kafkasya, Horasan, Kirman, Kuzey Afrika da o dönem fethedilen bölgeler içerisindedir. Kûfe valisi Velid iken Azerbaycan’da “Zekât çok!” diye ayaklanma çıkar. Ordular oraya giderek ayaklanmayı bastırırlar ve zafer kazanırlar. Böylece Azerbaycan yine İslâm’ın eline geçer.
-Taberistan fethi de bu dönemde olur ve o fetihte İmam Hasan(r.a.) ile İmam Hüseyin(r.a.) vardır.
-Hicrî otuz ikinci yılda Hazar Türkleri üzerine sefer olur. O dönem putperest olan bölge yine İslâm’ın eline geçer. Kuzey Kafkasya’da “Belencer” diye bilinen yer de fethedilen yerler arasındadır.
-Basra yöresinde de fetihler vardır. İran’dan Pakistan’a kadar uzanan kısımlar, Fas Horasan bölgeleri alınır. Vali Abdullah bin Amir(r.a.), o bölgelere gider ve oraları da fetheder.
-Pakistan’da “şilt” adı verilen Müslüman Romen kardeşlerimizin yaşadığı bir bölge vardır. Bölgenin başkenti Karaçi’dir ve o dönem orası da fethedilir.
-Hicrî otuz birinci yılda İran’ın batı bölgesi olan Horasan’da ayaklanma olur ve Abdullah bin Amir(r.a.) giderek o bölgeleri de fethe müyesser kılar.
-Pakistan’da Keşmir’in kuzeyinde “Kuhistan” denilen şehir fethedilir.
-Göktürk İmparatorluğu’nun batı kesimi olan Tuharistan’a Ahnef bin Kays(r.a.) komutasında gidilir, o bölgeler de fethedilir.
-Şam mıntıkalarından harekete başlayan ordular Orta Asya’ya kadar yayılır, fetihlere müyesser olur. Şam’da Ebû Süfyan’ın oğlu Hz. Muaviye(r.a.) kudretli bir validir. Kendisi “Amuriye” denilen Afyon ve Kayseri’ye kadar açılsa da İstanbul’a geçemez. İstanbul’un fethini ilerde Yezid deneyecektir ama o da muzaffer olamayacak ve İstanbul kutlu komutan Fatih Sultan Mehmet Han’a yar olacaktır.
-Habib bin Mesleme(r.a.) de Ermenistan’a kadar dayanır ve o bölgeleri fetheder. Oradan Erzurum’a ve Tiflis’e gider. Yani üç kıtada da fetihler gerçekleşir.
1’e 700 Veren Ticaret
Medine’de Kıtlık-Hicrî 12
Sahabeler Hz. Osman’ı Neden Halife
Ebû Bekir’e Şikayet Etmiştir?
Hicretin on ikinci yılı, Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) halifelik dönemidir. O dönem Müslümanlar on dört cephede birden savaş verirken Medine’de şiddetli bir kıtlık meydana gelmiştir. Öyle ki insanlar yiyecek bulmakta, temel ihtiyaçlarını gidermekte bile zorluk çekmişlerdir. İşte o günlerde Hz. Osman’ın(r.a.) üstü gıda maddeleri ile dolu bin develik kervanı Şam’dan Medine’ye gelmek üzeredir. Kervan Şam’dan gelecek ve Medine pazarında satılacaktır. Kervan Medine’ye girerken sahâbeden tüccar olanlar, Hz. Osman’a(r.a.) geldiler ve “Osman! Bildiğin gibi kıtlık var, durumlar hiç iyi değil. Gel sen bu malları yüzde on kârla bize sat ki biz de hemen Medineliler ile ticaret edelim.” dediler. Hz. Osman(r.a.) ise onlara; “Satamam! Daha iyi bir tüccar buldum, o tüccar daha çok kâr veriyor.” dedi. Bu konuşma birkaç kez tekrarlandı. Tüccarlar kârı yüzde yirmi, yüzde otuz derken en son yüzde yetmişe kadar çıktılar ama Hz. Osman(r.a.) onlara hep aynı cevabı verdi: “Veremem! Daha iyi bir tüccar, daha iyi bir rakam verdi.” Hâl böyle olunca tüccarlar sinirlendiler ve “Ey Osman! Bu yaptığın karaborsacılıktır. Allah Resûlü(s.a.v.) karaborsacılığı haram kıldı, sen nasıl böyle yaparsın?” dediler. Onu şikâyet için Halife Ebû Bekir’in(r.a.) yanına gittiler ve durumu anlattılar. Hz. Ebû Bekir(r.a.) onu iyi tanıdığından “Osman(r.a.) böyle bir şey yapmaz!” diyerek Hz. Ömer’i(r.a.) de yanına aldı ve Hz. Osman’ın(r.a.) yanına gitti. “Ya Osman! Tüccarlar bize durumu anlattılar. Medineli tüccarlar yüzde yetmişe kadar kâr vermesine rağmen sen mallarını satmıyormuşsun. Söyle! Kim sana daha fazla verdi? Söyle! Kârın nedir, bilelim.” dedi. Hz. Osman(r.a.): “Ey Allah Resûlü’nün(s.a.v.) Halifesi! Sen de akıllı bir tüccarsın. Bire yedi yüz veren dururken ben bire on, bire elli, bire yetmiş veren bu tüccarlara mallarımı neden satayım? Bana bire yedi yüz veren Allah’tır. Bu bin deve de üzerindeki mallarıyla beraber infaktır.” dedi ve bütün malını Müslümanlara infak etti. (İbn Kudame, er-Rikkave’l-Büka, syf 190)
Bu hadiseyi bize nakleden İbn Abbâs(r.a.) anlatıyor: “Osman’ın bu büyük infakının olduğu günün gecesinde rüyamda Resûlullah’ı(s.a.v.) gördüm. Alacalı bir devenin üzerindeydi. Üstünde nurdan bir giysi, ayağında nurdan bir ayakkabı, elinde nurdan bir asa vardı ve çok acele ediyordu. Dedim ki: “Ya Resûlullah(s.a.v.)! Seni(s.a.v.) ve sohbetini çok özledim, biraz dursan da Seninle(s.a.v.) sohbet etsem. Ne bu acele böyle?” Dedi ki: “Ey İbn Abbas! Osman çok büyük bir sadaka verdi ve Allah da bu sadakayı kabul edip onu Cennet’te evlendirdi. Biz de düğününe davet edildik, ben de şimdi oraya gidiyorum.” (İbn Kudame, er-Rikkave’l-Büka, syf 190)
Tebük Seferi Kaç Yılında Oldu?
Tebük Seferine Giderken Orduyu Donatan Sahabe Kimdir?
Tebük Seferine Neden Zorluk Seferi Denilmiştir?
Hicretin dokuzuncu yılında “Tebük” yani “Zorluk Seferi” denilen bir sefer başlamıştır. O sefere katılan orduya ise “Ceyşü’l-usre” yani “Zorluk Ordusu” denilmiştir. Başta “Ceyşü’l-usre” yani “Zorluk Ordusu” olarak tabir edilen bu ordu ilerde “Ceyşü’l- Osman” yani “Osman Ordusu” diye anılacaktır.
Yazın havanın 45-50 dereceyi gösterdiği vakitlerde, Tebük’e 780 km yol gidilecektir. O dönem, hurmaların hasat zamanına denk gelmiştir. Yani herkesin gitmemek için kendine göre bir sebep, bir bahane bulabildiği bir zemindir. Tam böyle bir dönemde Allah Resûlü(s.a.v.) “Kim bu orduyu cennet karşılığı donatacak?” diye sormuştur. (Buhârî, vasaya, 33; Ahmed B. Hanbel, Müsned, 1, 75)
Hz. Osman(r.a.): “Benden üzerindeki askerlerin ihtiyaçları ile birlikte bin deve!” demiş. Allah Resülü(s.a.v.) tekrar sorunca Hz. Osman(r.a.) yine “Ben!” demiştir. Efendimiz(s.a.v.) sordukça Hz. Osman’ın(r.a.) sesi duyulmuş ve neticede otuz bin kişilik ordunun on binini Hz. Osman(r.a.) donatmıştır.
Efendimiz(s.a.v.) onun bu infakından o kadar memnun olmuştur ki, gözlerinde yaşla ellerini semâya kaldırarak “Allah’ım Osman’ın günahlarını bağışla! Allah’ım Osman’ın yaptığı ve yapacağı tüm hataları affet!” diye duâ etmiştir. Sonra da eklemiştir: “Madarra Osman!Ma amile bade’l yevmi / Osman’a bundan sonra yaptıklarından dolayı bir sorumluluk yoktur.” (Tirmizi, Kitabu’l-Menakıb, 18.)
Asilerin Hz. Osman’ı (r.a.) Şehit Etmeye Dair Sundukları Sebepler
Hz. Osman’ı Kim Şehit Etmiştir?
Kaynaklar Hz. Osman’ın(r.a.) on iki yıllık hilafet dönemini altı-altı olarak iki parçaya ayırır. Özellikle Hz. Ömer’in(r.a.) devrettiği muazzam sistemden dolayı ilk altı yıl oldukça başarılı geçerken ikinci altı yıl durum biraz daha farklı ilerler ve bazı problemler ortaya çıkmaya başlar. Bu problemler sonucu “Âsiler” diye bir grup oluşur ve bu grup Hz. Osman’ın(r.a.) şehit edilmesinde rol oynar. Dilerseniz âsilerin, Hz. Osman’ı(r.a.) şehit etmek için hangi incir çekirdeğini doldurmayan sebepleri ortaya sunduklarına beraber bakalım.
Hz. Ömer(r.a.) kendi hilafeti zamanında insanların şehirden çıkmasını fazla istemediğinden onları izinle çıkarmıştır. “Dünya aldatıcıdır, sizi sarhoş etmesinden korkuyorum.” diyerek muhacirlerin samimiyetleri zedelenmesin diye kurallar koymuş ve onları kolay kolay dışarıya göndermemiştir. Lâkin hilafet Hz. Osman’a(r.a.) geçtiğinde insanlar ona gelerek “Bu kuralı değiştir!” demişlerdir. O da yumuşak huylu bir insan olduğundan onların isteklerini kabul etmiştir. Böylelikle halk çeşitli beldelere yayılıp dış ülkelere açılmıştır. Ticaretleri çok genişlemiş, servetleri artmış ve bu zenginlik onlarda var olan “İdare bizden olsun!” fikrini beslemiştir. Âsiler ise Hz. Osman’ın(r.a.) şehadetine bunu sebep göstererek “Sen nasıl olur da Ömer’in(r.a.) koyduğu bir kanunu değiştirir, sınırları insanlara açarsın?” demişlerdir.
Zilhicce’nin sonlarına doğru bir sabah namazı vakti, Firûz denilen bir köle namaz kıldırırken elindeki hançeri Hz. Ömer’e (r.a.) saplamıştır. Onunla da kalmayarak kaçarken on üç kişiyi daha bıçaklayıp, bu on üç kişinin altısını şehit etmiştir. En son Abdurrahman bin Avf(r.a.) cübbesini Firûz’un üstüne atmıştır. Firûz kaçamayacağını anlayınca onların eline düşmemek için kendisini de hançerleyip intihar etmiştir. (İbn Sa‘d, Tabakât III, 367) Hz. Ömer’in(r.a.) oğlu Ubeydullah(r.a.) ise katile yardım ettiler düşüncesiyle Cüheyne ve kızını da öldürmüştür. Bunu duyan Hz. Ömer(r.a.) “İyileşirsem Ubeydullah’ı ben yargılamak isterim. Ama eğer ömrüm yetmezse bir sonraki halife onu yargılasın!” buyurmuştur. Hz. Osman(r.a.), Hz. Ömer’in(r.a.) şehadetinden sonra halifeliğe geçmiş ve ona “Ömer’in oğlunu yargıla!” denmiştir. Hz. Osman(r.a.) etrafındakilerle istişare edince, istişareden şöyle bir karar çıkmıştır: “Eğer sen halifeyi korudu diye birisini yargılar ve kısas verirsen bundan sonra hiç kimse halifeyi korumaz.” Hz. Osman(r.a.) karar karşısında “Ama benim onların hakkını vermem lazım.” demiş ve ölen kişilerin sahibi olan Muğire b. Şu’be’ye gidip kısas isteyip istemediğini sormuştur. Muğire “Benim paramı verin yeter!” deyince Halife Osman(r.a.) kendi parasından ona para vermiş ve böylece dava kapanmıştır. Bu olay Hicrî yirmi üçüncü yılda olmuş ve o günlerde kimse bu duruma ses etmemiştir. Ama yıllar sonra çıkan fitnelerde âsiler bu durumu Hz. Osman’ın(r.a.) şehadetine sebep göstermişler ve “Sen niye kısas uygulamadın?” demeye başlamışlardır.
Kur’an-ı Kerim Hz. Ebû Bekir(r.a.) devrinde Zeyd bin Sâbit (r.a.) tarafından bir kitap veya mushaf olarak değil ama sayfalar halinde cem edilir. Hz. Ebû Bekir(r.a.) vefat ettikten sonra o sayfalar Hz. Ömer’e(r.a.) geçer. Hz. Ömer’in(r.a.) vefatı sırasında halife seçilmediğinden sayfalar Hz. Ömer’in kızı, Efendimiz’in(s.a.v.) eşi Hafsa(r.a.) annemize emanet edilir. Hz. Osman(r.a.) halifelik döneminde okuma tarzları birbirine karışabilir korkusuyla sayfaları Hafsa(r.a.) annemizden alır, çoğaltır ve Kur’an’ı altı nüsha olarak mushaf, kitap haline getirir. (Buhârî, Fezailü’l-Kuran, 3; Buhârî, Tefsîru’ l-Kur’an, Berâe, 20 (V, 210) Hz. Osman(r.a.) kendisi Kureyş lehçesiyle okuduğundan Kur’an’ı da Kureyş lehçesinde çevirip çoğaltır. Bu durum “Neden bizim lehçemizde çoğaltmadın?” diye büyük kabileler tarafından eleştirilir. Başka bir kısım da bu duruma “Kur’an nüshalarının biri hariç neden diğerlerini terk ettin? Sen nasıl tek nüshadan okursun da diğer nüshaları tanımazsın?” diye karşı çıkar. Bu da âsilerin Halife Osman’ın(r.a.) şehadetine gösterdiği sebeplerden biri haline gelir.
Sınırların açılmasıyla toplum zenginleşir ve Ebû Zer el Gıfârî(r.a.) bu durumdan çok rahatsız olur. “İnsanlar israfa düştü!” düşüncesiyle kapı kapı dolaşarak bunu engellemeye çalışır. Durumu iyi olanlar ona “Ben haram bir şey yapmıyorum ki kendi paramı yiyorum.” diye cevap verirken durumu iyi olmayanlar onun bu yaptığından memnun olarak “Git onlara söyle. Böyle yapmasınlar.” derler. Bu durum ufak da olsa toplumda bir infial uyandırır ve Ebû Zer(r.a.), Hz. Osman’a(r.a.) giderek “Ey Osman toplumda böyle böyle haller oluyor. Sen bu duruma ne diyorsun?” der. Hz. Osman(r.a.) “Ben insanlara fetvayı emredebilirim ama takvayı emredemem. Onlar yaparlarsa kendilerine yaparlar.” deyince Ebû Zer(r.a.) Hz. Osman’dan(r.a.) rica ederek “O zaman müsaade et, ben Medine’yi terk edeyim.” der ve Medine’den gider.
Ebû Zer el Gıfâri’nin(r.a.) gittiği dönemde Hz. Osman’ın (r.a.) önceden sürgün edilen amcası Hakem b. Ebü’l Âs, Halife Osman(r.a.) tarafından sürgünü affedilerek Medine’ye geri aldırılır. İbni Hişâm’ın rivayetlerinde geçtiğine göre Hakem, zamanında Allah Resûlü(s.a.v.) ve Müslümanlara en çok zulmeden beş kişiden birisidir. Hakem’in “Mervân “isminde de bir oğlu vardır. Kendisi Mekke fethinden sonra Müslüman olur ve bazı tavırlarından dolayı çok eleştirilir. Zirâ onun Allah Resûlü’nün(s.a.v.) arkasından taklidini yaptığı bir vakıa vardır. Hatta kendisi birkaç kez de Efendimiz’in(s.a.v.) evini yakından gözlerken yakalanmıştır. Onun için insanlar Hz. Osman’ın(r.a.) amcası Hakem’den çok rahatsız olmuşlardır. Hakem, Mervan daha beş-altı yaşlarındayken Taif’e sürgün edilmiştir. Hz. Osman’ın(r.a.) hilafetiyle gelip bu sürgünün affedilmesini istemiş ve Halife Osman(r.a.) da amcasını affetmiştir. Ebû Zer(r.a.) Medine’den giderken Hakem’in sürgünden Medine’ye dönmesi ise insanların hiç hoşuna gitmemiştir. Hz. Osman(r.a.), sürgün affının üstüne bir de Hakem’in oğlu Mervân’a baş kâtiplik vazifesi verince insanlar bu durumdan iyice rahatsız olmuş ve âsiler ayaklanmalarına bir sebep de bunu göstermişlerdir. (Taberi, Tarih, 4, 233)
Bir gün Hz. Osman(r.a.) abdest alırken, Allah Resûlü’nün(s.a.v.) emanet bıraktığı yüzüğü kaybeder ve “Sen o yüzüğü nasıl kaybedersin? Bu bizim başımıza kötü işler açar.” düşünceleriyle âsiler şehadete bu durumu da sebep gösterirler. (Taberi, Tarih, 4, 251;TDV İslâm ansiklopedisi Bİ’RİERÎS maddesi)
Başka bir sebep olarak âsiler Hz. Osman’a(r.a.) “Sen, Bedir’de yoktun.” derler. Halbuki ona Bedir’e gelmemesini Allah Resûlü(s.a.v.) emretmiştir. Çünkü o dönem Efendimiz’in(s.a.v.) kızı, Hz. Osman’ın(r.a.) ise eşi Rukiyye(r.a.) annemiz ciddi manada hastadır. Bunun için Efendimiz(s.a.v.), Hz. Osman’a (r.a.) “Sen, eşinin yanında kal.” demiştir. Efendimiz(s.a.v.) Bedir dönüşü, gazilere verdiği ganimetten Hz. Osman’a(r.a.) da vererek onu da Bedir Ashâbı’ndan saydığını açıkça belli etmiştir.
Onlar bu seferde Halife’ye “Sen, Rıdvan Biatı’nda yoktun.” demişlerdir. Halbuki bu sebep o kadar komiktir ki Rıdvan Biatı’nın yapılma nedeni zaten Hz. Osman’ın(r.a.) kendisidir. Hudeybiye’de Hz. Osman(r.a.), Mekke’ye kahramancasına gittiği ve orada onun şehit edildiğine dair yanlış bir haber geldiği için Rıdvan Biatı alınmıştır. Hatta Efendimiz (s.a.v) “Osman’ın biâtını da ben alıyorum” demiştir. Ama âsiler bunu bile Hz. Osman’ı(r.a.) şehit etmelerine bir sebep olarak gösterebilmişlerdir.
Bir diğer sebep âsilerin “Sen seferiyken Mina’da iki değil, dört rekât namaz kılıyorsun. İki rekâta kısaltman gerekirken nasıl kısaltmaz dört kılarsın?” algılarıdır. Hz. Osman(r.a.) bu durumu bir rivayette “Benim Mekke’de evim var, kendimi burada yabancı hissetmiyorum. Onun için dört rekât kılıyorum.” başka bir rivayette de “Mina’ya dışardan gelenler benim iki rekât kılmamla namazı yanlış tanıyabilir. Onun için dört rekât kıldım.” diye açıklamaktadır.
Âsilerin bir diğer sebebi ise “Sen Hac bölgesinde kendine koruluk yaptın.” düşünceleridir. Hâlbuki Hz. Osman (r.a.) onu da açıklayarak “Ben hacca gelenlerin hayvanları telef olmasın diye koruluk yaptırdım.” demiştir.
Aslında Halife Osman(r.a.) her durumun sebebini, izahını onlara yapıyor, açıklamalarda bulunuyor. Onlar “Tamam.” deyip o anlık cevap veremiyorlar ama yine de içlerinde şeytanın kaynattığı fitne alevi sönmüyor. Zaten açıkça bellidir ki onların Hz. Osman’ı(r.a.) öldürme sebepleri incir çekirdeğini doldurmaz suçlamalardır.
İnsanlar Hz. Osman’a(r.a.) defalarca gelip “Ey Osman! Âsiler ayaklanıyor, bu iş kızışacak belki seni öldürecekler.” demişlerdir. Ama Hz. Osman(r.a.) bu söylenenlere bir türlü inanamamış ve “Bunlardan dolayı insan öldürülür mü? Bir insan üç sebeple ölümü hak eder: Birincisi mürted olur öldürülür –hâşâ- ben mürted değilim. İkincisi evliyken zina etmiştir, recm cezası alır. Ben böyle bir şey yapmadım. Üçüncüsü haksız yere birini öldürmüştür, kısas olur. Onun için öldürülür. Ben bu üçünü de yapmadım. Âsiler beni neden öldürsünler?” demiştir. Kendisi hem latif huylu hem temiz düşünceli olduğundan bunu yapacaklarına asla inanmamıştır. Ama biraz önce okuduğunuz incir çekirdeğini dahi doldurmayacak sebeplerden dolayı ortalık kızışmaya devam etmiş ve toplumda bir infial oluşmuştur.
Hz. Ömer(r.a.) ölüm döşeğindeyken sahâbilerin birçoğunu yanına çağırır ve hepsine tek tek tavsiyede bulunur. Hz. Ali’ye(r.a.) “Ey Ali! Hilafet gömleğini giyersen Haşimoğullarını devletin başına geçirip musallat etme.” der. Hz. Osman’a(r.a.) ise “Ey Osman sakın ha yönetime gelirsen Beni Ümeyye’yi ümmete bela etme.” diye söyler.
Hz. Ömer’e(r.a.) lakap olarak “muhaddisun” yani “söyletilen” denir ve Halife Ömer(r.a.) sanki ileriyi hesaplamış gibi ölüm döşeğinde bazı işaretler verir.
Hz. Osman (r.a.) hilafet döneminde devletin birçok yerine kendi akrabalarını atar ve bu durum insanlar tarafından siteme ve fitneye sebep olur. Halife Osman’ı(r.a.) akrabaları idareciliklere kendilerini tayin etme noktasında ya zorlarlar veya ikna ederler. Hal böyle olunca halifeliğin ilk altı yılında pek fazla problem çıkmazken ikinci altı yılında devletin birçok makamında Ümeyye oğullarından akrabaları olduğu için âsiler Hz. Osman’ın(r.a.) şehadetine en temel sebep bunu gösterirler. Hz. Osman(r.a.) ise bu durumu “Evet Ebû Bekir, Ömer bunu yapmadı ama yapma hakları vardı. Ben akrabalarıma daha rahat emredebiliyorum. Bu yüzden devletin belli makamlarına onları atıyorum. Bu da Osman’a göre bir içtihattır.” diye açıklar. (Seyyid Süleyman Nedvî, s. 57; TDV İslâm Ansiklopedisi, 10, 429)
“Bir müçtehit, içtihat eder ve içtihadında isabet ederse iki sevap; hata ederse bir sevap kazanır.” (Buhârî, İ’tisam, 21; Müslim, Akdıye, 15) Hz. Osman(r.a.) da bir müçtehid olduğundan böyle bir içtihadı yapabilmiştir. Ama insanlar bu konu ile ilgili onun çok üzerine geleceklerdir. Mesela “Yaşlılar varken neden gençleri atıyorsun?” denildiğinde Hz. Osman(r.a.) “Ben ehil olanları atıyorum.” diyecektir. “Sen kendi akrabalarına neden bu kadar mal mülk veriyorsun” denildiğinde de “Ben çok varlıklıyım ve kendi malımdan veriyorum. Siz zıddını gördünüz mü?” diyecektir. İsyan edenler ise bunların hiçbirisine cevap veremeyeceklerdir.
Hz. Osman’ın(r.a.) toplamda otuz üç vali atadığı söylenilir. Mesela Hicaz bölgesine yedi vali atamıştır. Bunların altısı kendi akrabası olan Ümeyye oğullarından, birisi Haşim oğullarındandır.
Basra’da sahâbiden Ebû Mûsâ el-Eş’arî(r.a.) çok sevilmekteydi. Hz. Osman(r.a.) hilafeti döneminde Ebû Musa el-Eş’arî’yi (r.a.) görevden almış yerine kendi dayıoğlu, yirmi dört yaşındaki Abdullah bin Amir’i (r.a.) getirmiştir.
Hz. Ömer (r.a.), hilafeti zamanın normalde bir insanı oraya alışmaması için üç-dört yıldan fazla görevde tutmazdı. Hz. Ömer’in (r.a.) vefatında Hz. Muaviye’nin(r.a.) valilik görevinin dördüncü yılı olmasına rağmen Hz. Osman(r.a.) ona dokunmadı, onu on iki yıl boyunca görevde tuttu. Böylece Hz. Muaviye(r.a.) toplamda on altı yıl boyunca görevde kaldı ve bu süre zarfında Hz. Osman(r.a.) onun yetkilerini de artırıp görevlerini genişletti. Tüm bu hadiseler ise birikti ve neticede âsilerin tepkisine neden oldu.
Kûfe’de o günlerde cennetle müjdeli bir zat olan Sa’d bin Ebî Vakkâs (r.a.) valiydi ve Hz. Sa’d o bölgede çok sevilirdi. Sa’d(r.a.) hem İran’ın hem Irak’ın fatihiydi. Kâdisiye Savaşı’nın da komutanıydı. Kendisi o savaşta ağır hasta olmasına rağmen o haliyle savaşı takip etmişti. Birçok zaferler kazanmış ve o bölgeyi sadece silah gücüyle fethetmemiş, o bölgede yaşayan insanların kalbini de fethetmişti. Fethettiği bölgede de kendisi valilik yapmaktaydı. Ama bir gün Sa’d bin Ebî Vakkâs(r.a.) ile vergi toplama memuru Abdullah bin Mes’ûd’un(r.a.) aralarında bir anlaşmazlık oldu. Sa’d(r.a.) aldığı bir malı zamanında veremedi ve bunun üzerine Hz. Osman(r.a.), Sa’d bin Ebî Vakkâs’ı(r.a.) görevden aldı. Yerine Velid bin Ukbe’yi(r.a.) getirdi. Velid bin Ukbe(r.a.), Hz. Osman’ın(r.a.) anne bir kardeşiydi ama halk Velid’i(r.a.) kabul edemedi. Velîd(r.a.), Mekke fethinden sonra Müslüman olanlardan birisiydi. Bir gün Allah Resûlü(s.a.v.), onu vergi toplama vazifesi için Müstalikoğulları’nın üzerine göndermişti. Ama Müstalikoğulları ile Ümeyyeoğulları arasında zamanında bir çekişme olduğundan Velîd(r.a.) daha Müstalikoğulları’nın yanına gitmeden yoldan dönmüştü. Geldiğinde ise “Gittim zekât vermediler, bana saldıracaklardı.” demişti. Allah Resûlü(s.a.v.) bunu duyunca çok sinirlenmiş, hemen Hâlid bin Velîd’e(r.a.) orduyu hazırlatmıştı. Tam Hâlid(r.a.) orduyla Müstalikoğulları’nın üzerine gidecekken Hucurât Sûresi’nin altıncı ayeti nazil olmuştu: “Ey iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın.”
Efendimiz(s.a.v.) bunun üzerine orduyu göndermedi ve bir daha Velîd’e(r.a.) vazife vermedi. Halk bunları bildiği için Velîd’i(r.a.) vali olarak benimseyemedi.
Hz. Osman(r.a.), Mısır Valiliğine ise Mısır fatihi Amr bin Âs’ı(r.a.) görevden alarak sütkardeşi Abdullah bin Ebû Serh’i(r.a.) tayin etti. Ancak bu kişi de halk arasında pek benimsenmedi. Çünkü Hz. Osman’ın(r.a.) göreve atadığı sütkardeşi Ebû Serh zamanında mürted olmuş, Müslümanların sırlarını müşriklere taşımış birisiydi. Mekke fethinde Allah Resûlü’nün(s.a.v.) “Bunları nerede görseniz, Kâbe örtüsünde bulsanız bile öldürün!” dediği listede de ismi vardı. Mekke fethedildikten sonra Ebû Serh, Hz. Osman’ın(r.a.) vesilesi ile gelip Allah Resûlü’nden(s.a.v.) af istemişti. Efendimiz(s.a.v.) uzun bir süre sessiz kalmış, kendisine af için gelen hiç kimseyi reddetmediği için Ebû Serh’i de affetmişti. (Nesâî, Tahrimu’d-Dem 15, 7/107) İbn Kesîr’e göre En’âm Sûresi 93. Ayet, Ebû Serh için inmişti. Ayette şöyle geçer: “Allah’a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken ‘Bana da vahiy geldi’ diyenden ve ‘Ben de Allah’ın indirdiği âyetlerin benzerini indireceğim’ diyenlerden daha zalim kim vardır? O zalimler, ölümün boğucu dalgaları içinde, melekler de ellerini uzatmış, onlara ‘Haydi, canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan ötürü bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız!’ derken onların halini bir görsen!”
Ebû Serh’in, mürted olduğu dönemler vahiy kâtipliği yaparken müşriklere gidip “Şu vahiyde böyle dediler ama ben onları şöyle diyerek kandırdım.” dediği bahisleri de vardır. Bu ayetin bu şekilde inmesinin bir sebeb-i hikmeti de budur.
Hz. Ömer(r.a.), Ebû Serh’i zamanında haraç memuru olarak görevlendirmiş ve Ebû Serh o dönemlerde başarılı da olmuştur. Daha sonra Hz. Osman(r.a.) onu hilafeti zamanında vali tayin etmiştir. Ama sicilinden dolayı halk onu bir türlü kabul edememiştir.
Halbuki rivayete göre Peygamber Efendimiz(s.a.v.) de onun affedildiğini ve iman etmesinin önceki günahlarını sildiğini bildirmiştir:
Hz. Osman(r.a.), Peygamberimiz’e(s.a.v.), “Babam, anam sana feda olsun! Anasının oğlu Abdullah’ın seni her görüşünde senden nasıl kaçtığını bir görseydin!” der. Peygamberimiz(s.a.v.) gülümseyerek “Onun biatını almadım mı? Kendisine eman vermedim mi?” diye sorar.
Hz. Osman (r.a.), “Evet Yâ Rasûlallah! Fakat, o, Müslüman olduğu zaman işlediği suçun büyüklüğünü düşünüyor da senin yüzüne bakmaktan utanıyor!” demesine karşılık, Peygamberimiz (s.a.v.): “İslâmiyet kendinden önce işlenmiş olan kötülükleri siler!” buyurur. Hz. Osman(r.a.) hemen dönüp bunu Abdullah b. Sa’d’a (Ebû Serh’e) haber verir. (Vâkıdî, Megâzî, 2/856, 857)
Ebû Serh’in(r.a.) o günden sonra böyle bir hatası olmamış ve İslâm’a hizmet etmeye devam etmiştir. Hz. Osman’ın (r.a) Ebû Serh’i vali olarak atama sebeplerinden birisi de budur.Yukarıda bahsedilen meseleler âsilerin Hz. Osman’ı(r.a.) şehit etmek için açık aradığı sebeplerdir. Güzide sahabelerin özellikle Cihar-ı yâr-ı güzîn efendilerimizin verdikleri her karar içtihattır ve içtihada uymamak hatadır. Hz. Osman(r.a.) her verdiği kararda İslâm’ın ve devletin menfaatini düşünmüş, akrabalarına daha rahat emir verebildiği için onları vazifelerin başına geçirmiş ve birçoğunun maaşını kendi mal varlığından karşılamıştır. Hz. Osman’ın(r.a.) verdiği kararları hata olarak düşünmek en büyük hatadır ve âsilere hak payı vermektir. Hak ortadayken başka bir hak aramak ise Hakk’a karşı hürmetsizliktir.
Hz. Osman (r.a.) Nasıl Şehit Edildi?
Hz. Osman’ı Kim Şehit Etti?
Kur’an Başında Şehit Olan Sahabe Hz. Osman
Valilerden dolayı toplumda şikâyetler ciddi manâda artarken Hz. Osman(r.a.) iki tarafa da mektupla sabrı tavsiye eden ve insanları Allah’ın çizgisine çağıran nâsihatlerde bulunur. Ama valilerini azletmez. Valiler görevden alınmadığından, âsiler İslâm coğrafyasının her tarafına infial uyandırıcı mektuplar göndermeye başlarlar. Bunun üzerine Hz. Osman(r.a.) problemli olan dört bölgeye “Gidip bakın, olaylar doğru mu?” diye adamlarını görevlendirir. Kûfe’ye Muhammed b. Mesleme’yi(r.a.), Şam’a Abdullah b. Ömer’i (r.a), Basra’ya Üsâme b. Zeyd’i(r.a) ve Mısır’a Ammâr b. Yâsir’i(r.a.) gönderir. Vazifeli sahâbilerden Ammâr b. Yâsir(r.a.) hariç hepsi halkın sorunlarına bakıp geri dönerler.
Bir süre sonra Mısır’daki muhalif hareket güçlenip fiiliyâta dönmeye başlar. İnfial uyandıran hareketin başında ise Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) oğlu Muhammed bulunmaktadır. İşte Hz. Osman’ın (r.a) isteği ile oraya giden Ammâr b. Yasîr(r.a.) de bu muhalif harekete katılır. Ammâr(r.a.) geri dönmeyince Halife Osman(r.a.) bu sefer durumu öğrenmesi için Mısır’a Ebû Hüreyre’yi(r.a.) gönderir. Dönen valiler olayları Hz. Osman’a(r.a.) “Bir avuç fitneci…” diye anlatırken o esnada Hz. Ali ra) de onları dinler ve kendi fikrini sunar: “Ey Osman(r.a.)! Sen herkesin derdini dinle, yapıcı davran, sorunları çöz, toplumda sükûneti sağla.” diye tavsiyede bulunur.
Hz. Osman (r.a): “Ey Ali(r.a.), ben de böyle niyetliyim.” der ve niyet ettiği gibi de davranır. Bu davranış işleri biraz yumuşatsa da fitneyi yayan temel başlar bu işin peşini bir türlü bırakmaz. Âsiler onlara gelen haberle önce Kûfe’ye dönen Vali Sa’d b. Âs’ı(r.a.) kabul etmezler. Yerine Ebû Mûsâ el Eş’arî’yi(r.a.) isterler. İstekleri kabul edilir. Daha sonra Mısır valisinin durumu zor bir hal alınca altı yüz kişilik bir heyet Medine’ye gelir. Bu olayların körüklenmesine sebep olan ve Mısır’daki heyeti Medine’ye gönderen baş aktör ise aslen Yemen’in San’a kentinden olan Abdullah ibni Sebe’dir. Dönenler halifenin bile değişmesini isterler. Hatta Basralılar Hz.Talha(r.a.)’yı; Kûfeliler Hz. Zübeyr’i(r.a.); Mısırlılar ise İbni Sebe’nin telkinleri ile Hz. Ali’yi(r.a.) halife isteyip onların her birine seçtikleri iki kişiyi gönderirler. Ama sahâbeler kendilerine gelen bu kişilere asla yardımcı olmazlar ve onları hemen geri gönderirler.
Mısır’dan Hz. Osman(r.a.) ile görüşmeye gelen heyet validen şikâyetlerini dile getirirler ve kendilerine Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) oğlu Muhammed’in (r.a.) vali olmasını isterler. Hz. Osman(r.a.) şikâyetlere yetişemeyince bir pusula yazar, altına mührünü vurarak “Alın bunu Mısır’daki valiye verin. O insin, yerine Muhammed vali olsun!” der ve onların gönlünü hoş eder. Grup geri dönerken bir yerde konaklar ve oradan bir atlının hızla geçtiğini görür. Atlının Mısır istikametine haberci olarak gittiğini anlayınca peşine düşüp yakalar. Habercinin üstünden Muhammed de dâhil heyetteki herkesin Mısır’a vardıklarında öldürülmesini emreden bir emir çıkar. Emrin altında da Hz. Osman’ın(r.a.) mührü vardır. Bunun üzerine heyet tekrar Medine’ye dönüp mektubu Hz. Osman’a(r.a.) gösterir. Hz. Osman(r.a.) mektuba bakar “Yazı benim değil ama mühür benim.” der. (Taberi, Tarih, 4, 333-335)
Bir müddet sonra yazının Hz. Osman’ın(r.a.) amcaoğlu Mervan’a ait olduğu anlaşılınca heyet Hz. Osman’dan(r.a.) Mervan’ı kendilerine vermesini ister. Hz. Osman(r.a.) ise teslim ederse Mervan’ı öldüreceklerini bildiği için onu vermez. Devreye Hz. Ali(r.a.), Hz. Talha(r.a.) ve Hz. Zübeyr(r.a.) girerek Hz. Osman(r.a.) ile uzun uzun konuşurlar. Ama o kararından dönmez. Sözleri fayda vermeyince bu sahâbeler de artık Hz. Osman’ın(r.a.) yanına çok fazla gitmezler. (Taberi, Tarih, 4, 348-350)
Hz. Ali(r.a.) o zorlu günleri bize “Eğer ben âsileri sustursam, o âsiler zaten Ali’nin adamları diye toplumda fitne dolaşıyor. Eve çekilip onlarla görüşmesem bu sefer de Ali umursamıyor, evde kalıp ses çıkarmıyor diye fitne çıkarıyorlar.” diye anlatır.
Mervan’ın heyete verilmemesi üzerine Mısır’dan, Basra’dan, Kûfe’den gruplar gelirler ve Medine’yi kuşatırlar. Medine’de çadırlar kuran, gücünü artıran, Hz. Osman’ı(r.a.) sürekli sıkboğaz eden bu grup gittikçe büyür.
Toplumda bir grup, eylem yaptığında o eylemin nereye varacağını kimse tayin edemez. Çünkü o eylemde insanlar normalde bir saat oturup dertlerini anlatıp dağılacakken eylem sekiz dokuz saate döndüğünde kimse eylemin sonunun nereye varacağını tahmin edemez. Onun için bu tarz eylemsel toplanmaların uzun sürmesi çok hikmetli değildir. Çünkü birisi gelip onları istediği noktaya sürükleyebilir. Medine’de kurulan çadırlarda da aynı durum meydana gelir. Sayısız çadır kurulmuştur ve çadırlarda sürekli Hz. Osman(r.a.) için biriken bir öfke söz konusudur. İnsanlar o çadırlarda günlerce birbirlerini dolduruşa getirip dururlar. Hz. Osman(r.a.) ise tüm bu yaşananlara rağmen naif yapısını korur ve “Ben Hâbil gibiyim!” diyerek yanındaki kölelere bile kılıç kuşandırmaz, tevekkül halinde yaşanacakları bekler. Bunu gören Hz. Ali(r.a.), oğlu İmam Hasan(r.a.) ve İmam Hüseyin’i(r.a.) Hz. Osman’ın(r.a.) kapısının önüne nöbetçi diker. Hz. Talha(r.a.) da oğlunu gönderir ve bu üç yiğit ön kapıda nöbet tutarak Hz. Osman’ı(r.a.) korumaya çalışırlar. Bir ara kapı önünde yaşanan tartışmalar kılıçların çekilmesine sebep olur ve İmam Hasan(r.a.) ile İmam Hüseyin(r.a.) bu arbedede Hz. Osman’ı(r.a.) korumak uğruna ciddi şekilde yaralanırlar. Muhasara tam kırk gün sürer. O dönem Medine’deki herkes fetihte olduğundan eli silah tutan pek fazla kimse yoktur. Hz. Osman(r.a.) çağırsa çağırdıkları, kapıdaki kalabalığın hepsini karınca gibi ezerlerdi ama o, fitne çıkmasını istemediğinden kimseyi çağırmadı. O esnada Ashâbdan birçoğu ise hacdaydı. Hatta Hz. Osman(r.a.) hac emiri olarak kendisi gitmesi gerekirken gitmeyerek o vazifeye de Abdullah b. Abbas’ı(r.a.) tayin etti.
Hz. Osman(r.a.) seksen iki yaşındayken Mısır’dan gelen âsiler evini kuşattılar. Bizzat kendisinin Müslümanlara aldığı Rûme Kuyusu’ndan ona bir bardak su bile vermediler. Zamanında binler deve infak edip Tebük Seferi’nde zorluk ordusunu doyurmasına rağmen bir parça ekmeği bile ona çok görüp vermedikleri için Hz. Osman(r.a.) günlerce oruç tutmak durumunda kaldı.
Günlerdir gülmeyen Hz. Osman(r.a.) çarşambayı perşembeye bağlayan gece yine Kur’an okurken uyuyakaldı ve bir müddet sonra gülerek uyandı. Hanımı Nâile(r.a.), bu gülüşün sebebini sorunca Hz. Osman(r.a.) anlatmaya başladı:
“Nâile rüyamda Efendim’i(s.a.v.) gördüm. Beni alıp koridorlardan geçirdiler, karşımda bir nur vardı. Baktım ki Resûlullah(s.a.v.). Yanında Ebû Bekir var, Ömer var ve diğer sahabeler var. Beni görünce
-‘Geldin mi ya Osman ?’ dedi.
-‘Geldim ya Resûlullah (s.a.v.)!’ dedim.
-‘Seni susuz mu bıraktılar?’ dedi.
-‘Evet ya Resûlullah (s.a.v.)!’ dedim.
-‘Seni aç mı bıraktılar?’ diye sordu.
-‘Evet ya Resûlullah (s.a.v.)!’ dedim.
-‘Seni engelliyorlar, camiye bile bırakmıyorlar değil mi?’ dedi.
-‘Evet ya Resûlullah (s.a.v.)!’ diyebildim.
Bunun üzerine Allah Resûlü(s.a.v.): ‘Peki, o zaman orucunu bozma. Akşam seni iftara bekliyoruz.’ dedi. Böyle bir olay yaşamışım. Ben gülmeyeyim de kim gülsün?”
Ön kapıda nöbet tutan İmam Hasan(r.a.) ve İmam Hüseyin’den(r.a.) dolayı oradan giremeyeceklerini anlayan âsiler, arkadan duvarı yıkarak halifenin evine girdiler. İçeri giren ilk on üç kişinin içerisinde Hz. Ebû Bekir’in(r.a.) oğlu Muhammed de vardı. Muhammed, Hz. Osman’ın(r.a.) sakalından tutup “Neden böyle yapıyorsun?” deyince Hz. Osman(r.a.) “Ey Muhammed! Baban bu halini görse ne derdi?” dedi. Muhammed bu cümleyi duyunca çok üzüldü, hemen geri çıktı. Hatta giren âsileri de engellemeye çalıştı ama fitne bir kere uyandıktan sonra bu çaba nafileydi. İçeri girenlerden Mısırlı Kinâne b. Bişr elindeki bıçağı ümmetin halifesinin mübarek boğazına çaldı ve Kur’an’ın başında kanını akıtarak Hz. Osman’ı(r.a.) seksen iki yaşında şehit etti. (Belazuri, ensab’ul Eşraf, 6, 202-203) Âsiler onu şehit etmekle de kalmadı hem evini hem Beytülmâl’ı yağmaladılar. O esnada Hz. Osman’ı(r.a.) korumaya çalışan eşi Naile’nin de parmaklarını kestiler. Hatta âsiler onun cenazesinin birkaç gün defnedilmesine de izin vermediler. Bir gece yarısı birkaç kişi apar topar Hz. Osman’ın(r.a.) cenazesini Baki Kabristanı’nın yanına bir yere bıraktı ve ancak ondan sonra sahâbeler onu defnettiler. (Taberi, Tarih, 4, 283) Sonraki yıllarda Hz. Muaviye(r.a.), Baki Kabristanlığı’nı genişletince Hz. Osman’ın(r.a.) kabri de kabristanlığın içine girdi.
Eğer Hz. Osman(r.a.) sert mizaçlı, mevki hırsı olan birisi olsaydı, ordularını toplar ve bu işi çözerdi. Ama o kan dökülmesini ve fitne çıkmasını istemediğinden âsilere karşı silah kullanılmasını bile kabul etmedi. İstifa bu yolda en kolayıydı ama o kolayı değil ümmet için kendisini feda etmeyi tercih etti. Onun şehadeti ile yaşanan bu olaylardan sonra artık fetihler durdu, Müslümanlar içlerindeki problemleri çözmeye yönelik faaliyetlere başladılar ve sükûn devresine girdiler.